Kara kedi öldü

Kâfir, kalbi ilk durduğu beş yaşını hatırladı.
Kâfir, kalbi ilk durduğu beş yaşını hatırladı.

Oduncu canının yarısını almıştı kafirin. Yokuş durmadan yuvarlıyordu onu. Her dönüşte sırasıyla aynı şeyleri görüyordu. Kanlar, kalabalık, gökyüzü, yokuş aşağı, yer, kanlar, iz, kalabalık, gökyüzü, yokuş aşağı, yer, kanlar.... Sonra canı çekildi. Durdu kafir olanca hafifliğiyle.

Alnından süzülen şeyin ter olduğunu anladığında rahatladı ve hızını arttırdı hırsız. Ağaçtan düştüğünde kafasını fena çarpmıştı. Bir eliyle çaldığı ziynetleri tutarken diğer eli kalbinde duruyordu. Zamansız duruyordu atmayasıca. Bir keresinde damdan atlama oyunu oynarken havada durmuştu. Yere ölü bir çocuk olarak düşmüş, düşmenin etkisiyle aksak kalbi tekrar atmaya başlamıştı. At arabasının arkasında giderken bir gün taşa takılınca araba, kalbi yine durmuş, hendeklerin birinden geçerken tekrar atmaya başlamıştı. Bu kısa ölümlerde rüyalar bile görüyordu. Bir gün gece girdiği bir evde kafası kapının eşiğine çarpıp yere düştüğünde yine kalbi durmuş ve yerde bir müddet ölü olarak kalmıştı. Rüyasında kendini büyük bir konakta zengin beylerden biri olarak görmüş ve rüyanın etkisiyle uyandığında sanki hırsızlık yapmaya gittiği konağın sahibiymiş de gece su içmeye kalkıp tekrar yatağına dönmüş gibi bir güzel serilmiş yatağa. Sabah konağın çalışanları Bey’in yatağına uzanmış bu pis kafiri gördüklerinde yaka paça kaldırmışlar bunu.

  • “Beni cinler attı buraya" yalanıyla kurtulmuş uyanık kafir. Kalbinin ritmi yerindeydi. Oduncu yokuşuna varmıştı. Bu tepenin dibi Şeker pazarı. Şeker pazarına girildi mi kaçmak kolay olur, koşmaya bile gerek kalmaz.

Tezgahların birinin altına girip hırsızlıklarını sayar, hesabını yapar, satamayacak gibi olduklarını oracıkta bırakabilirdi. Yokuşu yarıladı kafir hırsız. Arkasına baktığında koşturan kalabalığın biraz daha arttığını, kendi yaşında veletlerin kalabalığın en önünde koştuğunu gördü. Üç kardeşi ve yarı deli anasıyla yaşadığı evlerine çok uzaktı burası. Yine de “bir arkadaşımı görür müyüm acaba” diye tekrar dönüp dikkatli baktı. Arkadaşları şimdi Eskiahır’da barbut oynayanları izliyordur. Bir tanıdık bulamadı. Arkasındaki kalabalık, yokuşta tek başına odunculuk yapan esnafa seslendi “Tut şu adamı. O bir hırsız. Bedri Paşa’nın evinden çıktı.” “Kes önünü.” dedi biri. “Vur odunu, vur odunu.” diye şiddete meyletti öteki. Oduncu bir hışımla kalktı yerinden, kasayı, kasanın üstündeki baltayı, evden getirdiği hurmaları döktü, saçtı.

Hırsız oduncuya doğru koşuyordu. Kafasına atacak sert bir şeyler arandı. Cebindeki saat, babasından kalmıştı. Çekti kopardı zincirinden, attı oduncunun kafasına niyetle. Oduncunun kafasını aştı saat, gitti babasının kafasına “dan” diye çarptı. Adam baltanın üstüne düştü, kanı hurmalara bulaştı. Uğursuz kafir durduk yere öldürdü adamcağızı. Daha yeni Hac’dan gelmişti babası. Oğluna dürüst ticareti öğütlüyordu az önce. Odunları ıslatmasına kızıyordu.

Oduncu bacaklarını açmış, göğsünü kabartmış, belindeki çakıyı çekmiş kafiri bekliyordu.
Oduncu bacaklarını açmış, göğsünü kabartmış, belindeki çakıyı çekmiş kafiri bekliyordu.

Önünde tüm öfkesiyle onu bekleyen oduncu, arkasında oduncuyu öfkeye sevk etmiş kalabalık.... Durdu hırsız. Olanca ağırlıyla durdu yerinde. Ziynetleri yere bıraktı. Ellerini dizlerine dayadı. Arkasındaki kalabalıkta durmuştu. Oduncu bacaklarını açmış, göğsünü kabartmış, belindeki çakıyı çekmiş kafiri bekliyordu. Allah yarattı demeden böğrüne saplayıp yerle bir edecekti onu. Babasının katili kafir hırsız. “Babamı öldürdün kafir, ölümlerden ölüm beğen.” diye bağırdı. Hırsız kör talihine sövdü. Kendi babası geldi aklına. Anasına neler çektirmişti. Barbutta bütün parasını ütülüp eve gelir, hıncını kardeşlerinden ve yarı deli anasından alırdı. Sinirlendi. “Hay babana sokayım!” Bunu duyan oduncu koştu babasının hakkı için hırsızın kalbine sapladı çakıyı.

Kâfir, kalbi ilk durduğu beş yaşını hatırladı. Anasıyla şakalaşıyorlardı o gün. Ayaklarından, karnından gıdıklıyordu onu. Gülmekten nefesi kesiliyordu. İyice kahkahalara boğulmuş artık terlemişken babası evin kapısını bir tekmeyle açtı ve içeri girdi. Korkusundan o an kalbi durdu. Başı batasıca babası anasını ayağının altında ezdi, kaldırıp duvara vurdu, pekmezini akıttı. Sonra sofrayı kurmasını buyurdu. Odanın ortasında yatan sabiyi bir köşeye fırlattı. Derin bir nefesle canlandı sabi. Ne olup bittiğini o zaman anlamadı. Babası eve gelmiş, anası da ona sofra kurmaya mutfağa gitmiş sandı. Babasının üstüne at arabasını sürüp onu ezdiğinde de bu hatırası canlanmıştı. Şimdi kendi de sahiden ölüyordu bu sefer. Yere yığıldı, perperişan oldu, anası ağladı.

Oduncunun kafasını aştı saat, gitti babasının kafasına “dan” diye çarptı.
Oduncunun kafasını aştı saat, gitti babasının kafasına “dan” diye çarptı.

Oduncu canının yarısını almıştı kafirin. Yokuş durmadan yuvarlıyordu onu. Her dönüşte sırasıyla aynı şeyleri görüyordu. Kanlar, kalabalık, gökyüzü, yokuş aşağı, yer, kanlar, iz, kalabalık, gökyüzü, yokuş aşağı, yer, kanlar.... Sonra canı çekildi. Durdu kafir olanca hafifliğiyle.

...

Alekos babasının elinden düşürmediği makasa bakıyor... Koltukta oturan adam aynadan başını yana çevirdi, saçlarına baktı. Duvardaki tabloda da aynı adam var. Bedri Paşa. Evinde tıraşını oluyor. Pencereler açık, bir alttakinden daha geriye doğru üç çekmece açık duruyor aynalığın üstünde. En üst çekmecede büyükten küçüğe üç makas renkli kılıflarda duruyor, küçük bir ayna, aynı boyda iki çeşit tarak, bir küçük ustura, dişçi kerpeteni, ufak dikiş kutusu. Orta çekmecede sabunluk, sabun, iki bakır kutu, birinde pudra diğerinde pamuk, bir ustura, yan yatmış ufacık ibrik, iki parça bez, cımbız, kan taşı, incecik bir çakı, sakallar ve bıyıklar için iki farklı fırça, ince bakır bir şey, bir yüzük. En alt çekmecede gülsuyu, limon, tütün kolonyaları, alkol, esans şişeleri, saç için, kıl, tüy için ilaçlar, kutulu koku şişeleri, ot keseleri, tütsüler ve ense taşı.

Berber, oğlu Alekos’tan ense taşını istedi. Ense taşı alengirli bir taştı, sarı damarlı çevresi içe doğru berraklaşıyor ve tam ortasında açık maviyle bitiyordu. Bedri Paşa berberin elinden aldığı taşı inceliyor inceliyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. İçindeki mavi öylece kalmıştı. Berber enseyi aldı, işini bitirdi. Taşı kesesine, keseyi çekmeceye koydu ve ibriği aynalığın üstüne oturttu.

  • Boynundaki nemli havluyu alırken Paşa, meraktan sordu: “O ne taşı?” Berber, “Alekos, git suna biras kaynar su koy getir!’ diyerek ufacık ibriği oğluna uzattı. Eline bir havlu alıp Paşa’ya dönerek “Ense tasidir.” dedi. Paşa anlamadı. “Enseye mi sürülür, e sürmedin” “Yok pasam, siz boynunusu büküp tasa bakarken ben ensenisi tiraslarım. Dikkat çeker, isimi kolaylastırır.”

Paşa herkes gibi kandırılmış hissetti kendini. Alındı. Alekos’un çıktığı kapıyı kafasıyla işaret ederek “Maşallah, pek de uslu.” diye kendi kafasındaki konuyu değiştirdi. Rum berber, uslu oğlunun çıktığı kapıya baktı, kabul gören bir gülüşle “Bisim Alekos? Usludur usludur Pasasi; ama siirle bozmustur kafayi.” dedi. Paşa, Rum berbere dikkat kesilerek “Sihir mi?” dedi. “Siir siir...” diye düzeltti Rum berber.

Alekos, elinde kaynar su dolu ufacık ibriği ucundan tutarak odaya girdi. Babası ibrikteki suyun yarısını ve alt çekmeceden aldığı bir şişeden üç damlayla birlikte sabunluğa döktü, sabunu köpürttü, büyük fırçayı daldırdı, karıştırdı, çıkarttı ve süzerek Paşa’nın sakallarının altında gezdirdi. Bu arada Alekos, orta çekmeceden aldığı küçük havlu parçasının üstüne kalan suyu yayarak döküyordu. Çekmecenin içindeki usturalardan siyah taşlı olanı bileme kayışıyla birlikte yanına koydu. Berber kayışı beline taktı, küçük havluyu sıkmadan Paşa’nın alnından aşağıya yerleştirdi. Küçük havludan süzülen su, sakallarından çenesine kadar inip bir yandan usturanın değdiği cildin yumuşaklığını tazeliyor; bir yandan da yanaklarını ve kaşlarını nemlendiriyordu. Paşa, göremediği Alekos’a seslendi: “Alekos, hani bakalım şiirlerin nasılmış?” Alekos, babasına baktı. Berber, telaşla “Aman Pasam. Bilmeden kusurlu bir laf eder simdi neme lazım. Layıkınız degildir bunun sözleri.” dedi. “Bırak sabiyi, okusun, sen işine bak!” diyerek çocuğu babasından ayırdı Paşa.Rum berber, kafasıyla hadi’leyip “Oku!” dedi. Emrin emrini alan Alekos, mahcup, yere bakarak sessizce mırıldandı. Kimse bir şey duymadı. Paşa, havlunun da hararetiyle yüksek sesle “Haydi” dedi. Babası Alekos’a baktı. Berber işinden elini kaldırmıyordu.

Alekos “Eyvah!” diye bağırdı. Ağaçtan aşağıya inen pis yüzlü hırsız ona bakıyordu. Alekos bağırınca heyecanlanan hırsız elindeki koca yüzüğü bütün gücüyle koltukta oturan kelli felli Paşa’ya niyetle camdan içeri savurdu. Paşa olduğu yerde kalakaldı. Yüzük berberin alnında “dan" diye patladı. El melekelerini bir anda yitiren berber paşanın gırtlağına usturayı bastı.