Sekiz kitap 8 öykü
Kitabın girişinde yaptığı alıntı ile ‘hikayeleri hayatın devamı kelimeleri ise kaderin kendisi' olarak ifade eden yazar akışa teslim olurken avukatlığı öykülerine bırakıyor.
"Kendimin avukatlığına da ihtiyacım kalmamıştı velhasıl."Selim Baki'nin ilk öykü kitabı Bir Kısa Camel başlığı ile merak uyandırırken kapak tasarımı ile de dikkat çekiyor. Bir sigara yakıp fantastik çöl hikayeleri mi dinleyeceğiz acaba sorusu ile sayfaları çevirmeye başlıyorsunuz. İlerledikçe yazarın o kadar da uzaklara gitmeden hayatın gündelik ritmi içinde anlattığı hikayelere şahit oluyorsunuz. Oldukça sürükleyici, akışın hızlı, kurgunun kuvvetli olduğu hikayeler okuyucunun ilgisini kitap bitene kadar canlı tutmayı başarıyor. Bununla birlikte yazarın ilgiyi sürekli olarak ölüm, intihar ya da cinayet üzerinden canlı tutması okuyucuyu karamsarlaştırabiliyor. Kayıp duygusunun insanda açtığı boşluk, her öyküde hissediliyor ve kahramanlarını bir seçime zorluyor. Bu seçime göre kahramanlar hayatları hakkında söz sahibi olurken hikâye ya sona eriyor ya da yeniden başlıyor. Kitabın girişinde yaptığı alıntı ile ‘hikayeleri hayatın devamı kelimeleri ise kaderin kendisi' olarak ifade eden yazar akışa teslim olurken avukatlığı öykülerine bırakıyor.
(Betül Yavuz)
- Ötüken Neşriyattan çıkan Bozkır Hikayeleri'nde, Emrah Ece modern bir Grimm Kardeşler rolüne bürünüyor. Bugün hemen hepimizin bildiği mitleri, efsaneleri, söylenceleri aktaran hikaye anlatıcısı ve sözlü kültürün taşıyıcısı şamanların pelerinini örtünen Emrah Ece, kendi aktarımıyla "okunmayan makalelerdeki" hikayeleri okuyup yeniden yorumlayarak bizlere sunmuş. Bu yeniden yazım ya da yeniden söyleyiş, başarılı olmasının yanı sıra ilham verici. Kitap, kısa fakat güçlü öykülerden oluşuyor. Anlatımdaki bu rahatlık ve kısalık, okuru kolayca içine çeken öykü atmosferleriyle buluşunca ortaya keyifli ve tekrar tekrar okunabilir bir kitap çıkmış.
- (Onurhan Ersoy)
Çağanozlar İndiğinde, Deniz Karanfil'in ikinci öykü kitabı. Kitaptaki öykülerin en belirgin özelliği tekdüze olmamaları ve neredeyse her öykünün farklı bir çizgide akması. Karakterler, tema, mekan gibi unsurlar birçok öyküde farklı uçlara savruluyor.
Bu çeşitlilik okura yeni bir öykü okuduğunu fark ettirerek, okurunu başarıyla kendi atmosferinin içine çekiyor.
Dahası bu "birbirinden farklı" öyküler, tek bir ana damardan koparak farklılaşmış hissi uyandırmak şöyle dursun hepsi kendi yolunda, kendi hikayesinde ilerlemesini bilen, sağlam metinler. Bu tercih, her biri kendi içinde güçlü ve umduğu etkiyi bırakabilen öykülerin ortaya çıkmasını sağlıyor.
(Onurhan Ersoy)
- İsmail Isparta'nın son kitabı Deliliğin Evrensel Tarihi Aralık ayında İz Yayıncılık etiketiyle çıktı. İçinde toplam 12 öykü barındıran kitapta bolca hayal dünyası ile karşılaşıyoruz. Bu hayal dünyalarının karakterleri ise olabildiğince bizim dünyamızın içinden. Maharetle kurulan "ütopyaların" içine doğru çekiliyoruz. Yazarın farklı olarak teknikler doğrultusunda yazdığı bu 12 öyküde efsunlu bir hava seziyorsunuz. Dil ve ritim itibariyle de okuru rahatsız eden bir unsurla karşılaşmıyoruz. Rasim Bey, Adem Ademoğlu, Osman, Yahya, Satılmış Amca, Cenabettin... Hikayeleri anlatılan bu karakterlerin içinde, okurken boğazınızda yumruya sebep olacak kadar dokunaklı bir serüven yaşayan Satılmış Amca'nın yeri ayrılabilir. Özgün ve kendine has öykülerden oluşan kitabın arka kapak yazısıyla bitirelim: "Delilik insana verilmiş en büyük ödüldü. Aslolan delilikti. O varsa insan vardı."
- (Yelda Sözdemir)
Hümeyra Yabar'ın Uykusuz Meyveler'den sonraki ikinci öykü kitabı Hayvan Geçidi raflarda yerini aldı. Yazar kitabın isminin hakkını vererek ilkinden sonuncusuna kadar toplam otuz öykü otuz hayvan ile cümbüşlü bir geçitte selamlıyor okurunu. Bu geçidin satırlarında yol alırken her hayvanın simasında okurun tanıdık izlere rastlaması yahut hepsinin elinde bir aynayı kendisine doğrultulmuş şekilde bulması mümkün.
Yazar kitabın isminin hakkını vererek ilkinden sonuncusuna kadar toplam otuz öykü otuz hayvan ile cümbüşlü bir geçitte selamlıyor okurunu.
Ormanın derinliklerine yol alıp nihayetinde arkada bıraktığı geçide baktığında insan, bir bütün olan geçidin belki de parçası oluveriyor, ya da geçit bütünüyle insan oluyordur, kim bilir. Yabar, öykülerini bir ritimle kaleme almış. Okudukça ahenge bırakabilir okur kendisini, ancak bir müddet sonra benzer notaların tekrar ediliyor oluşu da fark edilmiyor değil. Fakat yine de yolun sonunda büyük tabloyu görme arzusuyla kitabın son sayfasına ulaşılıyor.
(Nursena Koç)
- Kitaba başlayınca önce baştaki öykülerle geometrik bir dünyanın içine girmiş gibi hissediyorsunuz. "İp"teki daireyi hatırlatacak cümleler, "Beş Sani*"deki kavis ve içbükey bu duyguyu uyandırıyor okuyucuda. Sonra hızlı bir geçiş oluyor başka bir konuya. "Son Akşam Yemeği", "İnziva" ve "Makasçı" gibi öykülerdeki açık ya da kapalı pornografik öğelerin üslubu, okuma isteğini baltalayıveriyor. İnsan bedeninin çıplaklığı ya da beşeri arzuların epey açık serdedildiği satırlar, hem okumayı zora sokuyor hem de okuyucunun sonraki öykülere tereddütle başlanmasına neden olabiliyor. "Ölüm Üzerine Kısa Bir Film", "Ağıt" ve başka öykülerde ölüm, karamsarlık gibi duygular tema olarak seçilmiş. Sevinç ve umut hep beraber, ama renksiz bir kişiliğe bürünüyor çoğunlukla. Çünkü yitmekte olan şeylerle karşı karşıyasınız. "Pati" gibi kimi öykülerde de deyimler aklınıza geliyor; ava giderken avlanmak, kötülük eden kötülük bulur gibi. "Öyküye sıkışmış birinin öyküsünü okumak üzeresin" diyor yazar bir öyküsünde, gerçekten de öyle.
- Öykülerin içinde iki hayatın öyküsünün birbirine sarılması söz konusu genel itibariyle. Bu, okuyucunun zihnini hep diri tutması gerektiği anlamına geliyor. Bazen bu iki hayatın öyküsü birbirine öyle giriyor ki sonu anlamak zor oluyor. Çünkü birden sonun içine düşüyor okuyucu. "Bebek" öyküsünden örnek vermek gerekirse, Kont vampir mi diye içinizden yazara sormak geliyor. Yoksa öyküyü yanlış mı anladım acaba şüphesi aklınıza düşüyor. Öykülerdeki genel karanlık hava bir yana yazara, neden üzdün bizi diye kızamıyorsunuz. Hassas yaklaşıyor yazar, ölümcül biçtiği sonların sahnesini size izletmiyor. Direkt sonuç var ya, haliyle olayın nasıl fiile geçtiğini bilemediğiniz için bir sır da söz konusu. Yazarın hassaslığı öykülerin birinde geçen şu naif satırla belirginleştirilebilir. "Budama mevsiminde ağacı küstürmeden kafasındaki modele göre budadı." Yazar budama işlemini yaparken kullandığı enstrümanlara dikkat ediyor; dili kullanımı yerli yerinde, akıcılığı da ona erişiyor demek mümkün.
- (Betül Sezgin)
Feryal Tilmaç'ın yeni öykü kitabı Sen Yabancı Değilsin İthaki Yayınları'dan çıktı. Terentius'un "İnsanım, insana dair hiçbir şey bana yabancı değil." sözünü motto olarak kullanan Sen Yabancı Değilsin, akreplerin insanın içine nasıl dolabileceğini anlatırken de, kemikleri çalınan adamın tuhaf hikayesini öyküleştirirken de "insan"a odaklandığını hissettiriyor.
İnsanım, insana dair hiçbir şey bana yabancı değil.
Kitap, bazı toplumsal sorunların derinlerine inen sert ve çarpıcı öyküler de barındırdığından tematik bir bütünlükten söz edemiyoruz. Fakat öykülerin hiçbirinin "insan"a yabancılaşmadığını ve çoğunlukla "hikaye"nin hizmetinde kalan özenli dilin, okuru öyküye bağlayan bir başka etmen olarak göze çarptığını söyleyebiliriz.
(Mustafa Aplay)
- Bir ilk kitap olan Sus Yeri, üç başlık altında on sekiz öyküden oluşuyor. Öykülerinde inşa ettiği fantastik dünyalar ile göze çarpan yazar, kaleme aldığı bizden karakterleri ile hayata dair olayları masalsı bir dille anlatıyor. Abdullah Yıldırım'ın en ince ayrıntısına kadar kurguladığı atmosferler okurun sık karşılaştığı bir durum değil. Öykülerinde bir meseleye dokunmaya gayret eden, bu meseleleri okuruna felsefi anlatımla aktarmayı tercih eden yazarın, insanların temel değerlerine ilişkin düşüncelerini muhatabını rahatsız etmeden anlatıyor oluşu son derece etkileyici. Öykülerde dikkat çeken bir diğer husus ise okuru şaşırtabilen finaller. Bazı öykü sonlarında, okurun, anlatılanların rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu sorgulaması yazarın anlatımının ne denli başarılı olduğunu gözler önüne sermesi yönünden çok kıymetli. Farklı karakterleri, içimizden öyküleri, işlediği tematik meseleleri, masalsı anlatımı ve kıymetli kalemlere ithaf edilen öyküleriyle bir ilk kitap olmanın çok ötesinde: Sus Yeri.
- (Uygar Atasoy)