İnternetin çektiği ormanlar
Konuma az kalıyor birazdan, yürüyerek dört dakika, arabayla belirttiğiniz güzergâhta rota bulunamadı. Kalbi çarpıyor gümgüm. Karşıda görüyor onu, üzerinde ince kumaşlı bir etek, bordo bir tunik, tuniğin içinde bir ağaç gövdesi, dallarının en tepesinde rüzgârda dalgalanan bir baş örtüsü.
İnternetten tanıştılar. Oğlan ve bir kız. Bir kız olduğuna emin oğlan, karşısındakinin. Başka şeylere de emin. Kız çıtıpıtı, duru bir sesi var. Böyle düşünüyor, oğlan. Bir ağacın altını hayal ediyor. Dizine yatıyorsun, kulağını okşuyor kızın duru sesi. Eli saçlarını okşuyor. Oğlanın elleri küçücük, erkek eli gibi değil, on beş yaşındaki birisinin elleri. Ama biliyor, inanıyor ki, kızın elleri kendisininkilerden küçük. Ayaklarını düşünüyor kızın, daha fazlasını düşünmeye haya ettiğinden. Meselâ uyduruyor ki, kızın ayakları otuz altı numaradır. Uydurur uydurmaz da inanıyor buna, gülümsüyor. Hoşuna gidiyor küçük ayak fikri.
Daha önce çoktan düşünüp de en doğrusunun böyle olduğuna karar vermiş gibi. Seviniyor, daha bile çok seviyor onu. Sevmeye bahaneleri bitmiyor. Makyaj yapmadığını düşünüyor kızın, duruluk ve saflıktan ibaret bir silüet düşünüyor. Makyaj yapacak olsa bile gözümüzü almasın diye yapardı, o kadar masum ve güzel o kadar. Durup dururken karşısındakiyle hayallerinin de aynı olduğunu düşünüyor. Emin hatta buna. Çok geçmeden birbirlerine bakacaklar, ruhlar birbirine dönecek. Ruhların biri, işaret parmağıyla diğerini gösterecek. Aynı anda olacak bu. Tek bir ağızdan, “Bu benim aynısım.” diyecekler.
Yaslandıkları ağacın altında olacak bu. İki işaret parmağı birbirine dokunduğu an, üstlerinde kuşlar daire daire dönecekler. Masmavi kuşlar, pastel kuşlar, birbirinin aynısı kuşlar. Her gün ekranda üzerine dokunduğu kuşların aynısı.
Bir gün mavi kuşun üzerinde bir yazıyor. Özel mesaj. Önce seviniyor. Sonra korkuyor, çünkü bu saatte mesaj atmaz hiç, kız. Okuyor. Meğerse internetten tanıştığı bu kızın ayak parmakları yokmuş. Sarsılıyor. Önemsiz bir detay tabi. Neyi etkiler ki? Hiçbir şeyi etkilemez. Belki ayak numarası. Otuz altı diye düşündüğü ayakları, parmaklar olmayınca... Otuz üçe kadar düşebilir. Otuz üç numaralı ayak diye düşününce bir mahzun oluyor. Sinmiyor içine. Ağacın altına yaslanacak kız, dizlerine yatacak bizimki de. Gökyüzüne bakacak, görmeyecek bile kızın ayaklarını. Hayallerin kıyısında köşesinde figüranlar kızın ayak parmakları, filmin bitişinde isimleri yazmayacak. Ama olmuyordu yine de onlar olmadan da.
Durmuyor mavi kuşlar. Havada dönüp duruyorlar, İngilizce cikliyorlar. Yeni bir haber getirmişler. Beyaz bir zarfa konulmuş, peripadişahının sarayından gelen mektup. Kırmızı bir mührü var mesajın, mührün üzerinde bir yazıyor. Rivayet olunuyor ki, ayakları da yokmuş muhatabının. Kızmış bizimki. Yani nasıl olur da saklar böyle önemli bir şeyi. Ayakları olmayan birisinin bunu tanışmalarının ilk on dakikası içerisinde söylemesi gerekmez mi. Kavgaya benzeyen bir şey etmişler, bol üç noktalı, ünlemlerle ve büyük harflerle bezeli bir tiyatro eseri. On dakika filan cevap vermemiş mesajına. Durmamış karşıdaki, mavi civcivlere haber salmış, kimselere söyleyemediğini bizimkine ilan etmiş. Meğer adamın sevdiği kızın bacakları da yokmuş. Yani bir bahar vakti. İnce bir etek giyecek kız. Bir ormanda, sırtlarını bir ağaca yaslamış olacaklar. Ama oğlan dizlerine yatmak için başını koyunca, toprağın taşın çimenlerin üzerine serilmiş olacak etek. Sırtıyla başı aynı hizada olacak. Yere kilim sermiş de, kilimin üzerine uzanmış gibi olacak. Kız da ona bakacak, güya, yukarıdan, mahcup, bacakları olmadığı için.
Bir gün yeni bir mesaj geliyor, yeni bir berat, bir buyruk mu, bir idam fermanı mı? Hiçbiri değil. Yalnızca “Sana anlatmam gereken çok önemli şeyler var.” diyor kız. Bunu okuyunca bizimkinin kalbinde belli belirsiz bir sevinç beliriyor. En azından bir bedeni olduğuna emin oluyor karşısındakinin, az şey değil ki bu. Yüzyüze konuşacaklar, yüzünün olduğuna seviniyor, haddini bilmeyerek yine hayaller kuruyor, kirpiklerini filan düşünmeye başlıyor kızın. Oysa bu konuda verilmiş hiçbir söz yok. Ama bir yandan da korkuyor bizimki. Önemli şeyler diyor mesajda, ne olabilir önemli şeyler. Her ayrılığa üzerinde önemli şeyler yazan tabelalarla girilmiyor mu? Daha başlamamış her şeye sahip çıkıyor oğlan, öyle derin hayaller, öyle ısrarla inanmış ki onlara.
Konum attı kız, oğlan yolda şimdi. Adres şehirden çıkarıyor onu, kızın yapacağı büyük itiraf, İstanbullu olmadığı belki de. Türlü türlü ihtimaller düşünüyor şimdi bizimki, neyi duysa en çok şaşırır, ne söylese içi en az acır. Her şeyi aklından geçiriyor da, hiçbirine mutmain olmuyor içi. Yukarıda kuşlar cıvıldıyor. Ağaçların arasından geçiyor şimdi, ağaçlar, her birinin yüz ifadesi ayrı, birazınınki buyurgan, pek çoğununki ayıplayan. Utanarak, sıkılarak geçiyor aralarından. İkisi yolunu kesiyor, omzuna dokunuyor, sanki buralarda ne işi var onu sorar gibi bakıyorlar yüzüne. Söyleyemiyor. Söyleyemiyor ki. Kendisine bile. Konuma az kalıyor birazdan, yürüyerek dört dakika, arabayla belirttiğiniz güzergâhta rota bulunamadı. Kalbi çarpıyor gümgüm. Karşıda görüyor onu, üzerinde ince kumaşlı bir etek, bordo bir tunik, tuniğin içinde bir ağaç gövdesi, dallarının en tepesinde rüzgârda dalgalanan bir baş örtüsü.