Bütün düşüşleri ezberlemek
Çok klişe bir senaryosu var filmin, Selma usulca kör olmaktadır, oğlu da aynı akıbeti yaşayacaktır, bu sebeple Selma oğlunu ameliyat ettirmek için para biriktirmektedir. Karavanda yaşamaktadırlar. Selma fabrikada çalışmaktadır. Bu klişe nasıl iyi bir film olur diye kimsenin sormayacağını zannediyorum.
Neden gözün kapalı yürüyorsun?
Bütün yolları ezberledim.
Ama düşebilirsin.
Bütün düşüşleri de ezberledim.
Bu, tüyleri hazır ol vaziyette iki saat civarı ayakta tutan film 2000 yılında çekilmiş ve vizyona girmiş. Ülkemizde Karanlıkta Dans adıyla gösterilmiş olabilir. Sinemada seyretmedim, sinemalarda ne kadar kaldı bilmiyorum. Öte yandan Lars Von Trier’in Evropa’sını bile seyretmiş adamım, bu filmi de muhtemelen sinemalardan çekildikten sonra seyrettim. Bana bu filmi kim seyrettirdi? Elbette yine Kadir. Kadir, beni ilk görendi. Görülmeyen ve sürekli çarpıp durduğum duvarı bana ilk gösterendi. Sinema ata sözü; Film biter ama hikaye devam eder. Tam da öyle oldu. Bir süre kıymık takılı bir boğazla dolaştım durdum. Bilinir ya, iyi bir şiir okuduktan sonra başka birisinizdir artık. Bu film de aynısını yapıyor insana. Hayır, şiir gibi film demek istiyor değilim. Bu film bir film değil, bir şiir demek istiyor olabilirim. Bu da, hem sinemaya hem şiire haksızlık olabilir.
Çok klişe bir senaryosu var filmin, Selma usulca kör olmaktadır, oğlu da aynı akıbeti yaşayacaktır, bu sebeple Selma oğlunu ameliyat ettirmek için para biriktirmektedir. Karavanda yaşamaktadırlar. Selma fabrikada çalışmaktadır. Bu klişe nasıl iyi bir film olur diye kimsenin sormayacağını zannediyorum zira iyi hikaye kadar o iyi hikayeyi aktaracak biçimin de önemli olduğunu düşünen insanlardan olduğumuzu biliyorum. Biz yani, onlar değil.
Björk oynuyor Selma’yı. Arada, sık sık şarkı da söylüyor. Evet arada ve evet sık sık. Björk şarkı söylerken gerçeklik değişiyor. Seyirciye değişen gerçekliğe bakıp hangisine inanacağına karar vermek kalıyor. Lars Von Trier, neye inanıyorsa seyirci de ona doğru çekiliyor. Çekilmek; aşağı mı, yukarı mı? Bunu filmden sonra bir hafta filan düşünmek ve karar vermek gerek. Yoksa o kıymık boğazdan gitmeyecek.
- Ama bir soru gelsin şimdi aklıma; neden Selma şarkı söylerken gerçeklik değişiyor? Olanlar olmamış gibi oluyor, olmayanlar “ama olsa ne güzel olacak”lar olmuş gibi oluyor. Olmuş gibi de olmuyor, oluyor. Oluyor yani, şarkı esnasında Selma için o an ne olsa güzel olacaksa o oluyor. Ve benim mesela neden ilk öykü kitabımın adı Deli Gömleği.
Deli Gömleği, insana, kendisine ve çevresine zarar vermesin diye giydirilir. Edebiyat da böyledir. Benim için öyledir. Kendime ve çevreme zarar vermemem için edebiyata ihtiyacım vardır. Edebiyat beni sakinleştirir mi? Ne saçma. Sakinleştirmek uygun ifade değil. Edebiyat bana başka bir gerçeklik imkanı mı sağlar? Bunu biraz düşüneyim. Bir sahne eşliğinde;
- İdam odasındadır herkes.
- Selma güzeldir.
- Yorgundur.
- Mavi bir tulum vardır üzerinde.
- Yüzünü görürüz yakından.
- Bir yere bakmaktadır.
- O yer çok uzaktır.
- Üstelik Selma’nın gözleri bozuktur.
- Canım Selma.
Gri gömlekli ve ince kravatlı bir adam karanlık bir çuvalı Selma’nın başına geçirir.
Dünyanın başına bir karanlık çuval geçirir sinsice bir kravat.
Dizler bağı çözülme işlemi gerçekleştirir.
Gerçek leştir.
Selma o sırada dizlerinin bağı çözülerek yere yığılır.
Selmalar yığınlar halinde yere dizilir.
Örtü çıkarılır kafadan, yerden kaldırılmaya çalışılır Selma.
Uzaktan yüzünü görürüz.
Acıya yakından bakılmaz.
Acı utanır bakabilen utanmaz insan bakamaz.
İdamı izleyenlerin oraya koymuştur kamerayı yönetmen.
Biz değil herkes.
Onların gözüyle görürüz ama “aradan”, yarım saniye kadar.
Ağlayan bir surat.
Bir an.
Sonra avukat elleriyle yüzünü kapatır.
Sonra?
Selma’yı yerden kaldırmaya çalışırlar, Selma ağlamaktadır.
Kilitlenmiştir.
Selma’yı yerden kaldıramazlar, Selma kilitlenmiştir, iki büklüm olmuştur, kalbi acıdır, korku taşmıştır, yüzü acıdır, keder akmamaktadır, kederin akacağı yerler tıkanmıştır.
- Bir tahta getirirler, üzerine deri kemerler monte edilmiş.
- Selma’yı yatırırlar o tahtaya.
- Kemerlerle bağlarlar.
- Kaldırırlar tahtayı, Selma’yı ayağa dikmiş olurlar.
- Başına karanlık çuvalı yine geçirirler.
- Sonra ipi de takarlar boynuna.
- Ama Selma bağırmaya başlar.
Öyle bağırmak gibi değil, sesler çıkarır, ağzından gırtlağından bir şeyler söylemeye çalışarak.
Göremiyordur.
Karanlıktadır.
En korktuğu olmuştur.
Canhıraş bağırır.
Kafasına geçirilen karanlığı çıkartırlar.
Selma nefes almaya başlar.
Dünya nefesini tutar.
Avukatı fırlar yerinden, koşar, yanına gelir, sarılır Selma’ya ve eline bir şey tutuşturur.
Baktığını gören gözlere kurbanlar keseyim.
O bir şeyin ne olduğunu söylemeyeceğim. Seyredenler bilir, seyretmeyenler de seyreder ve görür. Görmek, önemlidir. Sonra, Selma şarkı söylemeye başlar. Filmin bu andan sonrasına dair de bir şey söylemeyeceğim. Öncesine gideceğim. Selma’nın şarkı söylediği başka sahnelere.
- Selma, hali ve durumu ne olursa olsun, şarkı söylemeye başlar ve gerçeklik değişime uğrar. Buna bir takım insanlar “kendini kandırma” mealinde bir yakıştırma yapabilirler. Çünkü onlara göre sanat, sanatçının dünyadan, gerçeklerden vesaireden kaçışıdır.
Ama bana göre hakikate teslim oluş demeyeyim burada, onu ayrıca yazmaya çalışırım belki. Mesela Selma şarkı söylediği müddet süresince başka bir gerçeklik uyanır hayatta ve orada yaşar ya, “bu yalandır, bu kişinin kendisini kandırmasıdır” diyenlere “hayır, asıl şarkı başlamadan önce ve şarkı bittikten sonra yaşanan gerçeklik yalandır asıl, sahtedir asıl, kandırmaca odur asıl” diyebiliriz. İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar. Diyebilmeliyiz. Hatta demeliyiz. Öte yandan biliyorum ki ben onları ikna edemem. Onlar şarkıyı duymadıkları için dans edenlere deli demeye devam ederler. Onlar ise beni zaten ikna edemezler. Zira var diyen, gördüğünden var der, yok diyen görmediğinden yok der. O halde.
hayır, asıl şarkı başlamadan önce ve şarkı bittikten sonra yaşanan gerçeklik yalandır asıl, sahtedir asıl, kandırmaca odur asıl
O halde şu; onlar misal bana yani sana sadece üzerimde yani üzerinde bir deli gömleği varken tahammül edebilirler. Ben yani sen üstelik o gömleği kendim yani kendin giyerim yani giyersin. Benim gerçekliğimde yani senin gerçekliğinde her şey yolundadır, onların gerçekliği ise bir dışarıdan bakıştır. Dışarıdan bakarak içerisi görülmez. Dışarıdan bakışta sadece bir deli gömleği görülür. Oysa içeriden bakılabilse, o bir öyküdür. Ya da roman. Bir filmdir de diyebiliriz. Ya da en güzeli; bir şarkıdır. Selma’nın söylediği şarkıdır misal.
Asıl gerçek odur. Şarkı bittiği zaten, hakikat sonra erer, insanların kurmuş olduğu ve kendileri kurdukları için taptıkları bir hayal dünyası, yalan bir dünya yeniden akmaya başlar. Orada, Selma, idam sehpasından aşağı doğru çok sert düşüp, ip gerilince boynu kırılır. Gerçekte ise Lars Von Trier’in Dalgaları Aşmak filminin final sahnesine gidelim şimdi; ama yok, gitmeyelim, o filmin karakterinin kilise tarafından dinsiz denerek töreni bile yapılmadan defnedildiğini ama gökyüzünde çanların çaldığını ki bunun o dinin iman sahibi yönetmeninin kafasında meleklerin karşılama töreninin simgesi olduğunu söylemeyelim. Bakan görsün, gören bilsin, bilen inansın.
Sen şarkını söyle. Dünya değişsin.