Ya peşinde olduğun bir hüdhüd değilse?
Yeni Dini Hareketler’in karakteristik özelliklerinden biri, bunların dünyevi olanı ruhani bir görünümle örtmeleridir. Dünyevi ilgilerden kopmayı göze almadan, çok ruhani, yüksek metafizik, üst düzey irfani konularla ilgilenmek yani.
Zaman zaman yaptığımız yurt dışı yolculuklarında, mümkünse o bölgenin sufilerini ziyaret etmeye, hayatta olmayanların kabirlerine uğramaya çalıştık. Doğudan batıya, Avrupadan Uzak Doğuya kadar gidebildiğimiz yerlerde böyle fırsatlar da bulduk. Sanki bütün bu coğrafyalarda yaşanan şey şu ayetin işaretiydi: “Her ne yöne dönerseniz Allah’ın vechi oradadır.”
Bu halkalar vesilesiyle farklı coğrafyalardan yüzlerce sufiyle tanışarak Gariplerin Kitabı ya da Ufuklardaki Ayetler kitaplarında anlatılan şahsiyetlerin birer roman kahramanı olmadıklarına şahit olduğumuzda, Hz. Mevlânâ’nın şu beytinin daha bir anlam kazandığını gördük: “Yeryüzüne ait olan bu bedenle/ Göklerin peşine düşmem ne acayip.”
Bu halkalarda bir ruh yoldaşlığı vardır. Ancak nadir de olsa, göklerin peşinde olmayı vadettiği halde, müritlerini dünyaya yönlendiren sözde şeyhlere de rastladık. Bir sufi sözü şöyle der: Seni dünyaya yönlendiren seni aldatmıştır, seni Allah’a yönlendiren sana iyilik etmiştir. Her ikisi de var, gördük.
Dünyaya yönlendirmek ne demek? Belki dünyalık bir güç, gösteri ve dünyevi bir amaç birlikteliğe yönlendirmek anlamına geliyor bir yönüyle. Bir başka açıdan da, dünyevi zevklere yönlendirmek. Öyle ya da böyle, sufilerin yolunun dışına çıkmak demektir bu.
Namaz kaçırtan vahdet meseleleri
Yeni Dini Hareketler’in karakteristik özelliklerinden biri, bunların dünyevi olanı ruhani bir görünümle örtmeleridir. Dünyevi ilgilerden kopmayı göze almadan, çok ruhani, yüksek metafizik, üst düzey irfani konularla ilgilenmek yani. Fedakarlık yapmadan, zihinsel ve psikolojik (manevi demeye dilim varmadı) idmanlar yapmak. İşte dünyaya yönelten ya da en azından dünyadan koparmaya niyeti olmayan böylesi sözde tasavvuf yapılarının olduğunu söyleyebiliriz.
- Halleri ve görünümleriyle, aksesuarları ve tavırlarıyla sufilere benzeyen böylesi şeyhlerin temel sorununun dönüp dolaşıp, seyr u sülûkta şeriatı ilk mertebe bilip, müritlerine kendilerinin şeriat makamını aştıklarını hissettirmeleri ve bu öğreti sonucunda da müritlerde de ortaya çıkan lakaydilik, umursamazlık. Mesela, en derin vahdet meseleleri havada uçuşurken namazların kaçabilmesi.
Bir kısmı Avrupalı mühtedilerden oluşan, genelde okur- yazar, eğitimli, kariyerli, varlıklı müritler, manevi arayışları sonucu bu yollara denk gelmişlerdi.
Söz konusu sözde tasavvufi yapıları, ne kadar mistik kültlere (Yeni Dini Hareketlere) benzetmekten imtina etsem de, bu benzetmeden kaçmak çoğu kez imkansız denecek kadar zor. Yukarıda bir ortaklığa değinmiştim, başka ortaklıklar da var: Hem bu tarikatlar hem de kült dediğimiz Yeni Dini Hareketler’in ortak noktası, geleneksel olandan beslenmekle birlikte, dine yeni bir yorum ve form katmış olmaları. Bir başka ilginç ortaklık da, yayılmada ve savunulmasında din değiştirmiş olanların gayretlerinin baskın oluşu.
Ortak nitelikleri
Bu oluşumların bazı ortak nitelikleri var görünüyor. Bu ortaklıkları şöyle sıralayabiliriz (kiminde hepsi, kiminde bazılarına rastlanmakta):
1- Anlam Arayıcılığı: Kültlerin ve yeni nesil sözde tasavvuf akımlarının ortak yönlerinden biri, her ikisinin de eğitimli, beyaz yakalı ve varlıklı kişilere hitap etmesi. İkisi de geleneksel forma güncel bir yorum getirmek suretiyle, modern insanın anlam arayışına cevap vermeye çalışır. Böylece müridan ibadet, uzlet vb. ile konforunu bozmayarak, yolun öğretisi, toplantı ve zikir ayinleriyle manevi bir doygunluk hisseder.
2- Bâtınîlik: Kültlerde kadim dinlerdeki kurallar, ezoterik bir yorumla harmanlanıp gizemli bir forma sokulur. Hatta bazı kültlerin liderleri Tanrı’yla bizzat görüştüğünü söylediği kurallarla üyelerini bir peygambermişçesine (bazen bir tanrıymışçasına) yönlendirir. Söz konusu tarikatların şeyhleri de, aldıklarını iddia ettikleri ilhamlarla, ayetleri ve kuralları bâtınî olarak yeniden yorumlayıp en temel konuları değiştirerek müritlerini yönlendirebilir. Mesela İran’da tanıştığımız ve silsilesinin kadim bir tarikata dayandığını iddia eden biri, Kur’an-ı Kerim’de cehennem ile kastedilenin, bu dünyada ve öbür dünyada Allah’a kavuşamamak olduğunu, aslında cehennem diye bir şeyin olmadığını söylemişti. Bir diğeri de, ayette başörtüsüyle kast edilenin, güzel ahlakla kusurları örtmek olduğunu iddia etmişti. Belki bu uç bir örnek ama şöyle ya da böyle, şeriatın kurallarını gönlünce esneten diğerlerini de bu başlık altında hayal edebilirsiniz. Gerçek sûfîler ise, bir ayetten işaret yoluyla çıkarılan anlamın geçerli sayılması için onun zâhirî mânayla çelişmemesi noktasında hassastır. Ebû Süleyman ed-Dârânî’nin, “Kalbime gelen bir ilhamın doğruluğunu iki âdil şahit (Kur’an ve Hadis) tasdik etmedikçe doğru kabul etmem” demesi de bu hassasiyete bir örnektir. Bu batınilik zamanla, şeriat-tarikat-hakikat üçlüsündeki şeriatı ilk basamakmış gibi algılatıp, şeriatın sıradan, sokaktaki, avami Müslümanlar için olduğunu da iddia edebilir. Oysa Faslı mübarek bir Şeyh Efendi’nin de dediği gibi:
Şeriat, tarikat ve hakikat bir bardak sütün içeriği gibi ayrılmazdır. Sütün suyu, yağı ve kaymağını bir seferde içersin. Biri eksik olursa o içtiğin artık süt olmaz.
3- Karizmaperestlik: Kültler en önemli güçlerini karizmatik ve otoriter bir liderden alır. Liderleri istediği için topluca intihar eden üyeler bile vardır. Bu yeni nesil sözde tarikatlarda da, bildiğimiz mürit-mürşid ilişkisinden farklı bir ilişki gözlemlenir. Tarikatlar günah işleme ve ahlaksızlık karşısında duyarlı yapılar olma iddiasındadır.
Ama bu sözde tasavvufi yapılarda, sözde şeyhler ahlaki zaaflara sahip olabilir (mesela cinsel istismar), günaha meyyaldir, zahiri kuralları hafife alır ama müritleri büyüleyen karizmaları sebebiyle sorgulanmazlar. Olay çoktan tasavvuf olmaktan çıkmıştır ama müritlerin bundan haberleri bile yoktur. Haberi olanlar Şeyh San’an ya da Hızır- Musa kıssasını anlatarak olup biteni ört bas eder.
4- Geleneksel cennet ve cehennem algısıyla çelişki: Bu tarz sözde tarikatlarda cehennem vurgusuna ya da şeytana hiç atıf yapılmamakta, hemen her zaman aşk ve muhabbetten bahsedilmektedir. Zaten böylesi tarikattakiler için cennet ceptedir ve mürşitlerinin gücüyle en yüksek mertebeler onları beklemektedir. Tanrı inancı olan kültler de, cenneti kendilerine has ve cepte görürler. Böylesi kültlerin çoğu kez dünyevi olana yönelmekte pervasız olmaları gibi, bu tür yapılar da öte dünyaya ilişkin herhangi bir endişe ve korku taşımadıkları için dünyaya yönelirken pervasız olabilmekte.
5- Bir aile olduklarına dair ısrarlı vurgu: Bu tarikatlardaki yapı içi dayanışmayı “Müslüman Müslümanın kardeşidir” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak güzel görebiliriz. Ancak bu sözde tarikatlar, hadislerdeki “kardeş” terimini hemen her zaman kendi tarikatlarındaki kardeşlik olarak algılayıp diğer Müslümanları az öteden sevmeleri sebebiyle de kültlere benzer.
Malum, kültlerde de grup içinde, diğer insanlara ya da dindaşlara olmayan yoğun bir sevgi ve dayanışma pratiği vardır. Ve her iki grupta da, herhangi bir eleştiri ya da sorguda bulunan müride karşı bu sevgi birden dışlamaya ve hatta nefrete dönüşebilir.
6- Ekonomik sömürü: Birçok kültte çok belirgin bir para akışı vardır. Üyeler düzenli olarak para yardımında bulunmaktadır. Bu yolla Osho, Hindistan’da mistik bir filozofken yıllar içinde ABD’de Rolls royce’ların efendisine dönüşmüştür. Ortalama bir tarikatta rastlayamayacağınız ve hep lidere doğru akan paralar bu tür yapılarda sıklıkla görülür. Kısmen ekonomik hareketlilikle ilgili olarak, hem kültlerde, hem de sözde tarikatlarda, şeffaflığın olmadığını görürüz. Bu yapılar, dışarıya karşı ketumdurlar.
Yeni Dini Hareketler üzerinde uzun yıllardır çok sayıda çalışma sürdürülüyor. Konuyla ilgili önemli bir birikim oluşmuş durumda. Bizim bahsettiğimiz sözde tasavvufi yapılar da tıpkı kültler gibi incelenmeyi bekliyor.