Hegemonyaya başkaldırı: Yeni Dini Hareketler
Yeni Dinî Hareketler olarak tanımlanan oluşumlar, bilinen insanlık tarihi boyunca var olduğu kabul edilen maneviyat arayışının modern yansımaları olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar Türkiye’de “din” başlığı altında kendine geniş bir faaliyet alanı bulamasa da, özellikle Batı ülkelerinde hem din hem maneviyat/kişisel gelişim iddiaları üzerinden oldukça yaygın bir etkiye sahiptir.
Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar, insanoğlunun din ve maneviyat arayışının tarımın keşfi ve yerleşik hayata geçiş ile beraber ortaya çıktığı kabul edilmekteydi. Arkeolojik veriler, 2,5 milyon yıllık insanlık tarihinde bu dönemi, günümüzden 7-10 bin yıllık bir geçmişe dayandırmaktaydı. Bu, küçük göçer avcı-toplayıcı gruplardan köy ve kasabalar kuran topluluklara dönüşmek anlamına gelmekteydi.
Ancak Alman Arkeolog Klaus Schmidt ve ekibi, Şanlıurfa Göbeklitepe’deki incelemeleriyle bu tarihi değiştirecek değerlendirmeler sundu. Göbeklitepe kazılarında bulunan 11500 yıl öncesine ait kalıntılar, dünya üzerinde tespit edilen ilk tapınağı işaret ediyordu. Son birkaç yılda kalıntıların yapısına ve üzerinde yer alan sembollere ilişkin yapılan analizler, söz konusu yapıların düğün-doğum-ölüm seremonileri ile ilintili olabileceğini öne sürse de, henüz kazılmamış toprak altında olduğu tespit edilen 20 tapınak bulunmakta.
- İlk tek tanrılı din veya dinlerden biri olarak kabul edilen Yahudiliğin 4000 yıllık geçmişi düşünülecek olursa, Göbeklitepe’deki kalıntılar, aşkın bir varlık ile ilişki kurmanın ve hatta bu ilişkinin grup düzeyinde gerçekleşmesi arayışının zannedildiğinden çok daha eskiye dayandığını ortaya koymaktadır.
Yeni Dinî Hareketler olarak tanımlanan oluşumlar ise, bilinen insanlık tarihi boyunca var olduğu kabul edilen işte bu maneviyat arayışının modern yansımaları olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar Türkiye’de “din” başlığı altında kendine geniş bir faaliyet alanı bulamasa da, özellikle Batı ülkelerinde hem din hem maneviyat/kişisel gelişim iddiaları üzerinden oldukça yaygın bir etkiye sahiptir.
Bu hareketler, kurumsal dinin (kilise) yapısına ve bireyselciliği kutsayan müesses sosyo-politik sisteme meydan okuyuş biçiminde ortaya çıkmakta ve daha iyi bir yaşam ve/veya Tanrı’ya ulaşma iddiasıyla maneviyat arayışı içerisindeki insanlara reçeteler sunmaktadır. Hareketlerin kurucuları ise bu reçeteleri kimi zaman bazı yerleşik dinler ve onların öğretilerine kimi zaman da spiritüel anlayışlara veya psikolojik temellere dayandırarak oluşturmaktadır.
Yeni Dinî Hareketler olarak bilinen akımlar bir yandan anlam arayışı içindekilere aidiyet, kimlik ve tatmin sağlarken, bazıları da söz konusu arayışı istismar ederek kişisel çıkar, manipülasyon ve çatışmaların odağı olmaktadır. Bu hareketleri yapısal özellikleri itibariyle genel olarak iki kategoriye ayırmak mümkündür. İlk kategoride yerleşik ve geleneksel dinlerden mülhem hareketler, ikinci kategoride ise kişisel gelişim ve spiritüalite eksenindeki eklektik hareketler yer almaktadır.
Yerleşik ve Geleneksel Dinlerden Mülhem Hareketler
Mooniler (Unification Church /The Family Federation for World Peace and Unification)
Mooniler olarak bilinen hareketin teolojisinin Budizm, Konfüçyanizm, Daoizm, Şamanizm gibi Kore’nin yerli dinlerinden, Kore Hıristiyanlığından, Eski Ahit ve Yeni Ahit’ten etkilendiğini söylemek mümkündür.
Hareket, 1936’da Sun Myung Moon’un Hz. İsa’dan vahiy aldığını ve Tanrı’nın yeryüzündeki krallığını gerçekleştirmek için kendisinin seçildiğini öne sürmesiyle başlamıştır. Moon, Hz. İsa’nın yanında Hz. Musa, Buda ve hatta Tanrı’dan vahiy aldığı iddialarıyla, 1952 yılında hareketin inançlarını içeren Kutsal İlke veya Eksiksiz Ahit adını verdiği öğretilerini ortaya koymuştur. Çağdaş yeni dini hareketler arasında en kapsamlı ve sistematik inanç öğretilerinden birisine sahip olan bu hareket, Batı’da yarattığı etkiyi büyük ölçüde, öğretilerinde Kore’nin senkretik dini iklimini yansıtıyor olmasına borçludur. Öğretilerinde, insanın yaratılışı, yaratılış amacından uzaklaşması ve tekrar yaratılış haline döndürülerek kurtuluşa ermesi süreçleri vurgulanmaktadır.
- Buna göre Tanrı, Adem ve Havva’yı, Tanrı merkezli bir aile kurmaları için yaratmıştır; ancak şeytanın etkisiyle bozulmaya uğramıştır. Şeytan, aslında görevi onlara yardım etmek olan baş melek Lüsifer’dir.
Lüsifer, Havva’yı etkileyerek, Adem ile evlenmeden önce cinsel ilişki kurmalarını sağlamıştır. Bu birleşme, Tanrı merkezli olan ailenin, Tanrı’nın niyeti dışında bir hale gelmesine neden olmuştur. Ve Tanrı’nın isteği dışında sürmekte olan aile yapısı halen devam etmektedir. Tekrar yaratılış haline dönüş, Mesih’in Tanrı merkezli aile kurmasıyla gerçekleşebilecektir; fakat Mesih gerçekleştiremeden öldürüldüğü için görev ikinci defa geleceğine inandıkları Mesih tarafından yerine getirilecektir. Kurtarıcı olarak gördükleri Mesih’in geleceği tarih ise 1920’ler olarak hesaplanmıştır ki Moon da 1920’de doğmuştur. Moon, 1992 yılında Mesih olduğunu ilan etmiştir.
Moon, iddiasına göre Adem ile Havva’nın gerçekleştiremediği ideal aileyi üçüncü eşi Hak Ja Han ile evlenerek kurmuştur. Böylece ‘ideal’ olduklarını iddia ederek, Tanrı ile doğrudan iletişim kurup onun iradesini bilebildiğini ve gerçekleştirdiğini ileri sürmektedir. Moon’un Tanrı’nın rehberi olduğuna inanan müritleri ise Tanrı’nın cennetine girmek için kutsanmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Bu kutsama, Moon’un fotoğraflar üzerinden yaptığı eşleştirmelere dayalı toplu evlilik merasimi ile gerçekleşmektedir. Bu evliliklerde Mooncular arasından belki de birbirini hiç tanımayan ve hatta farklı dilleri konuşan hareket üyelerinin birbirleriyle evlenmesi söz konusudur.
Moon, 1970’li yıllarda Amerika’ya gelişinden itibaren görüşleri ve eylemleri ile tartışma konusu olmuştur. Özellikle para toplama, vergi kaçırma ve endoktirine teknikleri nedeniyle eleştirilmiştir. 1982’de vergi kaçırma suçundan hüküm giymiş, 18 ay hapiste yatmıştır. Sun Myung Moon’un 2012 yılında vefatının ardından milyarlarca dolarlık serveti çocukları arasında miras kavgasına neden olmuştur.
The Nation of Islam (İslam Milleti)
The Nation of Islam, Amerikan toplumunda siyahilerin, maruz kaldığı mağduriyetler dolayısıyla kendi kimliklerini bulmaya yönelik arayışları sonucunda ortaya çıkmıştır. Dinî iddiaya dayalı bir toplumsal eylem üzerinde yoğunlaşmıştır ve bu özelliği, onu diğer pek çok dinî hareketten farklı bir konuma yerleştirmektedir. Her ne kadar genel olarak İslami bir grup olduğu iddiası taşısa da, The Nation of Islam, öğretilerinin bir kısmını İncil’e dayandırmakta, kardeşlik öğretisi ve Allah’ın eşsiz ilahlığı gibi temel İslami doktrinlerden bazılarını ise reddetmektedir.
- Hareketin kurucusu Wallace Dodd Ford’tur (1877-1934). Wallace Dodd Ford, Müslüman olduktan sonra Fard Muhammed adını almıştır. Fard Muhammed, İncil’e ve İslami doktrinlere dayandırdığı hareketin öğretisini kendi ideolojisi ile birleştirerek inşa etmiştir.
Zamanla kendisini İslam’ın Mehdisi ve Musevi-Hıristiyan geleneğinin Mesihi olarak tanıtmıştır. Yine siyahi bir işçi olan ve daha sonraları adını Elijah Muhammed olarak değiştiren Elijah Poole’u (1898-1975) halef tayin etmiştir.
Elijah Muhammed, Allah’ın bildirdiğine göre ilk insanın siyah ırktan olduğunu ve bütün diğer ırkların ondan türediğini iddia etmiştir. Beyazlar ise Allah’a isyan eden Yakup adındaki siyahi bir bilim adamının genetik deneyleri sonucu beyaz olmuştur. Elijah Muhammed ayrıca bütün ‘sözde’ siyahilerin farkında olmasalar da Müslüman olduğunu öne sürmüştür; müritlerin görevi, bu sözde siyahilere ilk insan olduklarını öğretmek ve Müslüman olduklarını anlamalarını sağlamaktır. “Hıristiyanlık beyazların dini olduğu” için uyandırılmış bir siyahinin, Hıristiyanlığı kabul etme ihtimali yoktur. Beyazlar ise doğuştan şeytan olduğu için, İslam’ı kabul edemez.
Elijah Muhammed’in en gözde müritlerinden biri Malcolm X adıyla tanınan Malcolm Little’dır. Hareketin uluslararası bir savunucusu haline gelen Malcolm X, daha sonra Nation of Islam’dan kopmuş, nispeten orta yol İslam inançlarını benimsemeyi tercih etmiştir. Ve ihtimal dahilindedir ki, ırkçılığa karşı beyazlarla beraber mücadele edeceği ifadesi, Malcolm X’in Elijah Muhammed’in hareketinin bir üyesi tarafından öldürülmesine sebep olmuştur.
Elijah Muhammed’in 1975’teki ölümünden sonra hareketin liderliğini oğlu Warith Deen Muhammed üstlenmiştir. O ise hareketi American Muslim Mission (Amerika İslam Misyonu) adı altında orta yol İslam’a yöneltmiş ve örgütlenmeden kopuşlara neden olmuştur. Yine de The Nation of Islam’ın Amerika, Kanada ve İngiltere’de 25 bin ila 100 bin arasında üyesi olduğu tahmin edilmektedir. Yukarıda da işaret edildiği gibi bu hareket ABD’deki ırkçılık ve ayrımcılık gibi hegemon sosyo-politik yapıya tepki olarak doğmuş, kimlik ve aidiyet arayışlarında dinî referanslardan yararlanmıştır.
Gush Emunim (İnançlılar Bloğu)
Kökenlerini Yahudilikten almış dinî-milliyetçi bir hareket olarak öne çıkan Gush Emunim (İnançlılar Bloğu) ise 1974’te kurulmuştur. Grubun manevi lideri, Hamam Abraham Yitzchak ha-Cohen Kook’dur. Kook’un ölümünden sonra oğlu Tzevi Yehudah Kook hareketin başına geçmiştir.
Rav Kook, içinde yaşadığımız çağın hem seküler hem de ortadoks Yahudilerin bedel ödeyeceği bir kefaret sürecinin başlangıcı olduğunu iddia etmekte ve İsrail devletinin bu kefaretin ‘ilk açan çiçeği’ olduğunu savunmaktadır. Hareketin üyeleri, Tanrı’nın İsrailoğulları’na vaat ettiği topraklar tümüyle geri alınıncaya kadar bütün Yahudilere sorumluluklar düştüğünü savunmaktadırlar. Siyasal engeller, insanların Mesih’e olan inancının sınanması olarak görülürken, İsrail devletinin kuruluşu ve devam eden varlığının Tanrı’nın emri olduğuna inanılmaktadır. Rav Kook’un 1982’deki ölümünün ardından bazı üyeler artık grubun orijinal biçimiyle var olmadığına inanırken diğerleri, grubun ideolojisinin devam ettiğine inanmaktadır. 1992’de harekete 100 bin yerleşimcinin üye olduğu ve 50’yi aşan yerleşim bölgesinde bulundukları tahmin edilmektedir. Gush Emunim siyasi amaçlı bir hareket olarak Filistin topraklarındaki illegal yerleşimlere destek vermekte ve bunu dini bir dille meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Kişisel Gelişim ve Maneviyat Eksenindeki Hareketler
Sayentoloji Kilisesi (The Church of Scientology)
Kurtuluş ve Tanrı’ya ulaşma sürecini yerleşik dini doktrinlerden ayrı olarak sunan öğretisiyle öne çıkan hareketlerden biri Sayentoloji Kilisesi hareketidir. Sayentoloji tanrısal öze kavuşmayı bireysel gelişme üzerinden açıklamaktadır. 1954’te Lafayette Ron Hubbard (1911-1986) tarafından kurulan Sayentoloji Hareketi, Hubbard’ın ruh sağlığı ve psikolojik bunalımlarla ilgili çalışmalarına yer verdiği Dianetik: Modern Ruh Sağlığı Bilimi kitabını çıkarmasıyla toplumun dikkatini çekmiştir. Kitap, ‘dianetik terapi’ tekniklerinin arkasında yatan temel felsefeyi açıklar.
Bu felsefeye göre geçmişte yaşanan acılar bellekte kayıtlı tutulduğu için, zihinler bulanıklaşmakta ve etkinliğini yitirmektedir. Dianetik terapinin amacı, geçmişi zihinden silmek ve bulanıklaşmış bellekleri eski haline getirmektir. Böylece ‘tanrısal öz’e ulaşılmış olur. Ancak tanrısal öze ulaşmış olmak, yani ‘saf’ olmak için, ‘ön-temizlik’ ve ‘denetleme’ sürecinden geçilmesi gerekir, ne var ki bu hizmetler ücretlidir.
Grubun üyeleri Sayentoloji’yi ‘uygulamalı dini felsefe’ olarak tanımlarlar; hareketin ahlaki yapısı ise seküler niteliktedir.
Üyeler, vücuttaki toksinlerin ‘temiz’ hale gelme sürecini geciktirdiğine inanırlar. Kafein, nikotin ve alkole izin verilmiştir; ancak keyif verici hapları kullanmaya karşıdırlar.
Hizmetlerinin ücretli ve hatta pahalı olması, Sayentoloji’ye yöneltilen eleştirilerin başında gelmektedir. Dünyada bu hareketin ilkelerini uygulayan yaklaşık 5.6 milyon Sayentoloji üyesinin olduğu belirtilmektedir.
Osho (Rajneesh Movement)
Manevi gelişmeyi vurgulayan bir diğer hareket, felsefe profesörü Bragwan Shree Rajneesh tarafından 1970’lerde kurulmuş olan Osho’dur. Osho, temelde tüm doktrinlere ve öğretilere karşı olduğunu ifade etmiştir; ancak yayınlarında aktardığı öğretilerinde aydınlanmayı manevi gelişmenin amacı olarak açıklamıştır.
Osho, diğer hareketlerden farklı olarak kadınların manevi açıdan üstün olduğunu ve erkek müritlerden daha iyisini yaptığını iddia etmekteydi. Hareketin Rajneesh’in kişisel görüşlerinden, pozitif beden öğretilerinden, Batı’nın bilimsel psikolojik modeli ve Doğu’nun mistisizminden oluşan doktrininde, ekolojik düzene saygı vurgulanmış ve ayrıca çalışmanın ibadet olduğu iddiası ortaya konmuştur. Ancak müritlerin Rajneesh’in çiftliğinde ilkel koşullara katlanarak günde en az 12 saat çalıştırılması eleştirilere yol açmıştır. Burası ‘tapınılan’ bir ‘hizmet’ kampı olarak eleştirilmiştir. Her ne kadar bu eleştirileri bertaraf edebilmiş olsa da, vergi kaçakçılığı, varlıkları zimmetine geçirme, telefon dinleme ve göç yasalarını çiğnemeye yönelik suçlamalar Rajneesh ile hareketin önde gelen üç liderinin tutuklanmasına ve hareketin 1985’te dağıtılmasına neden olmuştur. Rajneesh, salıverilip Amerika Birleşik Devletleri’nden sınır dışı edildikten sonra, ilk zamanlardaki öğretileriyle yine gelişmiş ve büyümüştür.
- Toplamda 250 bin civarında üyesi olan bu hareket zamanla taraftarlarını kaybetmiş olsa da Rajneesh öldüğünde (1990) hala meditasyon merkezleri ve pek çok ülkedeki cemaatleri ile 20 bin kadar üyeye sahip olduğu bilinmektedir.
Günümüzde uluslararası hareket olma özelliğini koruyan ve hatta Türkiye’de de kitapları yaygınlaşan Osho, gayrı resmi düzlemde faaliyetlerini hala sürdürmektedir.
Transandantal Meditasyon
Manevi gelişmeyi bilimsel teknikle vaad eden hareketlerden Transandantal Meditasyon (TM) hareketi ise Hintli bir guru tarafından eğitilmiş olan Maharashi Mahesh Yogi tarafından 1957’de kurulmuştur. Yoga Sutra’daki düşünme tekniklerinin modern bir biçimini sunduğu iddiasıyla hareket, aslında bir din değil bilimsel bir tekniktir. Hem Maharashi hem takipçileri, hareketin din dışı niteliğe sahip olduğunu, çünkü TM tekniklerinin inançta veya yaşam tarzında bir değişiklik yaratmadığını ifade etmektedirler. Onlara göre transandantal meditasyon “herhangi biri tarafından öğrenilebilir” niteliktedir. Bilinci şekillendirme tekniği olarak TM, hem fiziksel hem de ruhsal anlamda bireyin tüm yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu tekniğe göre bir kişi, meditasyon sırasında uykudaki halinden daha da gevşemiş halde olur. Bu ne bir uyku hali ne de hipnotik transa geçiştir; çünkü şuur, uygulama sırasında açıktır. Bu meditasyon, sabah ve akşamüstü saatlerinde olmak üzere günde iki defa yaklaşık yirmişer dakika yapılmaktadır. Onlara göre herkes bu meditasyonu uygulayacak olsa tüm sosyal problemler ortadan kalkar.
Her ne kadar seküler bir tablo çiziyor olsa da, TM’nin kamuya sunduğu yüzü bütünüyle seküler değildir. Zira seanslar bir öğretmenin uyguladığı geleneksel bir dua ile başlar.
Bu hareketin ilgi çekmesinin nedenlerinden biri, Hindu inanç, sembol ve pratiklerini Batılıların kabul edebileceği şekilde uyarlamış olmasıdır. Bu, inancı olmayanların kabul edilebileceği nitelik kazanmasını sağlamaktadır. Bir diğer neden ise bu hareketin kendini bir dinden çok, bir bilim olarak sunmasıdır. Hareketin bilimsel anlamlandırmaları, dünyevi faydalarının araştırılmasını kolaylaştırmakta; böylece öğretilerin makul görülebilir düzeye çekilmesini sağlamaktadır.
Feng Shui
Toplumumuzda oldukça aşina olunan fakat Yeni Dinî Hareketler kapsamında olduğu tahmin edilmeyen Feng Shui, sunduğu maneviyat rehberliği ile son derece geniş kesimler tarafından referans alınır. Sözlük anlamıyla “rüzgâr” ve “su” anlamına gelen Feng Shui, sağlıklı, varlıklı ve huzurlu yaşam ortamının harmanlandığı bir yaşam sanatını ifade etmektedir.
Dünyanın uğurlu/olumlu ve uğursuz/olumsuz olmak üzere güçlü enerji hatları ile çevrili olduğu ve bu güçler arasındaki denge düşüncesinin iki ucu Taoist Yin ve Yang felsefesini merkez edinir.
Bu hareket, insanların şansının doğuştan gelen şans (değişmez), insanın kendi yarattığı şans (değişebilen) ve dünyevi şansa bağlı olduğu felsefesine sahiptir. İnsanların doğuştan getirdikleri şans kaderleridir; çalışarak ve eğitimle kendi şanslarını yaratabilirler. Kontrol edebildikleri şanslarının olumsuz yönlerini ise doğadaki enerjileri kullanarak Feng Shui ile olumlu hale getirebilirler. Yin (negatif) ve yang (pozitif) enerjiler arasında bir denge ve uyum olduğu zaman sağlık, başarı, refah ve ilişkilerin ahenkli şekilde bir araya getirilmesi mümkün olur. Feng shui uzmanları, sundukları direktifleriyle evdeki eşyaların yeri ve odalar dizayn edildiğinde uğurlu dengenin başarılabileceğinin sözünü verirler. Batılı insanın başarı arayışı, bu Uzak Doğu felsefesinin etkinliğini arttırmaktadır. Bir yandan mekân ve insan arasındaki ilişkiyi düzenleyen kuralları onu dinî olmaktan uzaklaştırırken, insanların hem manevi hem de maddi dünyasına hitap etmesi onu ilgi çekici kılmaktadır.
Yeni Dini Hareketlerde Kadın
Örneklendirmelerde de görüldüğü gibi, Osho dışında pek çok yeni dini hareket toplumsal ve manevi olarak kadınları merkez almamış, cinsiyet eşitliği gibi bir görüşe dayalı olarak gelişmemiş hatta kadınları zaman zaman dışlamıştır. Oysa kadınlar hem eski hem yeni dinlere tabidirler. Öte yandan kadınların alternatif inançlar ve ritüellerini patriarkal bir kültürle açıklamaya çalışmak genel bir tutum olarak öne çıkmakta; bu ise, kadınların entelektüel bakış açılarının marjinalleştirilmesine neden olmaktadır. Örneğin, 16. yüzyılın başlarında Kuzey Avrupa’da birçok kadın (çoğunlukla yaşlı) büyücülük yaptığı suçlamasıyla zulüm görmüş, cezalandırılmış, ve hatta idam edilmişlerdir. Benzer şekilde Yeni Dinî Hareketler’de de kadınlar tanınmıyor. Hatta kadınların liderliği ancak kendi sosyal bağlamlarından etkilenmek kaydıyla, oldukça nadir görülmektedir. Bu noktada bazı hareketlerde kadınların liderliği ‘baskıdan kurtuluş’ ve ‘özgürlük mücadelesi’ olarak ortaya çıkmakta, bir başka ifade ile ataerkil Tanrı kavramının bir eleştirisi yapılmaktadır.
Bunlardan Wicca Hareketi (bilge bir kadın/cadı), ilahların en yücesinin hangisi olduğuna kadınların karar verdiği, paganizmin bir formudur. Kristaller ve bitkilerin kullanıldığı, birtakım metafizik ritüellerden oluşan soyut ve doğal büyü ile bu kararı verirler. Bu harekete katılanlar için büyü sadece manevi bir güç işaretinden ibaret değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel özgürleşmenin ezoterik sembolüdür. Wicca anlayışına göre doğa ve ilahi olan birbirinden ayrılmaz. Bu açıdan bakıldığında kutsal manada kadın olmak demek, tanrıçanın hem doğadan bağımsız olması hem de doğanın kendisi olması demektir. Diğer bir ifade ile Tanrıça’nın dünyanın logos’u (idrak) olması demektir. Tanrıça doğal dünyayı ortaya yaratır. Kadınlar bu ezoterik alana girdiklerinde onların dişi ayı (Lady Moon) kendilerine rehberlik eder.
- Bazı pagan gruplarında ise kadınlar atalarına ve ilahlara yiyecek, içecek vererek, ilahiler okuyarak ve dualar ederek özgürlüklerine ulaşır. Son dönemlerde ortaya çıkan ve çevrim içi örgütlenen Anoreksiyo Nevroza Topluluğu bunlardan biridir.
Bu hareket, en yüce tanrıçanın zayıf olduğu inancına dayanır. Bu topluluğun herhangi bir kurumsal yapısı yoktur; zayıflık ideali üzerine tartışmaları (thinspiration) çevrim içi gruplarda gerçekleştirirler. Hareketin takipçilerine göre mükemmel/kemale ermiş kadın, iskeleti belli olan kadınlardır; dolayısıyla yeme-içme problemi hastalık olarak görülmez, bilakis teşvik edilir. Kendi ideal zayıf modellerini ise Armani, Dolca&Gabbana, Valentino, Chanel gibi moda dünyasının imajlarından seçerler.
Bu hareket ile ilgili yapılan tartışmalara bakıldığında, anoreksik bedenin ideal olması anlayışının son 20 yılda yerleşmediği, çok daha eskilerde de var olduğu görülmektedir. Nitekim Siena’lı Azize Katarin gibi bazı İtalyan Hristiyan mistik kadınlar kutsanmakta ve literatürde ‘kendini şehit etti’ ifadesiyle anılmaktadır.
Bu hareketin felsefesinde yiyecek içecekten kendini arındırma, bir mutluluk ve vecd duygusu uyandırmaktadır. Dolayısıyla dişi tanrılara/tanrıçalara dua ederken oruç tutmak, ibadetler esnasında uyulması gereken normatif etik yaklaşım olarak öne çıkar. Hareketin takipçileri, Ana (Sanal) Tapınaklarında ve cemaatlerinde ibadet ederken bir takım kokular, tütsüler, mumlar, kutsal sayılar kullanırken, uygunsuz yemekleri de kurban etmektedirler.
Anoreksiya Nevroza Yanlısı Topluluğun aksini savunan kadın merkezli yeni dini hareketler de bulunmaktadır. Feminist Eko-Esoterik Spiritüalite bunlar arasında yer almaktadır. 1960 ve 1970’lerde gelişmiş olan ve tabloları kadınların hikâyelerini kutsallaştıran, onları anneler, öğretmenler, tanrıçalar, rahibeler olarak ve manevi şifacılar olarak çizen sanat hareketlerinden kökenlerini alan bu hareketler, kadınların maruz kaldığı haksızlıklara karşı öfkeyi ve kadınların uğradığı şiddete son verme isteğini ifade ediyor. Bu hareketler, geleneksel dinler ve kurumların dışında, feminist sosyal hareketlerden ortaya çıkmıştır. Nitekim Christian Science’ın kurucusu Mary Baker Eddy, Seventh Day of the Adventist Church’un kurucularından Ellen G. White ya da Fox sisters, Hindistan geleneğinde Nirmala Devi (Sahaja Yoga) ve Mata Amrtanandamaya Devi gibi yaşadıkları dönemlerin dinî dünyasında oldukça etkili olan Amerikalı kadın dinî liderler, her zaman kadınların kendi maneviyatlarında aktif rol almaya hakları olduğunu düşüncesini vurgulamışlardır.
- Çakra öğretisine dayalı ezoterik anatomi biçimi olan Spiritüel Human Yoga hareketini kuran Luong Minh Dang da onlardan biridir. Takipçileri tarafından Master Dang olarak bilinen Luong Minh Dang 1942’de Güney Vietnam’da doğmuş ve Amerika’ya 1987’de göç etmiştir.
Kendi geliştirdiği terapisi, çakraların vedik konseptine dayalıdır. Bir tür ezoterik anatomi olan terapisine göre, insan vücudunun yedi bölümüne karşılık gelen kök çakra, sakral çakra, solar pleksus (karın boşluğu çakrası), kalp çakrası, boğaz çakrası, alın (üçüncü göz) çakrası, taç çakra olmak üzere yedi temel çakra vardır. Master Dang, Sri Lanka’da Desira Narada II adında manevi bir liderin evrensel enerjiyi kontrol etme bilgisini kendisine aktardığını iddia eder. Dang, bu becerisiyle çakralar üzerinden insan bedenine girebileceğini ileri sürer. Master Dang takipçileri çakraları açma tekniklerini Spiritüel Human Yoga olarak bilinen hareket üzerinden öğrenirler.
Modernleşme ve ona eşlik eden dünyevileşme, insanın inanma, manevi bağlanma, kendisine kutsal olarak görünenle ilişki kurma istek ve arayışını ortadan kaldırmamıştır. Bilhassa Batı’da geleneksel dinî yapı ve kurumların etkileri azalmış olsa da, bazen geleneksel inanç sistemlerinden esinlenen, bazen Doğu ve Batı dinlerini sentezleyen, eski ve yeni inançları harmanlayan, çevre, doğa ve bilim değişkenlerinden de ilham alan Yeni Dinî Hareketler ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerin kökenlerine, kurucularına ve üyelerin içinde yaşadıkları sosyo-politik gerçeklik ve motivasyonlarına bakıldığında bazı genel çıkarımların yapılması mümkündür. Dinin güçlü ve ikna edici dili, insanı sarmalayan duygu yoğunluğu, kutsal olanın bir sığınak oluşu Yeni Dinî Hareketler için geniş ve zengin bir repertuvar işlevi görmüştür. Modernitenin yıkıcı etkileri -ki bunlar arasında ailenin çözülmesi, bireyciliğin zirveye çıkması, iktidarların otoriter gücü, eşitsizlik, dışlanmışlık ve köklerden kopuş duygusunun belirgin hissedilmesini saymak mümkündür- insanları yeni arayışlara sevketmiştir. Kimileri bu arayışı geleneksel dinlere dönerek tatmin etmiş kimileri ise Yeni Dinî Hareketler, kişisel gelişim ve spiritüeliteye vurgu yapan oluşumlara katılarak tatmin etmiştir. Bu arayış günümüzde hala devam etmektedir.