Alt kültürün yeniden inşa ettiği şehir: Berlin
Son demlerini yaşadığımız şu günlerde yazı uğurlamadan görmemiz gereken bir şehir var: Berlin. Yılın çoğu zamanında bol yağışlı olmasından dolayı Berlin’e özellikle ağustos veya eylül aylarında gitmenizi tavsiye ediyoruz. Zira Avrupa’nın bu çok kültürlü başkentinin tadı en güzel bu aylarda çıkarılıyor.
Berlin, ilk defa gidecekler için hem tanıdık hem de yeni bir şehir. Avrupa’daki en büyük Türk göçmen nüfusu bu şehirde yaşıyor. Ama bu durum sizi yanıltmasın Türk nüfusuna rağmen kesinlikle yurt dışında olduğunuzu iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Sadece Türkler değil, Berlin özellikle duvarın yıkılmasından sonra dünyanın pek çok coğrafyasından gelen insanlara yuva olmuş. Zamanla insanlar da kültürler de kaynaşmış. Almanya’nın kalbi Berlin’de her kültürün kendini nasıl baştan yarattığını görmek gerçekten eşsiz bir deneyim. Dolayısıyla insan, Berlin’i adımlarken dünyayı adımlıyormuş hissine kapılmadan edemiyor.
Brandenburg Kapısı
Eski seyyahlar bir şehri ilk kapısından tecrübe ederdi. Biz de eski usule uyalım ve Berlin’de ilk gördüğümüz yer Brandenburg Kapısı olsun. Bu ihtişamlı kapı Naziler başta olmak üzere II. Dünya Savaşı’na kadar Berlin’e hâkim olmanın bir göstergesiydi. Savaş sırasında yerle bir edildikten sonra ise özgür Berlin’in sembolü olarak yeniden inşa edildi. Brandenburg, gündüz mimari detaylarıyla gece de ihtişamlı ışıklandırmasıyla sizi mest edecek. Ayrıca buraya kadar gelmişken hemen yakınlardaki İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen Yahudilere adanmış bu anıt mezar olan Holocaust Memorial ve turistlere açık parlamento binasını da görmeden bölgeyi terk etmeyin.
Müzeler Adası
Eğer Berlin’de tek bir yeri gezme hakkımız olsaydı bu kesinlikle Müzeler Adası olurdu. Şehirde vaktiniz darsa önceliğiniz kesinlikle burası olmalı. Beş tane müzeden oluşan bu ada, eskiden Doğu Berlin tarafındayken Berlin’in birleşmesinden koleksiyon anlamında tam hâline kavuşmuş.
Adada yer alan müzelerden Alte Nationalgalerie, sanat tarihi açısından çok değerli tablolara ev sahipliği yapan eski bir ulusal galeri. Bu müzede Joachim H. W. Wagener tarafından bağışlanan 19. yüzyıl sanat eserleri de sergileniyor. Hatta Türk ressam Osman Hamdi Bey’e ait iki eser de müzenin koleksiyonunda. Dolayısıyla resim meraklıları burayı görmeyi ihmal etmemeli. Neues Museum’a ise 2009’da geçirdiği kapsamlı restorasyon nedeniyle halk arasında yeni müze deniliyor. Burada Antik Mısır Medeniyeti ağırlıklı olmak üzere Antik dönemin eserlerini sergileniyor. Pergamonmuseum yani Bergama Müzesi, diğer dört müze arasında en çok dikkat çeken bölge. Evet, Bergama Türkiye’de olabilir ama maalesef müzesi Almanya’da. Bu müze Klasik Antik Çağ Koleksiyonu, Antik Yakın Doğu Müzesi, İslam Sanatı Müzesi olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Müzenin en beğenilen parçası da Türkiye’den götürülmüş olan Zeus Sunağı. Bode Müzesi ise Bizans sanatı ağırlıklı bir koleksiyona sahip. Madeni paralar ve madalyalar gibi yine Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunup Almanya’ya taşınmış pek çok eseri sergileyen müze, adanın en kuzeyinde yer alıyor.
Ayrıca adada dini açıdan katedral statüsünde olmasa da ihtişamıyla kendine bu sıfatı yakıştıran Berlin Katedrali’ni de mutlaka görün. Adadan ayrılıp doğuya yapacağınız kısa bir yolculukla ulaşabileceğiniz belediye binası ise Berlin’in simge eserlerinden. 1869’da tamamlanan bu devasa Neo-Rönesans kırmızı tuğlalı binanın girişi ücretsiz, içerisinde de yıl boyunca çeşitli sergiler ve etkinlikler düzenleniyor.
Kreuzberg ve Doğu Yakası Galerisi
Berlin’e gelmişken ikonik semt Kreuzberg’i ve duvardan kalanlarla oluşturulan Doğu Yakası Galerisi’ni görmeden dönmek düşünülemez. Bu ikisi birbirine yakın olduğu için de aynı rotada pekâlâ görülebilir. Galeri, duvardan kalan 1,3 km uzunluğundaki parçaya 21 farklı ülkeden sanatçının yaptığı resimlerden oluşuyor. Eserler genel olarak duvarın yıkılışı, soğuk savaşın sonra erişi gibi temaların eleştirel üsluplarda ele alınmasıyla yaratılmış.
Ve ünü Berlin’i de Almanya’yı da aşan Kreuzberg’deyiz… Kreuzberg dünya içinde küçük bir dünya, alt kültürlerin cenneti. Landwehrkanal’ın ikiye ayırdığı Kreuzberg’in bir tarafında KONIG Galerie, Berlinische Galerie, Yahudi Müzesi; diğer tarafında yani Bergmannkiez bölgesinde ikinci el mağazalar, enfes kahveler içebileceğiniz kafeler kahveciler, farklı kültürlere ait restoranlar ve Victoria Park bulunuyor. Nihayetinde Kreuzberg için şunu söyleyebiliriz: Küçücük bir semtte bir ucundan dünyayı tecrübe edebilirsiniz.