Bir yazgıdır hikâyenin durmadan uzaması

Sancı
Sancı

Böylece sesini duyarız, kuyuda kalmış bir sesin, kendini durmadan çoğaltan, yankılayan bir sesin. Dahası kuyulardaki tüm adamların, tüm kadınların, tüm çocukların yani hiç durmadan kuyularda dolaşanların. İnsanın bilinen bir yazgısı, yankılanır Sancı'da. Yazgıdır, insanın durmadan kuyularda dolaşması da.

Düşünen, sorular soran, kelimeleri "hikâyesiyle" dünyasına çağıran; uzun bir kışı, yolculuğu, ölümü ve yaşamı anlatmak isteyen bir kitap Sancı. Ve bunu, sesi kendi içine gömülü olarak yapan büyük bir hikâye var kitabın kalbinde. Adını yitirdiğim bir şairin "Bir yazgıdır saçlarının durmadan uzaması" mısraı, kitabı okurken durmadan dolaştı zihnimde. Belki de Bahtiyar Aslan'ın bir yazgısıdır hikâyelerinin durmadan uzaması. Dağlardaki karın nerede başlayıp nerede bittiğini bilmediğimiz gibi, onun hikâyelerinin de nerede başlayıp nerede bittiğini bilemeyiz. Bir rüyayı andırır ve tüm bu belirsizliklerin ortasında, belki de bu belirsizliklerin doğurduğu bir sonuç olarak, durmadan, hiç durmadan uzar onun hikâyesi. Daha ileri giderek söyleyeyim, yazarın kendisi bile hikâyenin nereye gideceğini bilmiyordur belki. Bir sabah uyanıp gitmek isteyen bir insanın "Peki ama nereye?" diye sorduğunda verdiği cevap, belirler yazgısını. Belki de Sancı'daki hikâyeler, bu soruyu sormadığı için "yolunu" yitirmiş olabilir. Nereye gideceğini bilemezler.

Bahtiyar Aslan
Bahtiyar Aslan

Yazarın, en azından yola çıkarken hikâyesinin nereye gittiğini bilmesi beklenir. Zihin denen o dolambaçlı, karmaşık bahçe ya da kör karanlıklara gebe kuyuya bırakamazsınız hikâyenin yazgısını. Hikâyecinin de "Yol nereye?" sorusunu kendisine sorması gerekir bu yüzden. Belki de Bahtiyar Aslan kasıtlı olarak tercih eder bunu. Sancı'da da daha önceki hikâye evrenini büyük bir kararlılıkla ve "aynı biçimde" yaratır Bahtiyar Aslan. Hikâyelerinde "kelime kelime" durmadan genişler dünya. Aşkın, kadının, babanın, annenin, geçmişin, ölümün, yaşamın, zamanın, yolun ve yolculuğun hikâyesidir duyulan. Hikâyelerin birinde; "Kendime seslendim adımla, dönüp baktım kendime. Böyle bir şey işte. Kaçıp kaçıp kendi evine sığınan biriyim ben." der. Bu cümle, yazarın hikâyelerine tuttuğu bir aynadır neredeyse. Hikâyelerinde de kaçıp kendi evine sığınan insanları okuruz. Bizi, anlatıcının belleğindeki yolculuğa çağırır durmadan.

  • Hikâyesindeki adamın bir an çocuk olduğunu fark etmesi, birden silkinip yaşlandığını görmesi tesadüf müdür? Hikâyelerindeki insanlar; kendi zamanlarında ve kendi belleklerinde, kalplerinin cesareti ölçüsünde yolculuğa çıkmak isterler ancak ailelerinden kaçıp kurtulsalar bile, hatıralarından, geçmişlerinden, isimlerinden kaçamayacaklarının bilincindedir. Diğer yandan, lirizmiyle kurulan ve teşbihi çok seven bir dilin, "eski sevgili" ile satır satır konuştuğu, sorular sorduğu hikâyeler de, adını görmesek bile klasik Bahtiyar Aslan hikâyesi diyebileceğimiz bir imza taşır. Sevgiliden anneye uzanan "aşk, muhabbet ve özlem", zamanın bir yerinde öksüz kalmış çocuğun, terk edilmiş bir sevgilinin kırık düşlerini tamir etmek için değil, onları yalnızca hatırlamak ve yeniden unutabilmek için yazılmıştır. Çünkü anlatıcı, sözün insanları birbirine bağlayacağına inanır ve sözlerini, sevdiklerini bu yüzden hikâyelerine çağırır.

Yer yer sıradanlaşan, yoğun bir lirizmle tahkiyeyi zedeleyen bu dil, anlattığı hikâye ne kadar kıymetli olursa olsun, "Eksikliğin çoğalıyor anne." cümlesiyle bir hikâyeyi değil, "başka bir şeyi" seslendirir. Son olarak tüm bunların dışında, Bahtiyar Aslan'ın Sancı'da "Kule" ve "Kuyu" öyküleriyle hem biçim hem de içerik olarak çok daha derin ve özgün bir hikâye yazdığına şahit oluruz. Hikâyeleri güçlüdür ve kelimeler çağrışımlarıyla sayısız metin doğurur. Kule, aynı zamanda kuyudur ve kuyu aynı zamanda kuledir. Birbirine bakan iki göz, iki ayna birbirini durmadan tekrarlar. Yazgılarını da. Kuleyi anlamak için kuyuya inenler, kuyuyu da bir kule gibi çıkarlar. Bahtiyar Aslan, "Kule" hikâyesiyle meşhur kıssanın özgün bir yazımının mümkün olduğunu göstermiştir "Kuyu kulenin gölgesidir." der baba, "Kuyu kazarken zihnimde bir kule fikri yükseldi." der kuyucu. "Kule" öyküsündeki şiir de, derin bir kuyuya çağırır bizi: "Rüya gördüm, kuyuda yankıladı. [...] Kuyu kulede, kule kuyuda yankılandı. Kuyu kuyuda, kule kulede yankılandı."

Böylece sesini duyarız, kuyuda kalmış bir sesin, kendini durmadan çoğaltan, yankılayan bir sesin. Dahası kuyulardaki tüm adamların, tüm kadınların, tüm çocukların yani hiç durmadan kuyularda dolaşanların. İnsanın bilinen bir yazgısı, yankılanır Sancı'da. Yazgıdır, insanın durmadan kuyularda dolaşması da.