Açıl susam açıl: Kapının tarihi
Kapının tarihi, insanlık tarihi kadar geriye gider desek yanlış söylemiş olmayız. Çünkü insanoğlu dünya serüvenine tehlikelerden korunmaya çalışarak başladı. Başlangıçta aileleri koruyan kapı, sonrasında kralları, şehirleri, ülkeleri ve pek çok önemli unsuru korur oldu.
Tarih öncesi dönemlerde mağara ve ağaç kabuğu gibi yerlerde barınan insanoğlu, buraların girişini hayvan derileriyle örtmeye başlar. M.Ö. 8000-5500 yılları arasında yaşanan dönemin en ilgi çekici kapılarına Çatalhöyük’te rastlarız. Evlerin güvenliği için içeriye çatıdan girilmektedir. Bir nevi kapılar çatılardadır. Bu tarz kapılara başka önemli yerleşim merkezlerinde rastlanmakla birlikte dönen deri kayışlar ile bağlantı sağlanan kapılar dönemin en dikkat çeken unsuru olur.
Bilinen en eski kapı kalıntısının M.Ö. 3000’li yıllara ait olduğu düşünülür. İsviçre’de bulunan bu 5000 yıllık kapı, kavak ağacından yapılmış, bir buçuk metre yüksekliğinde bir kapıdır. Medeniyetler beşiği olan Mezopotamya’da iç mekân kapıları ahşap üzerine deri kaplanarak yapılmıştır. Aynı uygulama saray ve tapınak gibi büyük yapıların kapılarında da görülür. Ayrıca Mezopotamya uygarlıklarına ait kapılarda Lamassu adı verilen insan başlı boğa heykelleri de bulunur. Heykellerin kapıda yer almasının nedeni, mekânı kötü ruhlardan koruduğuna inanılması olmuştur. Benzer şekilde Hitit Uygarlığının miraslarından olan Aslanlı Kapı ve Sfenksli Kapı da bu şekilde iki yanında bulunan heykeller tarafından korunur.
Eski Mısır uygarlığında kapılar ölümden sonraki hayata geçişin önemli bir ögesi olarak görüldüğünden önemli mekânların kapıları özenle hazırlanır. Dini yapılarda ve mezarlarda yer alan “yalancı kapı” sayesinde vefat eden kişi ölümden sonraki hayata geçiş yapar.
Eski Yunan ve Roma imparatorluklarında ise kapıların evlerde ahşap, dini yapılar gibi önemli yerlerde ise bronzdan yapıldığı görülür. Homeros, Eski Yunan’daki kapıları zeytin ağacı, sedir, meşe, selvi ağaçlarından yapılma, gümüş ve pirinç kaplı kapılar olarak tasvir eder. Tapınak kapılarıysa Yunanlılar için Tanrılarla insanlar arasındaki iletişimin en önemli ögelerinden biri olur. Roma Dönemi kapılarında tıpkı Mısır uygarlığında olduğu gibi “yalancı kapı”lar dikkat çeker. Romalılar bu unsuru evlerinin duvarlarında kullanır. Ayrıca günümüzde sıklıkla kullandığımız kilit ve anahtar sistemini de Romalılar tarafından bulunmuştur.
Orta Çağ’da ise kapılar güçlü görünümleriyle bizi karşılar. Genellikle bakır ve alaşımları kullanılarak yapılan kapılar, süslemeleri açısından da oldukça görkemlidir. Başta Ayasofya’nın kapıları olmak üzere Beytüllahim Doğuş Kilisesi, Aachen Katedrali ve Floransa Katedrallerinin kapıları dönemin özelliklerini yansıtır. Döküm kapı sanatının en önemli koruyucularından olan Bizans’ta en dikkat çeken örnek Ayasofya’nın “The Beautiful Gate- Güzel Kapı” olarak bilinen bronz kapısıdır. İmparator Theophilos’un (829-842) emriyle M.Ö. 2. yüzyıla ait olan bir tapınaktan getirilip günümüzdeki hâline dönüştürülür. Yine Ayasofya’da yer alan “Cennet ve Cehennem Kapısı” da sanat tarihi açısından oldukça değerlidir. Mermer oyularak yapılan bu iki kapıdan bir cenneti diğeri cehennemi temsil eder. O dönemin inanışına göre İstanbul düşerse bu kapıdan melekler çıkacak ve İstanbul’u kurtaracaktır.
Orta Çağ’a son vermeden önce Divriği Ulu Camii’nin kapılarından söz etmeden olmaz. Geleneksel Anadolu taş işçiliğiyle ince ince işlenen kapıları Türk-İslam mimarisinin başyapıtlarından kabul edilir. Bu büyüleyici eser için Evliya Çelebi: “Methinde diller kısır, kalem kırıktır” der. 1228-1229 yılları arasında inşa edilen 1985’te UNESCO “Dünya Kültür Mirası” listesine alınan bu yapının kapılarının her biri farklı ve özgün bir şekilde bezenir. Uzaktan bakıldığında simetrik görünen bezemeler sanılanın aksine birbirinden farklı on binlerce desenden oluşur. Kapılar, evrende farklı varlıkların uyum ve âhenk içinde yaşamasının temsilidir. “Cennet Kapısı” ahiret âleminin taşta hayat bulmuş hâlidir. İhtişamlı işçilik cenneti anlatmak için kullanılır. Ayrıca bu kapıda bulunan gül ve bülbül motifleri, Hz. Muhammed ve ilahi aşkı simgeleyerek caminin yapılma sebebine atıfta bulunur. Günün belli saatlerinde kapıların üzerinde beliren insan gölgeleri, olağanüstü bir estetik anlayışın yanında geometri ve matematik anlamında da çağın çok ilerisinde olduklarının en önemli göstergesidir.
Rönesans Dönemi’nde dikkat çeken kapıların başında İtalya’da bulunan San Giovanni Katedrali’nin kapıları gelir. Heykeltıraşlar Eski Ahit’te yer alan sahneler oldukça ayrıntılı bir şekilde işlerler. Michelangelo’nun “Cennetin Kapıları” olarak nitelendirdiği üç boyutlu kabartmalardan oluşan bir diğer kapısı ise Lorenzo Gilbert tarafından 25 yılda yapılan altın bir kapıdır.
Dünyaca kapılara pek çok anlam yükleriz. İki tarafı birbirinden ayırır ve bir tür mahremiyeti başlatma anlamında yeni bir anlam kazanır.