Zamanlarının ötesinde birleşen yapıtlar1984 & Senato Evi
Bloomsbury’de, Londra Üniversite’sine doğru yürüyorduk. Arkadaşım Elif, heyecanla yüksek lisans eğitimi aldığı SOAS (Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu)’ı anlatıyor ve bana kahve ısmarlamak için sabırsızlanıyordu. Kampüse girdiğimizde karşımda ilk bakışta çevresindekilerden ayrılan ince uzun pencereli, piramit görünümlü, bana doğrudan Orwell’ı hatırlatan bir bina vardı. Beyaz cephesinde 1984 romanındaki “SAVAŞ BARIŞTIR. ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. CAHİLLİK GÜÇTÜR” sloganları yazılıydı sanki. Elif, şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki bir an sustu. Ne söyleyeceğimi anladığı zamanlarda yaptığı gibi muzipçe yüzüme baktı. Ve ben tam da beklediği cümleyi kurdum: “Bu bina ne kadar da Orwell’ı hatırlatıyor. Sanki 1984 romanındaki Gerçek Bakanlığı!”
Yazar, romanını yayımladıktan 70 yıl sonra bir okurunun -tarihçesinden habersiz- kendisine ilham olan binanın karşısında durup başyapıtını hatırladığını bilse ne söylerdi?
Belki de, Gerçek Bakanlığı’nı, Big Brother’ı ve 101 numaralı odayı unutmayan okuyucuları için bu sürprizi özenle hazırladığını ifade ederdi. Bu söylediğim size iddialı gelebilir ama Elif’in de kampüse geldiği ilk gün gördüğü manzara karşısında şaşkınlıkla Orwell’ı anımsadığını, birkaç gün sonra derste Senato Evi’nin Orwell ile ilişkisi anlatılınca merakının son bulduğunu, hatta romanı okuyan çoğu öğrencinin aynı şeyi düşündüğünü öğrenecektim. Bu durum sadece biz okurlarla alakalı olmamalı, öyle değil mi?
Dilerseniz bağlantıya geçmeden önce 1984’ü kısaca hatırlayalım. Olaylar, sorgusuz sualsiz Büyük Birader’e bağlı itaatkâr insanların yaşadığı Okyanusya’da geçer. Bu ülkede tele ekranlarla hareketler, düşünceler, davranışlar izlenir.
Korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk manipüle edilir. Muhalif bir yeraltı örgütü toplumun düşmanı olarak görülür. Romanın ana karakteri Winston Smith, Gerçek Bakanlığı’nda çalışır. İşi, haberlerdeki gerçekleri yok etmektir.
Emirler doğrultusunda sürekli bilgileri değiştirir, olayları ve kişileri silip yeniden yazar. Bu durumdan rahatsız olan Smith otoriteyi içten içe kabullenmez. İtaatsizliği beden dili, jest ve mimiklerine yansır. Ve her şey günün birinde antikacıdan aldığı deftere Büyük Birader’i sevmediğini yazmasıyla başlar.
Distopyasıyla yüzleşen Orwell
“İstifa etmek için başvuruyorum çünkü bir süredir kendi zamanımı boşa harcadığımı fark ettim. Şu anki siyasi durumda İngiliz propagandasının Hindistan’a yayını neredeyse umutsuz bir görevdir. Ben kendime zaman ayırmayı tercih ediyorum. Gazeteciliğe ve yazmaya geri dönerek daha üretken olabilirim.”
24 Eylül 1943 tarihli bu mektubu George Orwell, -gerçek ismi olan Eric Blair imzasıyla- BBC Doğu Hizmeti Müdürü Lush Rushbrook Williams’a yazar. 1941’de BBC Hindistan Yayın Propagandisti ve Savaş Muhabiri olarak işe alındığı görevinden istifasını açıklarken, şirketle herhangi bir görüş ayrılığı olmadığını, iyi muamele gördüğünü belirtir ve kuruma teşekkürlerini iletir. Onu istifaya sürükleyen süreçte sanırım vücudunun veremle, dünyanın da birbiriyle olan savaşının etkisi büyük...
Hindistan propaganda metinlerinden rahatsızlığını sadece BBC arşivindeki mektubundan değil, bir yıl öncesinde günlüğüne yazdığı “Propagandanın her türlüsü yalandır, gerçekler söylendiğinde bile” notundan da anlıyoruz. Durumunu üstlerine dürüstçe ifade etse de 9889 numaralı çalışan Eric Blair’ın istifası kabul edilmez. Kendisinden övgü dolu sözlerle bahsedilir ve propagandistlikten alınarak Tribune dergisi editörlüğüne getirilir.
Gördüğü, duyduğu, yaşadığı olayları, içinde bulunduğu mekânları gizli ya da aşikâr anlatma isteği, Eric Blair’ın nasıl George Orwell’a dönüştüğünün ipuçlarıyla dolu…
Yazar olmanın bir yerden gitmek, bir şeylerden vazgeçmek olduğunu gösteren Orwell, 1984’ü yazma amacını şöyle açıklıyor: 'Geçtiğimiz on yıl boyunca en çok yapmak istediğim şey politik yazıyı sanata dönüştürmektir. Çünkü ifşa etmek istediğim bazı yalanlar, dikkat çekmek istediğim bazı gerçekler var.'
Orwell, iktidarları boyunca sadece kendi vatandaşlarına değil insanlığa eziyet eden Hitler, Stalin ve Mussolini’nin dünyayı savaş, yıkım, açlık ve soykırıma mahkûm edişine şahit olur.
Tüm bunları politik bir yazıyla değil edebî bir eserle ortaya koyar. 1948’de tamamladığı romanı bilimkurgu türünün klasiklerinden sayılır. Yayımlandığı günden beri her okuyan, romanın kahramanı Winston’ın şahsında kendi distopyasıyla yüzleşir.
Orwell’ın da romanında aslında kendi distopyasıyla yüzleştiğini, Anthony Burgess 1985 kitabında anlatır. Burgess, 1984’ün sadece dönemin totaliter rejimlerini eleştirmediğini, asıl ve büyük eleştirinin İngiltere’ye olduğunu söylüyor.
II. Dünya Savaşı yıllarında BBC’de çalışan Orwell’ın, o günlerde işe gidip geldiği Senato Evi’nde yaşananlardan çok etkilendiğini anlatıyor. Gerçekten de binanın tarihçesine ve savaş dönemindeki kullanım amacına baktığımızda, yazarın yaşadığı bazı olayların romanındaki bazı bölümlerle birebir örtüştüğünü söyleyebiliyoruz.
Gerçek Bakanlığı’nın gerçekliği
Orwell’ı hatırlatan binanın tarihçesi 1926 yılına kadar uzanır. Londra Üniversitesi Rektör Yardımcısı William Beveridge, asıl ünün distopya bir romanın ardından geleceğinden habersiz, yeni binalarının dünya çapında tanınması için Rockefeller Vakfı’nı 400.000 pound bağış yapmaya ikna eder. Kral V. George’un temelini attığı bina dış cephesinden, klasik iç mekânlarına kadar modernizm simgesi kabul edilir.
1939 yılına gelindiğinde 2. Dünya Savaşı patlak vermiştir. Üniversitenin fakülteleri öğrencileriyle birlikte binadan uzaklaştırılır. Çünkü Senato Evi, Enformasyon Bakanlığı’nın savaş propagandası ve sansürden sorumlu departmanı olarak kullanılacaktır. Binanın çatısı Kraliyet Gözlem Müfrezesi’ne ayrılır. Bütün gazeteci ve muhabirler savaş taktiği olan propaganda çalışması için bu binaya toplanır.
Keep Calm and Carry On, Home Publicity gibi 2. Dünya Savaşı’nın ünlü tanıtım kampanyaları ve posterleri burada hazırlanır.
7 Kasım 1940 gecesi Blitz’teki Nazi bombardımanının hedefi olan senato binası, düşen beş bombaya âdeta meydan okur. Kimsenin zarar görmediği saldırıda binanın altıncı ve yedinci katı az da olsa tahrip olur. Buna rağmen dayanıklılığı dillere destan olmuştur.
1984’teki Gerçek Bakanlığı’nın Senato Evi olduğunun ilk kanıtı da bu olayla bağlantılı olarak Orwell’ın şu satırlarında gizli: “Güneş yer değiştirmişti; Gerçek Bakanlığı’nın artık ışık almayan sayısız penceresi, bir kalenin mazgalları kadar korkunç görünüyordu. Piramit biçimindeki bu dev yapı, Winston’ın yüreğine yılgı saldı. Kaya gibiydi, ele geçirmek olanaksızdı. Bin bomba atılsa bile yıkılmazdı.”
Ünlü mimar Charles Holden tarafından portland taşıyla yapılan Senato Evi, gerçekten de kaya gibidir. Sayısız penceresi vardır ve piramide benzer. Gerektiğinde yer altında çalışılabilecek sığınaklara sahiptir. BBC, bombardıman esnasında yayınlarına yerin metrelerce altından devam eder.
Propagandistler arasında Orwell da vardır. Ve Burgess’tan öğrendiğimize göre oda numarası 101’dir. “Söylenenlere bakılırsa, Gerçek Bakanlığı’nın yerüstündeki üç bin odasının yeraltında da uzantıları bulunuyordu” der çalıştığı kurumun büyüklüğünü ifade etmek için romanında… Sığınakları ise O’Brien’ın Winston’ı muhafızlara doğru itip “101 Numaralı Oda’ya!” emrini verdikten sonra anlatır: “Tutuklandığından beri gönderildiği her odada, binanın neresinde olduğunu anlamış ya da az çok kestirmişti. Odaların hava basıncında küçük farklılıklar olsa gerekti. Muhafızların onu dövdükleri hücreler yer yüzeyinin altındaydı. O’Brien tarafından sorguya çekildiği oda yukarılarda, çatıya yakın bir yerlerdeydi. Burası ise yerin metrelerce altındaydı, olabildiğince aşağılardaydı.” Yazar, 101 numaralı odayı sorgu esnasındaki kafesli fare işkencesiyle âdeta okuyucularının beynine kazır.
Öyle ki çok sayıda film bu odayı bir ya da birkaç sahnede görür. İlk akla gelenler, Kill Bill Volume 2 ve Matrix. Neo’nun 101 numaralı odası farklı anlamlar içerse de Larry ve Andy Wachowski kardeşler distopik bilimkurgu yazarı da kabul edilen Orwell’ı selamlamayı ihmal etmez. Brazil, V For Vendetta, Two&Two filmleri ise farklı kahramanlarla sistemi yenmeyi ya da teslim olmayı anlatırken 1984’ü hatırlatır.
Büyük Birader, Huber ve Zuckerberg’i izliyor
Orwell’ın, savaş muhabirliği ve propagandist olarak çalıştığı dönemlerde görüp bildiklerini, geriye dönüp düzeltemediklerini, içinde küllendirdiği gerçekleri sansürsüz anlatabileceği tek yöntem şüphesiz bir anti-ütopya yazmaktı.
Yazar Bernard Crick’in George Orwell: Bir Hayat kitabından, Orwell’ın yazmaya savaş öncesi karar verdiğini, toplumsal analiz ve uyarı romanı için üç ciltlik büyük bir taslak hazırladığını öğreniyoruz. Çalışmaları planladığı gibi gitmese de savaş sonrası başyapıtları Hayvan Çiftliği (1945) ve 1984 (1948) ile sadece kendi zamanının değil tüm zamanların analiz ve uyarı romanlarını yazmış oldu. Bazı eleştirmenler onu gazete ve dergi sütunlarındaki yazılarıyla kitaplarının da ötesinde “iyi bir deneme yazarı” olarak tanımlar.
Bazıları da Orwell’ın, 1984’ü yazarken Zamyetin’in Biz kitabından esinlendiğini söyler. Bu iddia 1930’lardaki bir mektubunda onu çok beğendiği ifadesine dayandırılır. İki kitabın karakter ve konu benzerliğiyle desteklenir. Fakat Orwell’ın kendine has dili karamsar sonuyla tam bir distopya olduğu da belirtilir. Eski Ahit’te Davut oğlu Vaiz’in söylediği gibi “Önce ne olduysa, yine olacak. Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak. Güneşin altında yeni bir şey yok.”
Bana kalırsa en acımasız eleştiriyi, Orwell’ın teknolojiyi şeytani bir çerçevede yansıttığı kanısında olan Peter Huber yapar. 1984’ten ilhamla 1994 yılında Orwell’in İntikamı’nı yazar. Aslında kitabın neredeyse tamamını Orwell yazmıştır. Huber, Orwell’ın tüm kitap, makale, mektup, biyografi ve BBC programlarını tarayıp yüklediği bilgisayarı yardımıyla, onun cümlelerinden kes-yapıştır yaparak alternatif bir 1984 ortaya çıkardığını iddia eder.
- Orwell’ın 40’lı yıllarda yazdığı eserde romanları bilgisayarların yazacağı iddiasıyla alay etmek için Huber’ın 90’lı yıllarda yaptığı çalışmaya baktığımızda, fikirlerinin ne denli sağlıklı olduğu tartışılır. Çünkü yapay zekâyı konuştuğumuz günümüzde çağın gerçekleri Huber’ı değil, Orwell’ı haklı çıkarıyor. Ve buna Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in, Orwell’ın İntikamı’nın internetin toplumu iyi yönde geliştirdiğine yönelik bir kitap olduğu önerisi bile engel olamıyor. Çünkü ofisinden paylaştığı fotoğrafta Zuckerberg’in bilgisayar kamerasının bantlı olduğunu görüyoruz. Bu da bize kabul etmese de Büyük Birader’in kendisini seyretmesinden rahatsız olduğunu düşündürüyor.
İnsan gördüğünü değiştirebilir mi?
İstifasının kabulünden sonra Orwell’ın İskoçya’nın batı kıyısındaki Jura Adası’na yerleştiğini BBC’deki mesai arkadaşlarıyla yazışmalarından öğreniyoruz. 4 Haziran 1946’daki mektubunda, bir kitaba konsantre olduğunu anlatır.
Vereminin ağırlaştığı dönemde hastalığına rağmen yazdığı ve 1948 yılında tamamladığı romanına neden bu ismi verdiğini yakın dostu yazar Julian Symons’a şöyle açıklar: “Kitabın yazımını 1948 yılında tamamladığım için 1948’in son iki rakamının yerlerini değiştirmeye karar verdim.” Eserini tamamladıktan iki yıl sonra hayata veda eder.
Totaliter rejimleri eleştirirken hep insanlıktan yana taraf tutan yazarın hatırasına, 1984 dünü, bugünü ve yarını anlattığı için her dönem okunmaya devam edecek. Sorduğu sorular, içeriği ve ürpertici sahneleriyle tartışmalara yol açan eseri, ismini aldığı yıl Michael Radford beyaz perdeye uyarlar. Filmi, bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde izledim.
Kitabın tüyler ürpertici içeriğine uygun kasvet ve baskıyı hissettirecek tasvirler oldukça başarılı. Yalnız Senato Evi’nin kullanıldığı sahne için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü ben gördüğümün etkisinde kaldım, bana gösterilenin değil! İnsan gördüğünü değiştirebilir mi?