İnsan çiftliği ya da dünya mı deseydik

Hayvan Çiftliği'nin yazarı George Orwell.
Hayvan Çiftliği'nin yazarı George Orwell.

Hayvan Çiftliği romanı Orwel’in bu olay örgüsü minvalinde kurduğu bir allegori. Öte yandan Orwel’in bir de 1984’ü var. O roman da bu yazının konusu olabilir zira 1984 de iktidar, hak, eşitlik, özgürlük gibi konular hakkında kurulmuş bir roman. O da bir allegori.

Bütün sanat eserleri politiktir. Bazıları daha politiktir.

Bütün sanat eserleri felsefidir. Bazıları daha felsefidir.

  • Bu yazı neden mi böyle başladı? Çünkü Hayvan Çiftliği’nde hayvanların bir anayasası vardır ve bu anayasanın ilk maddesi “Bütün hayvanlar eşittir,” dir. Zaman geçip bazı şeyler değişince, ilk maddeye ekleme yapmak gerekir. Zannediyorum ki bu eklemenin ne olduğunu söylemeye gerek yok.

Bir romanın anlatabilecekleri bahsinde ne çok soru var;

Bir roman ne anlatır?

Ne anlatabilir?

Ne anlatmalıdır?

Neler anlatılabilirdir?

Neler nasıl anlatılabilirdir?

Neleri nasıl anlatmalıdır?

Her roman yazan düşünür zaten bunları. Okur olarak da meseleye baksak bu sorular yine sorulmaya değer. Elbette durup dururken bu soruları kendimize sorabileceğimiz gibi (pek kolay olmasa gerek durup dururken sormak), okuduğumuz bir romanın açtığı yoldan ilerlerken de bu soruları kurcalayabiliriz. Çünkü okumanın bize kazandırdığı en önemli şeylerden birisi muhtemelen “bir şeyin, sadece o şey olmadığı”nı idrak ettirmesidir. Daha iyi ifade etmeliyiz bunu elbette; bir apartmanda yaşanan üç günü anlatan bir roman, sadece bir apartmanda yaşanan üç günü anlatıyor değildir. Tema özdür diyelim, özü ortaya çıkaran sosyal olaylardır, psikolojik durumlardır, insana özgü hallerdir, fıtrata dair çıkarımlardır, vs. Tema mı özdür? Bu fazla iddialı oldu. Öz, temanın da ötesindedir aslında diyelim, zira tema vicdan ise, roman vicdanı anlatmak için o kadar çok şey anlatır ki, roman sadece vicdanı anlatmaz. Misal Suç ve Ceza elbette insan denen yaratılmışın vicdan sahibi olmasıyla alakalı bir büyük romandır ama Suç ve Ceza sadece vicdan hakkında bir romandır demek pek uygun düşmez.

Anayasaya bir madde daha eklenir bunun için; hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç.
Anayasaya bir madde daha eklenir bunun için; hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç.

Zira hakiki sanat, kendisidir, bir şeye işaret etse de kendisidir, sadece işaret ettiği şey değildir. Çünkü işaretler mesela tabela gibidir, bazen demirden, bazen kartondan. Karton karakter, kukla karakter, karton olay filan da deriz ya kötü eserin kötü işareti, kötü önermesi, mesajı hakkında konuşurken. Bunları neden söylediğime gelince, metafor, allegori, modern roman, postmodern roman, avangardist roman, (roman kelimesinin önüne hangi sıfatı koysak olur) hangi tür, hangi biçim söz konusu olursa olsun, bir roman sadece anlattığı şey değildir. Hayvan çiftliği romanı zaten hayvanların yaşadığı bir çiftlik romanı değildir de, daha ötesi de şu; Hayvan Çiftliği romanı Stalin’in kurduğu düzeni eleştiren bir roman da değildir. Stalin’den hareketle, o düzene bir eleştiri diye yazılmıştır diye bir bilgi var elimizde. Ama daha ötesidir. Bunu biraz açsak. Aşktan bahseden bir roman okurken aşkın kendi gönlümüzdeki karşılığı ile kendi tecrübemizdeki halleri birleşir ve romanı anlamlandırırız. Bu sebeple bazen romanlar için “tam da hissettiğim ama dile dökemediğim şeyleri anlatıyor” denir.

Hayvanlar kendi idarelerini ellerine alırlar. Olaylar gelişir.
Hayvanlar kendi idarelerini ellerine alırlar. Olaylar gelişir.

Ruh halleri için de beni anlatıyor dediğimiz vakidir. Fedakarlık, kahramanlık içeren romanlarda da zihnimiz ve gönlümüz benzer şekilde davranır. Bizde olduğu için (bizde zerresi bile olsa) fark ederiz romandaki fedakarlığı. Bu yüzden bazı romanlar bize yazılmış gibi gelir ve onları çok severiz zaten, bizdeki bir şeylere karşılık geldiği, ya da bizdeki örtülü bir şeyleri açığa çıkardığı için. Bu tanımlama ve tarifler belirli bir estetik düzeyin var olduğu eserler için geçerli elbette. Kavramlar çoğaltılabilir. İktidar bu kavramlardan birisidir. Adalet. Eşitlik. Hak. İktidar kavramından bahis açıldığında zihin çağrışımlar yöntemiyle bir muktediri oraya yerleştirir ve söylemi muktedirin eylemleri üzerinden anlamlandırır. Bu sebeple bazı politik eserler günceli değil sosyolojiyi ve felsefeyi esas alarak metafor, allegori ya da eğretileme yoluyla kurgulandıklarında sadece o devrin güncel sosyolojisi ya da siyasetini anlatmak-eleştirmek-deşmek-kurcalamakla kalmaz, okuyanın zihnindeki güncel sosyoloji ve siyaset algısıyla anlamlanır, algılanır.

Bu ne demek; Siz Hitler hakkında onun adını anmadan bir roman yazarsınız, Hitler’in yapma saikleri ve sonuçlarını esas alarak ve dönemi, karakterleri, mekanları ve yani her şeyi eğretileyerek, onu okuyan okurlardan birisi Trump’un anlatıldığı bir roman gibi okur, diğeri ise lisedeki sınıf başkanı hakkında yazılmış bir roman gibi. Elbette buradan hareketle olguları, kavramları neden sonuç ilişkileri içinde sosyoloji ve felsefeyi kullanarak (ki onları kullanmak demek bile tuhaf zira onlar olmadan bir eser nasıl olsun; ayrıca kullanmak demek elbette araçsallaştırmak kabilinden bir şey de değil) yazdığınızda muhakkak ki bu bir olaya, bir karaktere, bir döneme işaret eder, çünkü inşayı yapan zihin yapıyı çatar ama inşayı onun alımlayıcısı olan okur kendi algı ve bilinç düzeyine göre tamamlar. Alımlama estetiği mi? O kadar kurama girmeyelim, zira bir çiftlikten bahsediyoruz sadece. Çiftliğimizde hayvanlar yaşar. İnsanlar zalimdir. Hayvanlar başkaldırır. İnsanlar çiftlikten kaçarlar. Hayvanlar kendi idarelerini ellerine alırlar. Olaylar gelişir.

1984 de iktidar, hak, eşitlik, özgürlük gibi konular hakkında kurulmuş bir roman.
1984 de iktidar, hak, eşitlik, özgürlük gibi konular hakkında kurulmuş bir roman.

Hayvan Çiftliği romanı Orwel’in bu olay örgüsü minvalinde kurduğu bir allegori. Öte yandan Orwel’in bir de 1984’ü var. O roman da bu yazının konusu olabilir zira 1984 de iktidar, hak, eşitlik, özgürlük gibi konular hakkında kurulmuş bir roman. O da bir allegori. Derler ki bazı şeylerden bahsetmenin zor olduğu dönemlerde büyük sanatçılar, “söylesem öldürürler söylemesem öldüm” diyerek anlatılarını eğretiler ve söylemek istedikleri şeyleri hikayenin zaman ve mekan ve kurgu belirsizliğinin güvenli alanına inşa ederlermiş. İçinde bulunulan rejimin baskıcı unsurları, özgürce konuşmanın ve yazmanın mümkün olmaması böyle bir yol açmış sanatçıların önünde, bu bilinir. Zorlayıcı şartlar bazen müthiş imkanlara yol açar. (Elbette allegori taa Platondan beri var). (Hatta daha öncesi de vardır da referans gereği milat oymuş gibi konuşmakta beis yok.)

Sefiller nasıl ki dönemi, insanları, yoksunluğu, fedakarlığı son derece sahih bir biçimde, gerçek dünyanın ve gerçek zamanın içinden aktarıyorsa, allegoriler de temalarını kurgu zaman-kurgu mekan- gerçek üstü karakter ve olaylar ile son derece sahih bir biçimde anlatırlar. Orwel’in eserlerine dönersek; Hayvan Çiftliği’nde hayvanlar idareyi ellerine aldıktan sonra muktedir ve muktedirin politikaları ile yavaş yavaş insanlaşırlar. İnsanlaşmak burada ironi tabii. (İroninin ironi olduğunu ifade etmek de başka bir ironi olsa gerek.) Bu insanlaşma muktedirin işin sonunda iki ayağı üzerine kalkıp insan gibi yürümesi ile zirveye ulaşır. Bunun bir olumsuzlama (çünkü düşmana dönüş) olduğunun anlaşılması için önceki evrelerde neler olduğuna bakmalı. Olay örgüsünü basitçe verelim; hayvanlar başkaldırmıştı, insanlar çiftlikten kaçmıştı. Sonra bir lider seçilir. Napolyon. Bir anayasa hazırlanır.

Bu anayasaya göre bütün hayvanlar eşittir. Hayvanlar asla insanlar gibi olmayacaktır, onlar gibi davranmayacak, onlar gibi uyumayacak, onların yattıkları yerlerde yatmayacaktır. Hiçbir hayvan öldürülmeyecektir. Burada idarenin elde tutulması için ilk düşman (zaten “doğal düşman” olan insan) yaratılmıştır ve ona has bütün özellikler de kötü addedilerek yasalaşmıştır. Akabinde adil bir iş bölümü yapılır. Hayat güzel başlar. Snowball adlı bilge bir hayvan okumayı öğrenir ve diğer hayvanlara öğretir. Napolyon bir müddet sonra Snowball’ın hayvanlar üzerindeki etkisinden korkmaya başlar zira eğitimli ve eğiten, düşünen ve düşündüren birisi idare için (hayır idare için değil, iktidar için) tehlike arzedebilir, bu sebeple Napolyon, karşısında olduğunu düşündüğü güce karşı (aslında herhangi bir şeyi kendisinin karşısında konumlanan bir güç olarak vehmetmek iktidar kompleksidir, evrenseldir. Zira öncesinde yaratılan düşman “doğal düşman”dı ve iktidar için değil hayvanlar ve hayvanların doğal hakları için tehditti ama yeni düşman hayvanlar ve hayvanların hakları için değil, iktidar için tehdittir.) köpekleri bir düzen denetleyicisi olarak (romanda polis denir) istihdam eder ve örgütler.

  • Yeterli güce ulaştığını hissettiğinde (yani polislerin kendi yanında olduğunun ve güçlü olduğunun çiftlik sakinleri tarafından idrak edilmesinin akabinde)Snowball’ı hain ilan eder ve çiftlikten atar. Karşısında bir güç olduğunu vehmeden bir muktedir, onu bertaraf da edince doğal olarak kendi gücünün de sarhoş ediciliğine kapılır ve güçlü olmanın kendisine verdiği “özel” olma inancıyla diğer hayvanların sahip olduğu hakların ötesinde haklar talep etmeye başlar. (Türkiye’nin en büyük dolandırıcılarından birisinin karısı, dolandırıcı olan kocası için, benim kocam yedi dil biliyor, dünyada tanımadığı insan yok, belli bir refah düzeyini hakkediyor demişti.)

Anayasanın maddelerinde minik oynamalar yapılır. “Bütün hayvanlar eşittir, bazıları daha eşittir.” Çünkü çiftlik için çok çalışan özel hayvanlar insanların yattıkları yerde yatmak isterler artık. Yatarlar da. Ama “Çarşaf kullanmamak kaydıyla” ibaresiyle “doğal düşman” ve ona karşı olma saiki de güçlü tutulur. (Bu saike hiç ihtiyaç kalmayana kadar.) Buna rağmen çiftlikte rahatsızlıklar baş göstermeye başlar. Mırın kırınlar duyulur hale gelince Napolyon medyayı keşfeder. (Abartmayalım çiftliğe bir televizyon getirir sadece.) Hayvanları oyalamak, onları ikna etmekten kolaydır zira. Televizyonun oyalayıcılığı eşliğinde çiftlikte olan her kötü gelişmeyi kovulmuş Snowball’a, her iyi gelişmeyi kendi lider dehasına yontacak şekilde propaganda üretir. Bu propagandaya kapılmayacaklar için seslerini yükseltmelerine engel olacak eğitimli köpekler de çiftlikte huzuru sağlamaktadır aynı esnada. Mesela çiftlik ekonomik darboğaza girdiğinde tavukların yumurtalarına el koyar. Tavuklardan itiraz edenleri ölüm cezasına çarptırır.

 Mesele iktidar, adalet, hak, eşitlik, özgürlük ve bunların yanında fıtrat, hırs, nefs, ego, kibirdir.
Mesele iktidar, adalet, hak, eşitlik, özgürlük ve bunların yanında fıtrat, hırs, nefs, ego, kibirdir.

Anayasaya bir madde daha eklenir bunun için; hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç. Sesler kesilince Napolyon artan konfor ihtiyacını “doğal düşman” olan insanlar ile anlaşmalar yaparak karşılama yoluna gider. Nihayetinde Napolyon’un çiftliği ellerinden kurtardığı “doğal düşman” olan insana dönüşümünün simgesi “iki ayağının üzerine dikilmesi” sahnesi gelir ve final. Sonra ne mi olur; mesela insan doğal düşmanken çiftliği kurtaran Napolyon’un “doğal düşman” olması ile yeni bir kurtarıcı, yeni bir lider, tıpkı Napolyon’un “İnsan” laşması gibi yeni liderin “Napolyon”laşması ve döngünün devamı. Çünkü nedir? Çünkü mesele Napolyon, Hitler, Stalin değildir. Mesele iktidar, adalet, hak, eşitlik, özgürlük ve bunların yanında fıtrat, hırs, nefs, ego, kibirdir. Orwel’in kurduğu allegori her dönem ve her iktidar için bu olguyu önümüze koyar. 1984 mü? O, bu olguya ulaşmaya yarayan olay örgüsünde kullanılacak benzer kavramların daha modern aygıtlar ile bu kez bir distopya halinde canlanışı. Ayrı bir yazı olsa daha iyi.