Dört kitap 4 öykü
Yazarın öyküleriyle ışık tuttuğu Yugoslavya sokakları, evleri, kahveleri kimi zaman büyük acıları aktarırken kimi zaman da gizemli bir olayı çözmeye odaklanıyor. Kitabın ilk öyküsü “Kayıp Pusula” ve son öyküsü “Soy Ağacı” yazarın da öyküleri yazmaktaki motivasyonu göz önünde tutularak köken arayışının ip uçları olarak okunabilir.
Bir Rumeli Rüyası: Eski Yugoslavya -Güneri Arslan NotaBene Yayınları
“Çanakkale Ruhu” konulu yarışmada “Olması Gereken Yerdeyim” öyküsü ile ikincilik kazanan yazar “Kedi Yolu Koptu” öyküsüyle de Ali Tatar anısına gerçekleştirilen öykü yarışmasında tekrardan ikincilik kazanır.
Ayrıca “Kırık Keman Devri” öyküsüyle Dikili Belediye’sinin “Köy Enstitüleri” konulu yarışmasında mansiyon ödülü alır.
Bir Rumeli Rüyası: Eski Yugoslavya ise Güner Arslan’ın ilk öykü kitabı. Yazarın beş yaşında ayrıldığı memleketine duyduğu hasretin bir neticesi olarak kaleme alınan öyküler anıların kurgu ile harmanlanmasından oluşuyor.
Kurguda anıların ağır aksak hatırlanışı ve yeni bir hikâyeye dönüşümü üslupta kendini su yüzüne çıkartıyor; zaman zaman anlatıcının sesi kahramanın sesini gölgeliyor. Göçün hissettirdiği olumsuz hava ve özlemin verdiği ağır duygu yükü tüm öykülerde kendini gösteriyor.
Yazarın öyküleriyle ışık tuttuğu Yugoslavya sokakları, evleri, kahveleri kimi zaman büyük acıları aktarırken kimi zaman da gizemli bir olayı çözmeye odaklanıyor.
- Kitabın ilk öyküsü “Kayıp Pusula” ve son öyküsü “Soy Ağacı” yazarın da öyküleri yazmaktaki motivasyonu göz önünde tutularak köken arayışının ip uçları olarak okunabilir.
Bu arayışa her öyküye bir epigraf ile başlayan yazarın öyküsüz tek epigrafı ile kitap son buluyor: “Yalnızlık Çok Zor.” (Betül Yavuz)
Fazilet'in Tımarhanesinde Sekizinci Senfoni- Serkan Üstüner-Ötüken Neşriyat
Sadece eğlence olsun diye yazılmış olduğunu sanarak okuduğunuz öyküler, kitap bittikten sonra yazar ve kahraman arasından da olsa, bir insanın elinden nasıl tutulur onu okuduğunuzu hissettiriyor.
n bir öykünün genelinde gülümsememek ve mutlu bir sonla karşılaşmamak mümkün değil. Ama yazar tekstilde, kahvehanede, varoş bir mahallede, şirkette, oto tamircide vb. yerlerde geçen olayları ve insanlar arasındaki diyalogların, bu yerlerde hangi jargonla kullanılacağını gayet iyi biliyor. Her ne kadar yüklem uyumları kimi zaman tutmasa da, mekânların kendine has olan ifade tarzını iyi kullanıyor.
En özelde insanı tanıtma sanatı olarak ifade edilebilecek öykü, bu kitapta günlük hayatta yazılmaya değer ya da değmez meseleleri dile getirirken olaylar örgüsü şeklinde kendini gösteriyor. Her şey o kadar insanın gerçek yaşamının içinden ki, gerçeklik bir muhayyile sıfır denebilir. Öykülerin uzun ve birden çok olay örüntüsünü barındırması her ne kadar derinliği arttırsa da, fazla yüklü bir vagonu çekmekte tren kimi zaman zorlanabiliyor. (Betül Sezgin)
Gergedan, Mine Söğüt, Yapı Kredi Yayınları
Kitap adını Eugene Ionesco’nun bir tiyatro oyunundan alıyor. Bir gün kasabaya bir gergedan gelir. Herkes başta gergedanı yadırgar. Sonra insanlar gergedana dönüşmeye başladıkça durum tersine döner. Değer yargıları ve tavırlar baştan sona değişir. Herkes dönüşürken bir tek kişi insan kalmaya devam eder.
Son insan”ın durumu mu daha trajiktir yoksa “son gergedan”ın mı? Mine Söğüt “son insan” hikâyeleri denilebilecek, içinden gergedan geçen öfkeli ve karanlık öyküler ile çıkıyor okur karşısına.
Birey ve aile ile başlayan iktidar sorgulamasını devlete kadar genişletiyor. Yazar, edebiyat ve sinemadan birçok göndermeyi başarılı bir biçimde kullanmış. Bazen belli belirsiz kendini gösteren gönderme, bazen de öykünün tam merkezinde yer alıyor.
Kafka ve Ionesco’nun konuk olduğu öyküler ayrıca dikkat çekici. Bahadır Baruter’in çizgilerine değinmeden geçmek doğru olmaz. Kitaba hoş bir katkıda bulunmuş olan bu çizgiler de ayrıca görmeye değer. (Ahmet Kırtekin)
Hepyek, Seray Şahiner, Everest Yayınları
“Kaybetmenin gayri resmi tarihi” olan insanlarla ilişkili hikâyeler anlatıyor Seray Şahiner.
Yetiştirme yurdunda büyümüş çocuklar, imamın karısı, babaanne, komi, bulaşıkçı, dansöz, birkaç meyhane müdavimi gibi insanlar genelde göze batmayan hayatlar yaşarlar. Çağımızda ekrana gelmeyen, ekrana sığmayan şeylerin görülmesi gittikçe zorlaşıyorken Şahiner, “ekran dışında” kalan hayatları, incelikli öyküler ile okur karşısına çıkıyor.
Siyah-beyaz zıtlığının uzağında anlatıyor hikâyelerini. Karakterleri iyi-kötü, umutlu-umutsuz diye sınıflandırmak güç. Bu güçlük belki de karakterlerin ve hikâyelerin sıradanlıklarından ileri geliyor. Yazar sıradanlığı başarı ile korumuş metinlerinde.
Olaylar ve karakterler doğal akışlarının dışına çıkmıyorlar. Bir kahraman bütün dünyayı anlayan ve açıklayan muhteşem bir tirada imza atmıyor. Bir dram bütün hayatın akışını değiştirmiyor. Aksine, birileri kaybettikçe doğal yatağında akmaya devam ediyor hayat. Karşımızda sadeliği ile başarılı, gücünü buradan devşiren öyküler yer alıyor. (Ahmet Kırtekin)