Tüyler ürperten bir hikaye

Yataktan hafifçe doğrulduğumda bütün bu hikayelerin birer rüya olması beni rahatlatmıştı.
Yataktan hafifçe doğrulduğumda bütün bu hikayelerin birer rüya olması beni rahatlatmıştı.

Şehrin karlar altında kalmış beyaz yüzünü ve gece kuşlarının perdelerden sızan ışıklarını görebilmek için pencereye yanaştığımda binlerce, onbinlerce tuhaf kedinin oradan oraya koşturarak sokakta karşılaştıkları adamlara pençe attıklarını, beyaz ve saydam savaşçıların kılıç kuşandıklarını, sokaklardaki lamba direklerinin yerinde haça gerilmiş hayaletleri ve yüz on yaşında bir adamın kucağında bir çocuk ölüsüyle bana baktığını gördüm.

Bir hayalet dolaşıyor geceleri atölyede. Henüz yaşamının diri olduğu günlerden bir anı arıyor. Atölyenin altından dehlizler geçiyor. Belli belirsiz bir ıslaklık, ölü bedenlerin kokusu, fare fısıltıları... Haçlıların işgalinden kalma çığlıklar, fetih toplarının gürlemeleri, yangınlar ve katliamlar arasından sıyrılıp gelen küçük bir hayalet çocuk. Yüz on yaşındaki Memet Usta, yalnız yaşadığı atölyede, gecenin bir vakti saydam, parlak bir çocuk görünce basıyor çığlığı. Bastonuyla hamle ediyor ama nafile. İçinden geçip gidiyor baston hayalet çocuğun. Bir iç bulantısıyla sarsılıyor Memet Usta. “Kimsin sen, nesin?” diye soruyor kalan son aklıyla. “Ben, ben Dimitri,” diyor hayalet çocuk. İsmini söylediği anda karanlık atölye bir anlığına aydınlanıyor.

Memet Usta en son doktora gittiğinde orta yaşlarını aşmıştı. Film gibiydi. “Sen çok yaşamazsın,” demişlerdi. Çok yaşadı Memet Usta. Biraz fazla yaşadı. Sanki yaşaması için henüz keşfetmediği bir neden vardı. Bir süre sonra bir suçluluk duygusuna kapıldı. Rüyalarında hayaletler, zırhlı adamlar, tuhaf görünüşlü kedilerle karşılaştı. Sonra unutup gitti onları. Rüyaları öldü. Şimdi ise karşısında unuttuğu rüyalarından çıkagelen hayalet bir çocuk vardı.

***

Ben Dimitri, 1960’lı yıllardan kalma hayalet bir çocuğum ben. Hani, hayata dair bolca umudun olduğu gibi bolca saçmalığın da olduğu yıllardan kalma bir çocuğum.

Üç katlı bir İstanbul evinde yaşıyordum o zamanlar. Babam Niko, Annem Eleniki’ydi. Sonra kız kardeşlerim Maria ve İrina vardı. Mahallede hayat çok güzeldi. İnsalar birbirlerini severlerdi. Sonra bir anda her şey yıkıldı. Yüzlerce yıllık sohbette sona gelindi. Babam bizi oturma odasına toplayıp gitmemiz gerektiğini söylediğinde bu şehri asla terk edemeyeceğimi anlamıştım. Bu şehir içime mıh gibi çakılmıştı. Ama gitmemiz gerekiyordu. Evde hazırlıklar yapıldı. Annem hep ağladı. Babam, “Birkaç sene sonra döneriz, merak etmeyin,” diyordu. Ev baştan aşağı temizlendi. Tüm giderler kapatıldı.

  • Mobilyalar çarşaflandı. Çarşıdan gelen iki usta evimizin bütün pencerelerini tuğlaladı. Bir tek evin dış kapısı kalmıştı ki, o da gitmemizi bekliyordu. Sonra birgün gitme vakti geldi. Dışarıda siyah bir araba vardı.

Evdekiler ağlayarak bir oraya bir buraya koşuyor; evi kapatmaya hazırlanıyorlardı. Bu karmaşayı fırsat bildim. Evin bodrumuna indim. Bodrum babamın ikinci deposuydu. Dükkanda kullanılamayacak eşyalar orda dururdu. İrice bir varili güç bela devirdim. İçine dalıp kapağını üstüme kapattım.

Evdeki telaşın sesi az da olsa duyuluyordu oradan. En son kapının hüzünle kapandığını işitir gibi oldum. Bir süre sonra annemin çığlıkları geldi kulağıma. Kız kardeşlerim, “Dimitri, Dimitri,” diye bağırıyorlardı. Sonra hırıltılı bir motor sesi duyar gibi oldum. Çığlıklar kesildi. Öylece karanlıkta kaldım. Varilden çıktım. Karanlıkta el yordamıyla yukarı çıktım. Evin kapısı açılmıyordu. Yumrukladım, bağırdım çağırdım... Sesimi duyuramadım. Derken birgün, evin içinde bir hayalet oldum. Hayalet olduktan sonra öğrendim bazı şeyleri. Mesela, hemen evin önündeki taşlıkta bir kadın sohbetine kulak misafiri oldum.

Haçlıların Constantinople’ü işgal ettiklerinde keşfettikleri gizli dehlizlerden birinin Memet Usta’nın atölyesinin altından geçtiğini söylemiştim.
Haçlıların Constantinople’ü işgal ettiklerinde keşfettikleri gizli dehlizlerden birinin Memet Usta’nın atölyesinin altından geçtiğini söylemiştim.

Kadınlardan biri, “Ah zavallıcak,” diyordu, “o küçük çocuk bir anda ortalardan kayboldu. Kaçtı gitti diyorlar. Hatta Şehrin çeşitli yerlerinde görenler oluyormuş. Sesleniyorlarmış ama cevap etmiyormuş.” Doğru değildi bunlar. Hiç kaçmamıştım ben. Bu evin içinde küçük bir hayalet olarak kalmıştım. Bir diğer kadının söylediklerini duyduğumda kimi ziyaret etmem gerektiğini anladım.

Memet Usta, diyordu kadın, “çocuğun babasına söz vermiş. Demiş ki, ben onu bulup sana getireceğim.” Babam, ailemin götürüleceği arabaya binerken son kez etrafa bakınmış.

O an, çocukluk arkadaşı Memet Usta babamın elini yakalamış ve doğrudan gözlerinin içinde bakarak şöyle demiş, “Ben onu bulacağım! Bulduğumda bir Selanik trenine bindireceğim ve sağsalim sana göndereceğim!” Şimdi söyle Memet Usta, beni neden bulmadın? Söyle!”

***

Haçlıların Constantinople’ü işgal ettiklerinde keşfettikleri gizli dehlizlerden birinin Memet Usta’nın atölyesinin altından geçtiğini söylemiştim. Osmanlılar zamanında insanlara serinliği ve ölü kokusu nedeniyle korku salan bu dehlizlerin her biri kapatılmıştı. Şeytan inleriydi bunlar! Memet Usta’nın büyük büyük babası, ki yaşasaydı beş yüz on yaşında olacaktı, kapatılan ve lanetli olduğu gerekçesiyle kimsenin etrafından arazi istemediği bu yerlerden birini satın almıştı. Bugün, şehrin ortasında kalan atölyenin ilk hali olan han, ta o zamanlarda inşa edilmişti. Tabii o zamanlar da hayaletlerin cirit attığı bir yerdi burası ama Dimitri henüz altı yaşında değildi. Dimitri’nin büyük büyük ve büyük babası, ki yaşasaydı Memet Usta’nın büyük büyük büyük babasından çok daha büyük olacaktı, bir hayalet olarak hanın müdavimiydi.

Haçlıların işgalinden birkaç yıl sonra, imparatorun görevlendirmesiyle, Mısır’a gitmiş ve beraberinde binlerce kedi getirmişti. Bunun nedeni de dönemin önde gelen din adamlarından Aziz Yorgo’nun ortaya attığı iddiaydı. Kendisine göre, bu kediler tanrının yarattığı en agresif canlılardandı ve Haçlılar’ın hışır hışır eden zırhlarından huylanacak, sinirlenecek ve bir süre sonra onları nerede görseler saldıracaklardı. İşte böyle kurtulacaktı Şehir. Dimitri’nin büyük büyük ve büyük babasından da büyük babasının yola çıkışından dört yıl sonra bir sabah, Şehir ahalisi uyandıklarında tuhaf kokuyu fark ettiler. Gerçekten de arsızlıkta ve agresiflikte tuhaf bir kabiliyete sahip bu kediler şehri hemen sahiplenmiş, dört bir yana yayılmışlardı. Şehrin artık kendilerine ait olduğunu herkes bilsin diye olmadık yerlere pisliyor, gerekmedik yere oradan oraya hoplayıp zıplıyorlardı.

  • Sonunda durum, Aziz Yorgo ve Dimitri’nin çok büyük babasının tahmininden biraz farklı olmuştu. Geldikleri bu yeni ortama, Haçlı hışırtılarına, açlığa ve Boğaz’ın sert rüzgarlarına gerçekten kızan bu huysuz hayvanlar, sadece Haçlılara değil; herkese saldırıyorlardı.

Bir süre sonra geceleri, şehrin pek çok yerinde, insan çığlıkları yükselmeye, kedi tıslamaları duyulmaya, pençe izleri görülmeye ve dışkı çukurlarına düşülmeye başlandı. Bu trajedi öyle bir hal aldı ki sakinliği ve ağırbaşlılığıyla nam salmış şehir ahalisi, Kuzey barbarları gibi ortalığı yakıp yıkmaya, sokaklarda kedi kovalamaya, çeteleşmeye ve dönem için kötü olan her şeyi benimsemeye başladı. Kedileri getirme fikrini ortaya atan Aziz Yorgo’nun ve kedileri getiren Dimitri’nin çok büyük babasının idamını istemek için kapıları çoktan kapatılmış sarayı zorladılar bir ara. Tarihin bir şakası ki sarayı isyandan ve şehri de kedilerden Haçlılar kurtardı. Önce kalabalık dağıtıldı. Sonra Haçlılara ait uzun kılıçlar ikiye bölündü ve her haçlı askerine iki kılıç düştü. Bunlar büyük bir makas gibi sokak sokak gezmeye, kedileri kovalamaya başladılar. Bir süre sonra, sokaklarda sadece Şehrin yerli ve hantal kedileri kaldı.

  • Tabii dedikodular dinmedi. Bir grup tuhaf kedinin şehrin bazı bölgelerinde gizlendikleri ve ansızın bir baskın yapabilecekleri ahaliye duyuruldu. Bu arada Aziz Yorgo ve Dimitri’nin çok büyük babası klise tarafından lanetlendi. Yorgo yakalanarak Hipodrom’a götürüldü. Toplanan kedi ölülerinin üzerinde, altından bir haça gerildi.

Dimitri’nin çok büyük babası kaçıyordu. Bugün, içinde atölyenin olduğu hanın altındaki dehlizden çıkarken fark edilerek öldürüldü ve hemen oracığa gömüldü. Çok sonraları, Şehir artık Osmanlı hakimiyetindeyken, Dimitri’nin büyük büyük ve büyük babasının kemikleri hanın inşaatında ortaya çıktı. Kemiklerin kime ait olduğu soruşturuldu ama sonuç alınamadı. Birgün, inşaat alanına gelen bir papazın fısıltılarıyla öğrenildi kemiklerin kimliği. Hanın ortakları kemikleri hemen oracığa tekrar gömdüler ve üzerine inşaatı yaptılar. Geçmişten gelen lanetli bir adamın kemiklerinin inşa edilecek hanın altında olduğu duyulursa kimse burada iş yapmazdı.

Ama hanın işlerliğini öldürür diye yaptıkları bu hareket bir lanete sebep verdi ve esrarengiz olaylar yaşanmaya başladı. Keselerinde, gözleri gibi baktıkları altın ve gümüşlerin bir bir eksildiğini korku dolu gözlerle izledi tüccarlar. Binlerce kilometre öteden sapasağlam getirdikleri malların, handa bir gece konakladıktan sonra, kum gibi eriyip gittiğini görenler felç geçirdi. Üstelik bir de, bazı geceler, parıltılı ve saydam bir adamın görüldüğüne dair dedikodular yükselince, han artık kaderine ulaşmış oldu ve terk edildi. Çok sonra, han uzunca bir zaman kimsesiz ve terk edilmiş kaldıktan sonra, dedikodular, şehir efsaneleri, lanetli hortlak hikayeleri, her şey unutuldu. Hana, geçmişi bilmeyen envai çeşit adam doluştu. Memet Usta, hanı inşaa edenin büyük ve büyük büyük babası olduğunu hiç bilmezdi örneğin. Üstelik, gece vakti rastladığı Dimitri’nin büyük büyük ve büyük babasının kemiklerinin hemen hanın altında olduğunu ve bu iki büyük babanın, biri ölü olsa da, bir şekilde karşılaştıklarını da bilmezdi.

Gece karanlığında, etrafında eski evlerin çevrelendiği dar ve ıssız sokaklardan geçtiler.
Gece karanlığında, etrafında eski evlerin çevrelendiği dar ve ıssız sokaklardan geçtiler.

Bu sefer Dimitri elini Memet Usta’ya uzattı. El, Memet Usta’nın içinden geçip gitti. Memet Usta irkildi, “Mahluk,” diye bağırdı. Memet Usta’nın sesini gece vakti kimseler duymadı. Dimitri Memet Usta’yı sürüklemeye başladı. Bir süre sonra kendini bıraktı Memet Usta. Dimitri önde, o arkada yürümeye başladılar. Gece karanlığında, etrafında eski evlerin çevrelendiği dar ve ıssız sokaklardan geçtiler. Uzunca yürüdüler. Sonunda Dimitri durup, eliyle bir evi işaret etti. Pera’yı tam karşıdan gören bu terk edilmiş evi seyretti Memet Usta.

  • Dimitri eve doğru ilerledi. Çer çöpün altında kalmış kapıyı işaret etti sonra. Memet Usta var gücüyle asıldı kapıya. Kapı zar zor açıldı. Açıldığı anda hayaletler, tuhaf görünüşlü kediler, zırhlı adamlar, haça gerilmiş kafirler savruldu geceye. Memet Usta aldırmadı, Dimitri’yi takip etti. Örümcek ağlarının, türlü çeşit canlıların arasından sıyrıldı. Bir müddet sonra Dimitri ortadan kayboldu.

Memet Usta hemen yanında bir gaz lambası buldu. Kibritini çıkarttı cebinden, lambayı ateşledi. İçerisi hafifçe aydınlandı. Her şey yerli yerindeydi. Koltuklar, masa ve sandalyeler arasında küçük bir çocuğun unutulmuş ölü bedenini gördü. Bedeni kucakladı ve çıkışa doğru ilerledi.

***

Uyandığımda uyanmıştım. Gördüklerimin bir rüya olduğunu henüz uyanmadan anlamıştım. Yine de içimde tuhaf bir korku vardı. Gerçek olamayacak kadar kurmaca olan bu rüyaları nasıl görüyordum? Nasıl çıkıyordu bu hikayeler? Zihnimin tam olarak neresinden ve neden çıkıyorlardı? Gizemli bir kalıtım meselesi miydi yoksa, yüz yıllar öncesinden bir kahin zihnime mi sızmıştı? Belki de bugüne kadarki her şeyin karman çorman olup bir şekilde dışa çıkmasıydı bunlar. Bilemedim.

  • Şimdi okuyucular kızacak ve, “Nerede kardeşim tüylerimizi ürperten hikaye?” diye soracaklar. İşte geliyor...Ne demiştik? Uyandığımda...

Yataktan hafifçe doğrulduğumda bütün bu hikayelerin birer rüya olması beni rahatlatmıştı. Şehrin karlar altında kalmış beyaz yüzünü ve gece kuşlarının perdelerden sızan ışıklarını görebilmek için pencereye yanaştığımda binlerce, onbinlerce tuhaf kedinin oradan oraya koşturarak sokakta karşılaştıkları adamlara pençe attıklarını, beyaz ve saydam savaşçıların kılıç kuşandıklarını, sokaklardaki lamba direklerinin yerinde haça gerilmiş hayaletleri ve yüz on yaşında bir adamın kucağında bir çocuk ölüsüyle bana baktığını gördüm.