On birinci ağıt Nietzsche, Karasu ve Rilke
Ve nihayet, sis. Yolcu bilir, sis demek doruğa yaklaşmak demektir. Yaklaşmanın, ulaşmanın değeri azalır gözünde. Yapacağı işin ululuğu doldururken içini, şimdi onu ayakta tutan, yürüten, ilerleten doruğa varma düşüncesi bile değildir. Zerdüşt ise, yalnızlığını düşünür daima. Konuşur kendisiyle.
- "Kaderdir bu rüzgârın estirdiği, bırak gelsin
- Gelsin ne varsa tutkulardan ve körü körüne
- Ne varsa uğruna yanıp tutuştuğumuz -gelsin
- Ey kader dediğimiz, bu rüzgârla gelmelisin"
- Rainer Maria Rilke
- "Tout, au monde, existe pour aboutir à un livre"1
- Stéphane Mallarmé
İnsan, başlangıcın gerisinde, yürümenin gerisinde, bir adım atmanın gerisindeyken. İnsanın yüreği bir etten daha fazlası olmak isterken. Zaman şarkısını, kader yazgısını söylerken. Bir vakit gelir, insan bir anda fark eder, içinde nicedir bir yol büyüdüğünü –yâhut büyüttüğünü. Dahası, çoktan sayısız yollar, yolaklar açılmıştır önünde. Kökler gibi, dallar gibi, toprak gibi, taş gibi parçalanmış ve parçalanmıştır. Yol büyümüştür, insanın kalbinde. Görkemli bir ağaç gibi kollarıyla sarmış gibidir göğü. Yol büyümüştür, hem de hiç farkına varmamıştır insan. Kara gecelerde dilsizken, aydınlık unutuşlarda rüyasız, parlak ayazlarda üşümüş ve sisler içinde büyümüşken. Yine de. Ve insanın kalbinden taşmıştır yol. "İplik gibi uzanan yollar,"2 der Bilge Karasu, "Bir Başka Tepe"de. Yola çıkan, yola çıkınca yolu sorgulayan, kendini sorgulayan, hikâyesini sorgulayan, hikâyesinin sahihliğini sorgulayan, yolda karşılaştığını sorgulayan, yolda karşılaşmadığını sorgulayan bir "yolcu"dur anlatılan. Bilge Karasu, "Buraya gelmesi kolay olmadı,"3 der, böyle hikâyeyi başlatır.
Yarısından. Söylemez yola çıkma anını. Ama Zerdüşt böyle değildir. Söyler, "Ayrılıyorum senden, vakit geldi, iki tan ağartısı arasında yeni bir hakikat doğdu içime."4 Zerdüşt, gitmesi gerektiğini bilir, hakikat sözcüğünden alır gücünü. Belki de biraz yorgundur, yaralıdır. Peki, neden kaçmıştır Zerdüşt? Yalnızlığa. Dostuna öğütler verir, belki o da bu yüzden kaçmıştır insandan uzağa. Şöyle der Zerdüşt, dostuna. "Büyük adamların gürültüsünden serseme döndüğünü ve küçüklerin iğneleriyle sokulduğunu görüyorum senin. Orman ve kaya seninle birlikte saygıyla susmayı bilirler. O sevdiğin geniş dallı ağaca benze yine: sessizce dinleyerek asılı durur o, denizin üstünde. Bir taş değilsin sen, ama çok fazla damlayla şimdiden oyuldu için. Kırılıp paramparça olacaksın bir de sayısız damla yüzünden."5 "Bir Başka Tepe"deki yolcu ise, yolda anlatmaya başlar hikâyesini. Pek çok insan görmüştür yolda. Yola dair konuşur her biri, dili olan herkesin vardır ya bir diyeceği. "Derler de derlerdi, olmadık şeyler anlatırlardı hep. Kimi ürkütmek ister, kimi vazgeçmesinden bir şeyler umar gibiydi bu usa sığmaz, gülünç, ağlanç sözleri ederken."6
Yolcu, dudağında alaycı bir gülüşle dinler onları ama sözleri yol boyunca yankılanır zihninde. Zerdüşt ise, bilir yolu, yolcuyu ve yolun getirdiği sesleri. Ayrı tutar kendini onlardan, söylediklerinden, acı dillerinden. "Ne ki, henüz uzağım onlara, ve benim anlamım hitap etmiyor onların duyularına. İnsanların gözünde henüz ortada bir yerdeyim, bir çılgınla bir ceset arasında."7 Ancak, "Bir Başka Tepe"deki yolcu, tüm bu sözleri işitse de, yol içinde çoktan kurulduğu ve kalbinden de taştığı için yürümeye devam eder. Garip hayvanlar çıkar karşısına, kimi yırtıcı, kimi ezip çiğneyici, kimi sürüngen, kimi sarılgan. Bu yaratıklar ona dokunmasa bile gecenin yaşı, karanlıkta ağan ağusu taştan beter eder onu. Sorular da sormaya başlar. Nihayetinde yol, yürüyenler için sorulara gebe değil midir? Sordukça, bir sonraki adımından endişe ettikçe, tökezleyebilir insan, ama o, yine de sorar: "Diyelim ki kalktın, yürüdün. Bir gece daha, iki üç gece daha geçirebilir miydin böyle, bir yerlere varamadan?"8 Geçmişte kalmıştır yola çıkma anı, şimdi bu çağdadır ama geleceği merak eder. Bir yere varamama korkusu duyar. Tüm yola, yol sandığına, adımlarına, adım sandıklarına dair bir gelgit içindedir.
Bu sefer dönüş; kendi dünyamıza, kendi evimize, kendi kalbimize, kendi dilimize, kendi yalnızlığımızadır.
Her adımda bir soru filizlenir ayağının altından. Bir sonraki adımda bir başka soru, bir başka filiz, bir başka. Zerdüşt ise bir soruyla eşlik eder bu yolculuğa. Ama yine de, daha emindir öteki yolcudan. Cevabını bildiği soruyu yineler. "Mümkün müdür bir ırmağın sonunda denize giden yolu bulmaması?"9 Yolcu, atlar görür sonra başıboş dolaşan. Ses çıkaran kurbağaları, tavşan kovalayan yaban kedileri. Yazgısında yol olan herkes bilir, tüm bu varlıkların dünyasındaki karşılığını. Başlangıçta sırtındaki torba ağır gelmiştir yolcuya ama yol, yüründükçe, torbasındakileri de almıştır ondan. Zerdüşt için böyle değildir. O yolun, yaşamın, yürümenin bir yük olduğuna inanır. Rilke de bir benzerini söyler. "Çok daha ağırdır yaşamak, her şeyin ağırlığından."10 Konuşur yolcu, "Buraya gelmem kolay olmadı, ama biliyorum, bundan sonrası çok daha güç olacak."11 der. Yolu ipliğe benzetir, iplik gibi uzanır yollar. Çocukken oynadığı ipler gelir aklına, bir anlamda belleğinde de bir yolculuğa başlar. Zaten yolcu da yadsımaz bunu.
"Bu yolu bir şeyle doldurmamam gerekmeyecek mi zaten? Bugüne dek öğrendiklerimi, bugüne dek yaşadıklarımı, yolda göreceğim her şeyle bir arada düşünmek, karşı karşıya getirip tartmaktan başka ne işim var doruğa çıkarken?"12 Yolcu; yürürken, yol büyürken ve hikâye devam ederken, çok önemli bir gerçeğe sahiptir. Aradığı tepeyi bulmanın, o tepeye çıkmanın peşindedir ama bu işi, her adımda yükselme olarak görmez. Ona göre yapılacak olan tırmanmadır. "Her adım bir öncekinden ille de ileride olamaz ki..."13 Yürüyorum der, yürüdüğünün bilincindedir aynı zamanda, ama yürümeyi sürdürdüğünü söyler, yürüdüğünü söylemek yerine. Sürdürmek, sürdürmeyi sürdürmek. Bir adım, bir adım daha ve bir adım. Yolu unutanın yürümeyi de unutacağının farkındadır. "Dönmeli," der, "ama çıkrık olarak değil, tekerlek olarak. Duruk bir eksene bağlı kalmamalı. Yoksa yüreğin büyük savaşı neye yarar?"14 İşte, büyük bir soru. Yol, belli ki insanın yüreğiyle savaşında bir meydan, bir savaş meydanı. Tozlardan ve topraklardan, kızıl ve sarı çöllerden, sislerden ve dumanlardan, engebelerden ve düzlüklerden. İnsan, kalbinin karşısındadır artık. Yol kurulduğunda, insan yola adım attığında.
- Zerdüşt de bilir bu karşılaşmayı, bu savaşı. "Karşına çıkabilecek en kötü düşman her zaman sen kendin olacaksın."15 der. Karşılaşma yahut bir savaş, geçmişi ve geleceğiyle insanın ve onun kalbinin arasında. Rilke, sorar soruların en güzelini. "Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?"16 Yol da, insanı kendisiyle baş başa bırakır. Etten fazlasıysa yürek, tüm bunları sorgulatır. İşte, yol yarılanmıştır şimdi. Zerdüşt, bilir kalbin değerini. "İnsan sıkı tutmalı yüreğini, çünkü gitmesine izin verirse, çok geçmeden aklı da gider başından."17 der. Yüreğine sahip çıkanın, yoluna da sahip çıkacağına inanır. Yolcu, daha derin düşünmeye başlar bu sefer. "Yüreğin bozulması, kişiyi kendiyle karşı karşıya getiriyor olsa gerek, kişi yenmeğe değil, aşmaya bakar o engeli, yaşamak için."18 Burada, insanın kalbinden taşan yol, yine kalbiyle göz göze getirir insanı. Gösterişsiz, namuslu, görkemi gizli bir yürek, kendi deyişiyle durduğu yerde dönecek olduktan sonra, neye yarar? Ve cevaplar, "Bir tümce, o kavgayı, o savaşı anlatamaz hiçbir zaman."19
İşte Bilge Karasu, tam da buradan yarar hikâyeyi, tam da göğsünden, etten fazlası olmasını dilediği kalbinden. "Gülünç bir şey ama, yüreğin, şu yumruk boyundaki et parçasının değerini Aztekler mi bildi yalnız, yalnız onlar mı bildi yüreğin değerini, yeryüzünü şenlendirmiş insanlar arasında?"20 der. Bilindiği gibi, Aztekler, Ay Tapınağı'nda kurbanlarının kalbini çıkarır. Bir anlamda kalbini yitiren yaşamı yitirir. Ancak, bu hikâyede, simgesel olarak başka bir şey işaret eder. Kalp, yolu yürümeyi mümkün kılar çünkü. Kalbin alınmasıyla, yol da yiter, yani yaşam. Kalbin, gücü, metaneti, dirimi ve ateşi; yol için çok kıymetlidir. İnsan, kendi kalbiyle bir kavgaya girdiğinde, ya da kalbini bir şekilde kaybettiğinde adımları boşlukta yuvarlanır, gövdesi bir sise ulanır. Yol da yürünmez olur. Yollar insanın içinde düğümlenir. Zaten iplik gibidir yollar, kalbi sarıp sarmalar. Nefessiz bırakır. Yüreğini yitirince insan, etten daha fazlası olan yüreğini, yol da yiter. Kalbi çıkarılan kurbanları gibi Azteklerin. Yol yine sorularla örülür. Yaşam bu sefer mevzubahistir. "Herkes elinden geldiği ölçüde yaşar. Nedir zaten yaşamak dediğin?"21
Ey yalnızlık! Ey yurdum yalnızlık! O kadar uzun süre yabanıl yaşadım ki yaban ellerde, sana dönerken gözyaşı dökmemek elde değil.
Yürek sorar bu soruları. Yaşarken, yürürken, nefes alırken. Durana kadar sorar, sormalıdır. Etten fazlası olan yürek, insanın varoluşuna değer katmak için sorgudadır daima. Nedir yaşam dediğin? Nedir ölüm dediğin? Nedir var olmak dediğin? Nedir yok olmak dediğin? Yolcu, cevaplar. "Bir iplik parçası, bir çivi, bir mantar, bir kâğıt, bir paçavra, biraz toz, birkaç hiç. Bir araya gelir bunlar, adı bir yaşam olur."22 Yaşama dair büyük bir cevap değildir bu. Biraz toz, birkaç hiç. Yolcu, sendelemeye başlayabilir zira, yaşama dair bir anlam bulamazsa. Rilke, burada bir cevap verir, yolcuya, yolda olana. "Gidişi varoluştur, hep alıp götürür kendini."23 Gitmenin, bir varoluş olduğunu, bir varoluş doğurduğunu söyler. Zerdüşt, eleştirir kendini ama. "Ne kadar utanıyorum, yukarı çıkarkenki halimden ve sendeleyişimden! Nasıl da alay ediyorum, nefes nefese kalışımla. Nasıl da nefret ediyorum uçanlardan. Ne kadar yorgun oluyorum yükseklerde!"24 Kalbiyle göz gözedir, kendisiyle, attığı ve atacağı adımlarla. Ve acır kendine, acziyetini bilir, derinden hisseder bu soluğu. Neticede, yol boyunca sürer sorular, yol boyunca büyür yollar, yol boyunca küçülür adımlar.
Yol boyunca bir insan, yürümeyi kabul etmiş bir insan, yürümeyi kendine iş bilmiş bir insan, yürüyerek varacağını bilmiş bir insan daima sormalıdır bu soruları. Kendini tanrılara eş tutamayacağını da bilmelidir. Bazı yollar hiç bitmez çünkü, bazı yollar daima büyümeye gebedir. Ve ilerlediği halde gerilere düşebileceğini de bilmelidir insan. Daima yukarı ulaşma arzusunda değil de, yolu bitirmenin, tırmanmanın, yolculuğu sürdürmenin derdinde olmalıdır. Yine de sorular devam eder, acı sorular. Sendeletir Zerdüşt'ü de. "Yukarı vardığımda, hep yalnız buluyorum kendimi. Hiç kimse konuşmuyor benimle, yalnızlığın ayazı titretiyor beni. Ne arıyorum ki yükseklerde?"25 Ve nihayet, sis. Yolcu bilir, sis demek doruğa yaklaşmak demektir. Yaklaşmanın, ulaşmanın değeri azalır gözünde. Yapacağı işin ululuğu doldururken içini, şimdi onu ayakta tutan, yürüten, ilerleten doruğa varma düşüncesi bile değildir. Zerdüşt ise, yalnızlığını düşünür daima. Konuşur kendisiyle. "Gidiyorsun yoluna, kimse gizlice gelmeyecek ardından! Kendi ayağınla sildin arkandaki yolu."26
Bilincindedir yalnızlığının ve yalnızlığı ile var olabileceğinin. Ve yolcu nihayet doruktadır. Sisler dağılır yavaş yavaş. Yolcu, yüzünü batmakta olan güneşe çevirir. Etkilenir, büyülenir. Karar verir. Ne yapıp edip anlatmak ister bunları, aşağı inip. Aklından bile geçirmemiştir çünkü burayı, burada gördüklerini. Dediğine göre, kimse erişmemiştir bu bilgiye, bu görgüye. Ama sonra, bir tepe daha görür, bir başka tepe. Tepenin üzerinde bir böcek, bir hayvancık durur gibidir. Dikkatli bakınca onun bir insan olduğunu fark eder. O zaman, doruktaki adam anlar, buraya çıkanların neden inmediğini. Birden anlar, aniden. O adamı, o tepede otururken görünce. Nihayetinde, "Dağlarda en kısa yol, doruktan doruğadır."27 Bir başka doruk, ayna olmuştur ona. Kendini görmüştür başka bir tepede. Bir başkası, bir başkası. Afallar. Ama Zerdüşt bilir. Sorar dahası. "Âh, kim yenilmemiştir ki kendi zaferine?"28 Oturur, başını dizlerinin arasına alır ve karanlığı bekler yolcu. Bilge Karasu, onun neden tepeden inmediğini söylemez. Ama bir cevap bulmak üzere, yola düşersek Zerdüşt bir cevap verir bize. "Kendi dünyasını kazanır, dünyayı kaybeden."29
Yeni bir dünya kazanılmıştır ama yalnızlıklardan yapılmıştır bu dünya. Vazgeçilen bir dünya durur ötede, aşağıda; kazanılan bir dünya vardır yukarıda, yolcunun önünde. Karşı tepedeki adama merhamet eder yolcu. Kendi hikâyesi gibi bitmiştir onun da hikâyesi. Büyük bir yalnızlık içinde. Değil mi ki, "En derin uçurumdur merhamet. İnsan ne denli derinine bakarsa yaşamın, o denli derinden görür acıyı."30 Başını eğer yolcu. Dağ dağ önüne açılan, ova ova önüne serilen dünyaya bakmak istemez. Karanlığı bekler, geceyi. "Gecedir: şimdi daha yüksek sesle konuşur tüm kaynayan pınarları."31 yâhut "Karanlıktır gece, karanlıktır Zerdüşt'ün yolları."32 yâhut "O zaman neden evet neden, ey acımasız gece, hissetmeyi bilen, isteyen biri, kendini açan biri, sonunda neden benzemesin sana?"33 Yolcu gibi, Zerdüşt de, yolun bir yerinde, farkına varır. Yolunun, yolculuğunun ve asıl yurdunun. Onun hikâyesi, bir anlamda benzer Bir Başka Tepe hikâyesine. "Ey yalnızlık! Ey yurdum yalnızlık! O kadar uzun süre yabanıl yaşadım ki yaban ellerde, sana dönerken gözyaşı dökmemek elde değil."34 der. Bu sefer dönüş; kendi dünyamıza, kendi evimize, kendi kalbimize, kendi dilimize, kendi yalnızlığımızadır.
- Kaynakça:
- Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, İstanbul: Metis Yayınları, 2015.
- Friendrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2018.
- Rainer Maria Rilke, Bütün Şiirlerinden Seçmeler, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018.
- 1 "Her şey sonunda bir kitaba varmak içindir."
- 2 Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, s. 198.
- 3 A.g.e., s. 193.
- 4 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 17.
- 5 A.g.e., s. 47.
- 6 Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, s. 193.
- 7 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 14.
- 8 Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, s. 194.
- 9 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 78.
- 10 Rainer Maria Rilke, Bütün Şiirlerinden Seçmeler, s. 56.
- 11 Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, s. 197.
- 12 A.g.e., s. 199.
- 13 A.g.e., s. 199.
- 14 A.g.e., s. 201.
- 15 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 58.
- 16 Rainer Maria Rilke, Bütün Şiirlerinden Seçmeler, s. 17.
- 17 A.g.e., s. 85.
- 18 Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, s. 202.
- 19 A.g.e., s. 202.
- 20 A.g.e., s. 201.
- 21 A.g.e,. s. 205.
- 22 A.g.e., s. 205.
- 23 Rainer Maria Rilke, Bütün Şiirlerinden Seçmeler, s. 21.
- 24 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 37.
- 25 A.g.e., s. 36.
- 26 A.g.e., s. 150.
- 27 Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 34.
- 28 A.g.e., s. 128.
- 29 A.g.e., s. 21.
- 30 A.g.e., s. 154.
- 31 A.g.e., s. 102.
- 32 A.g.e., s. 14.
- 33 Rainer Maria Rilke, Bütün Şiirlerinden Seçmeler, s. 6.
- 34 A.g.e., s. 182.