Aydınlıktan önceki son karanlık
Yazar öykülerinde, kişinin yönelimlerini ve yönelimlerinin sonuçlarını etkileyici bir şekilde işlerken, karakterlerin solukluğu ve bulanıklığı ile kitabı karanlık bir tema içerisinde konuşturuyor. Yine de yazarın karanlığı aydınlığın başlangıcı olarak görmesi kitaba farklı bir bakış açısı getiriyor.
Ayça Erkol'un Bir Kış Gecesi Misafiri (Alakarga Yay.) kitabı toplumdaki zedelenmiş aile yapısını ve aykırı kişilikleri okuyucuyla buluşturuyor. Toplumdaki aksaklıkları ve düzensizlikleri çarpıcı şekilde karakterler üzerinden anlatıyor. Kitap birbirinden bağımsız beş öyküden oluşuyor. Bu anlatılar arasında bir geçiş olmasa da sanki aynı kahramanın farklı hâlet-i ruhiyelerini farklı "karakterler" üzerinden anlatıldığı hissine kapılıyoruz. Kitapla aynı adı taşıyan "Bir Kış Gecesi Misafiri'' yükseliş öyküsü diyebiliriz. Yazar, her öyküsünde okuyucunun merakını diri tutsa da bu öyküsünde toplumdaki olayları yüzümüze bir "soğuk su'' gibi çarpıyor. Öykü içinde anlatılan olaylar ile okuyucunun heyecanı dorukta tutuluyor, buna ek olarak öyküdeki gerilim ile de okuyucunun ürkmesi sağlanarak kitaba yeni bir soluk getiriliyor. Yazar, öykülerinde toplumun farklı kesimlerinden insanları ortak bir noktada topluyor: Umarsızlık.
Yazar öykülerinde çıkış kapısına bir türlü ulaşamayan, çaresizce hayatın akışına kapılan karakterlerin içler acısı hâllerini gören okura ister istemez bir iç hesaplaşma olanağı tanıyor. Kişilerin, günlük hayattaki düzensizliğin içerisinde savruluşlarını, düşüşlerini ve tekrar ayağa kalkma mücadelesini mıh gibi akılda tutan öyküler dikkat çekiyor. Bu yönüyle öyküler, dik başlılığın nasıl boyun eğişe dönüştüğüne, ahlak değerlerinin kişiler arasında bulanık ve duru su gibi keskin ayrıklığından dem vuruyor. Diğer öykülerde ise, birbirine benzeyen karakterlerin tek bir kişi olup olmadığı zihinleri kurcalıyor. Kitaptaki karakterlerde de ortak yargılara rastlıyoruz. Karakterlerin, iyiliğin ya da kötülüğün kişinin içinde olmadığını, bunu tercih etmeleri ile iyi ya da kötü sıfatlarını kendi tercihleriyle edindiklerine tanık oluyoruz.
- "Saklambaç'' öyküsünde geçen şu satırlar açıklamamıza örnek olacak hüviyette: "Beni ayıplıyor olabilir mi? Neden gidip bakmadın? Yardım edebilirdin! Yirmisekizinci sayfayı buluyorum. Yarın çocuk gürültüsü dinleme ihtimalim azaldığı için sevinçliyim, kaldığım yerden okumaya devam ediyorum.'' Öykülerde, toplumsal cinsiyet kavramına da değinen yazar, toplumdaki azınlık grupların seslerine de yer veriyor. Bu güncel konu yer yer bazı okurlardan tepki alabilecek türden ifadelerle sunuluyor. Ailede yaşanan olayların verdiği çatlakları, bozuklukları da gerçekçi bir gözle görmemizi sağlıyor. Çoğu öyküde yalnızlığın bir insan suretine bürünmüş hâlini görüyoruz. Seçilen yalnızlık ile maruz bırakılan yalnızlığın arasına keskin bir çizgi çizildiği ve okuyucunun da burada kendisine çeşitli çıkarımlar yapabileceği fark ediliyor. Genel olarak, toplumdan dışlanmış, sevilmeyen karakterler aracılığı ile toplumdaki bozuk kişilikler üzerinden anlatılar gerçekleştiriliyor.
Son olarak yazar öykülerinde, kişinin yönelimlerini ve yönelimlerinin sonuçlarını etkileyici bir şekilde işlerken, karakterlerin solukluğu ve bulanıklığı ile kitabı karanlık bir tema içerisinde konuşturuyor.
Yine de yazarın karanlığı aydınlığın başlangıcı olarak görmesi kitaba farklı bir bakış açısı getiriyor: "Bir adın bile yokken, güvenle sarıp sarmalanmış hâlde hayata akmayı beklerken ananın rahmi de karanlık değil miydi? Ve her şeyin sonunda yine kara toprağa sığınmayacak mısın?" Kitabı bohem bir havada işleyen yazar, kullandığı sokak dili ile metnin okuma akışını zayıflatıyor. Bundan dolayı da okurun rahatsız olabileceği cinsten cümleler satırlara yerleşiyor. Kesik anlatımlar ile yer yer öykülerinin akışına set kuruyor.