Çapraz okumalar: Bir Zamanlar Dünyada
Evet, yerli ve milli zombi bir bakıma. Ve en önemlisi de bu zombi ya da zaman yolculuğu hikâyeleri ithal bir hikâyenin üzerine yapılmış bir yama değil. Öyküler sahici bir kurmaca evreninde geçiyor. Bahsettiğin yerellikte de, Yozgatlı bilim adamının yaptıklarında da, Stephen Hawking'in "Türkler çıldırmış olmalı" deyişinde de hiçbir yapaylık yok.
Mustafa Aplay: Merhaba Yelda, yeni formatımızda ele alacağımız ilk kitap Murat k. Murat'ın Bir Zamanlar Dünyada adlı ilk öykü kitabı. İlginç bir kitap. Zombiler var, bilim adamları var, âşıklar var, mazlumlar var. Nedir sence bu kitabın derdi?
Yelda Sözdemir: Merhaba Mustafa. Sevdim ben bu formatı, fena olmadı sanki. İlk kitabın da Murat k. Murat'a ait olması manidar. (gülücük) Evet, "ilginç" kavramı kitabı tek kelime ile tanımlama noktasında yeterli görünüyor. Bilhassa bizim hayatımızda çok yeri olmayan -dilerim hiç olmaz- zombilerin bu kitabın ana eksenlerinden biri olması okur için de enteresan bir deneyim. Çünkü zombiler Türk. Yabancısına alışığızdır da hiç Türk zombi tanıdığı olmayanlar için Murat k. Murat'ın Bir Zamanlar Dünyada'sını tavsiye edebiliriz zannediyorum. Kitabın ilk üç öyküsünde geçen atmosfer ise tam tersine bizlere çok tanıdık geliyor. Köy meydanında bir ulak etrafında toplanmışız da bu hikâyeleri dinliyoruz sanki. Bana kalırsa derdi bu işte kitabın. Zombileri, bilim adamlarını, âşıkları, mazlumları alıp aynı "hikâyenin" içine taşımak. Kitabı iki kısma ayırırsak; ilk bölümdeki üç öykü hakkında biraz konuşalım derim ben. Ne dersin?
Mustafa: Evet derim. İlk bölümde kadim anlatılardan beslenen öyküler var. Sadece yaptığı atıflar ya da kullandığı metaforlar sebebiyle değil, kullanılan dil de bir kadim anlatının içinde hissettiriyor bizi. Öyle bir atmosfer var.
Yelda: Dediğin gibi beslendiği bir kadim anlatı, bir kültürel damar olduğu aşikâr. "Muhafız" öyküsünde örneğin hem kullandığı dil itibariyle hem de muhteva açısından eski* bir hikâyeyi okuyoruz, işitiyoruz. Öykü bittiğinde bahsi geçen emaneti almışım gibi hissettim ben. Fakat şuraya da değineyim; örneğin "Beklemekle Varılan" isimli öykü diğerlerine nazaran okuru yoruyor sanki.
Mustafa: Evet, ben de yoruldum o öyküde. Anlatının atmosferi ağır ağır kurulmak istenmiş sanki. Ritim biraz düşük, ikinci bölümdeki öykülerde atmosferin değişmesi (zombilerin alana giriş yapması) ile birlikte ritim de artıyor gibi.
Yelda: Tabii Mustafa ikinci bölüm sadece zombilerden oluşuyormuş gibi anlatıyorsun ama... Bir istilaya maruz kaldığımız düşünülmesin. "Döner" adlı oldukça duygusal bir öykü var mesela. Bir itirafla geleyim; ben galiba bunu seviyorum. Duygusallığı değil fakat bu gerçekliği. Gerçi o da öyküden öyküye değişir ama, aman neyse canım.
Mustafa: "Döner"i ben de sevdim. Duyguyu iyi veriyor ve kurgusu da başarılı. Zaman sıçramaları falan güzeldi bence. Ve kitapta bölümlere ayrılmayan tek öykü. Biraz bağlamın dışına çıkacağım ve muhtemelen aşırı yorum olacak ama... "*" işareti ritmi düşürüyor bence bazen. İlk üç öyküdeki yorumum belki biraz da bununla ilgili.
Yelda: Mustafa saçmalama rica edeceğim... Bak üç nokta kullanarak söyledim. "*"lar bizimdir. Üç noktalar da bizimdir. Ve zombiler de tabii. Zombi demişken "Bir Çift İnci" öyküsünde olayın tam olarak Yozgat'ın bir köyünde geçtiğini düşünürken -ben öyle düşündüm, yazar merkezli okuma- aniden Muhlis Emmi'nin oğlu Kenan'ın zombi olduğunu öğreniyoruz. Böyle bir şeyi okuduğunda insan şaşırır, belki güler. Ama bana bir hüzün çöktü nedense. Yerel motiflerle bezeli bir üslupla yazılmış zombi öyküsü okuduğum için kendimi şanslı addediyorum. Zombi de olsa bizim be!
Mustafa: Evet, yerli ve milli zombi bir bakıma. Ve en önemlisi de bu zombi ya da zaman yolculuğu hikâyeleri ithal bir hikâyenin üzerine yapılmış bir yama değil. Öyküler sahici bir kurmaca evreninde geçiyor. Bahsettiğin yerellikte de, Yozgatlı bilim adamının yaptıklarında da, Stephen Hawking'in "Türkler çıldırmış olmalı" deyişinde de hiçbir yapaylık yok. Yav bir dede var mesela, adam çocukluğunu anlatırken Menderes'in asılmasından, ekmeğin karneyle dağıtılmasından falan söz eden biri. Bu karakteri zombi istilasının ortasında bırakmak ve bunu sahici bir öykü atmosferi kurarak yapmak bence büyük iş.
- Yelda: Sevdiğim kısımlardan biri de bu oldu. Türkiye gerçeklerini, adetlerini ve hatta dönemlerini güzel yansıtmış. Zombilerle üstelik. Öykülerde mizahi bir taraf da yok değil. Yazar sık sık araya giriyor. "Bu satırları okuyan şahıs, zombiysen Allah belanı versin. Yediniz bitirdiniz lan bizi!" diye bir cümle geçiyor örneğin. Hikâyelerin neleri konu edinmesi bugünlerde sık tartışılıyor bildiğin üzere. İyiyi, güzeli, hakikati vermesi gerektiğini söyleyenler var. Bu tarz enteresan bir mesele üzerinden kurulmuş öyküler dertsizdir, diyebilir miyiz sence? Ben zombilerin de derdiyle dertleniyorum çünkü.
Mustafa: Valla Yelda, lafı evirip çevirip istediğin yere getirdin yine ha. 4 sene edebiyat boşa okunmuyor demek ki. Ben de çok farklı düşünmüyorum bu konuda. Hikâyecilik, çağa tanık olmakla ilgili. Ve birçok şey gibi zombiler de hikâyenin bir parçası artık. Bunları insanın hiç değişmeyen hikâyesine eklemleyerek anlattığımızda neden bir sorun olsun ki? Bir Zamanlar Dünyada bunun iyi bir örneği işte. Kadim anlatı atmosferine sahip öykülerde de zaman yolculuğu öykülerinde de insan sahici bir şekilde merkeze oturtulmuş.
Yelda: "Zamanın Sürekliliği Hakkında Birtakım Sorular ve Cevapları" isimli öyküyü diğerlerinden bir tık önde tutabilirim sanırım. Kadir Bayat ve annesinin hikâyesi okuru kendisine çekiyor adeta. Hawkingli öyküler dedik madem bir soruyla daha geleyim. Mustafa, zamanda bir solucan deliği açıldı diyelim. "Siz De Mi Partiden Sıkıldınız"daki Yusuf ve ekibiyle nereye giderdin?
Mustafa: Öykülerin bölümlere ayrılması ile ilgili yaptığım yorumu ciddiye almadığın için ben de bu soruyu görmezden geliyorum Yelda. Üzgünüm. Benim en sevdiğim öyküler zombili olanlar galiba. "Bir Çift İnci" özellikle. Son bölümdeki öyküleri daha güçlü buldum dediğim gibi. Yalnız bu ilk öykülerde belli bölümlerde yorulduk dedik ya, onun biraz içini dolduralım istersen. Dil ile de alakalı galiba biraz, değil mi?
Yelda: Haha, ciddiye aldım ya hu, almadım mı? Dil konusuna gelirsek, evet sanırım. Ele aldığı konu itibariyle girift bir metin çıkıyor ortaya. Buna dili de eklersek...
Mustafa: Bazen dilin hikâyeye hizmet etmeyecek yollara saptığını gördüm ben. Yani kitabın genelinde böyle bir sorun olduğunu söylemek haksızlık olur ama ilk bölümde bazı noktalarda bu var bence. Kişisel bir tercih de olabilir ama ben onu sevmiyorum, alıntılanmaya ya da altı çizilmeye müsait pasajlar oluyor genelde fakat odağı dağıtabiliyor.
Yelda: Ortak bir noktada buluştuk Mustafa. İlk bölümde bahsettiğin noktalar benim de dikkatimi çekti. Biraz retoriğe kaçan cümleler yok değil. Aslında bakarsak bir yerde kurguyu da yavaşlatan bir şey bu. Arada birinin girip büyük, çok büyük bir söz söyleyip çıktığı hissiyatına kapılıyorum okurken.
Bunun yanında şunu da ekleyeyim, ilk iki hikâyeyi okuduğumda şöyle bir tablo belirdi kafamda: Eski zamanlardan bir adamın mum ışığında, kıldan bir çadırın içinde bağdaş kurmuş hâlde oturarak yazdığı hikâyeleri okuyoruz. Deriden defter, bıçakla yontulmuş kalem...
Mustafa: Sen de biraz retoriğe kaçtın sanki Yelda. Evet o atmosfer güzel. Hikâyeler de güzel. Günümüzde artık bazı öykülerde hikâyeyi ara ki bulasın, bu kitapta tahkiye merkezde. Dolayısıyla bir anlatıcının varlığını ve senin söz ettiğin atmosferi hissetmemiz de doğal sanırım.
Yelda: Herkesin retoriği kendine... (üç nokta) Keyif alarak okuduğum kitabı böyle bir formatta, seninle birlikte ele aldığım için ayrıca mutluyum. Güzel bir başlangıç yapmış olduk bana kalırsa. Murat k. Murat'ın Bir Zamanlar Dünyada'sı ve zombileriyle artık aramızda ayrı bir bağ oluştu diyebiliriz sanki. Farklı dünyalara açılan kapılarıyla, yerel motifleriyle, zamanı eğip bükmeleriyle Türk öyküsünde farklı bir kapı açan bu kitabı herkese tavsiye ediyor ve teşekkür ederek sözü sana bırakıyorum.
Mustafa: Ben teşekkür ederim. Güzel bir kitapla başladık. Devamının gelmesini umarak bitirelim.