Wittgenstein’ın hayatı romandan farksız
Ludwig Wittgenstein çağımızın en sıra dışı filozoflarından biri olarak biliniyor. Geçtiğimiz ay okurla buluşan Edward Kanterian imzalı Ludwig Wittgenstein biyografisi de bu bağlamda önemli bir kaynak. Ketebe Yayınları etiketi taşıyan kitabın çevirisini Kadir Daniş yaptı. Daniş’le hem Wittgenstein’ı hem de çeviri sürecini konuştuk.
Kitabın önsözünde de alıntılandığı üzere Martin Heidegger bir dersinde Aristo için “Doğdu, çalıştı ve öldü. Şimdi düşüncelerine dönelim” diyor. Biyografik detaylar filozofların felsefesini anlamak için bize nasıl anahtarlar sunar?
Heidegger’in düşüncesi sorduğunuz sorudan malum: Konu eser vermiş adamlarsa biyografik ayrıntıların o kadar da önemi yoktur ona göre. Fakat ben de biraz Kanterian gibi düşünüyorum; evet, belki genelde herhangi bir filozofun, bizim durumumuzdaysa Wittgenstein’ın eserlerini anlamak için hayatını bilmemize gerek yoktur. Ama yazarının yaşantısını, dostluklarını, aşklarını yahut düşmanlıklarını, takıntılarını, acılarını bilirsek metni daha iyi anlarız.
En kötü ihtimalle bir şey kaybetmeyiz; filozofun hayatını bilmek, eserini anlamayı zorlaştıracak değil ya... Diğer taraftan karşımızdaki filozof Wittgenstein’sa hayatını bilmek bence ayrıca önemli.
Çünkü bu adam son derece kapalı, neredeyse kendisi için yazmış, öyle ki Tractatus’un birilerince felsefe kitabı olarak değil, şiir olarak algılandığı bile olmuş. O yüzden, genç Heideggerciler darılmasın ama, böyle bir adamın hayatını öğrenmek düşüncelerini anlamayı kolaylaştıracaktır. (Özellikle de mesela felsefesiyle ilgili pek çok ayrıntıyı günlüklerine yazdığı, hatta deyiş yerindeyse “günlüklerine yazarak düşündüğü” göz önünde bulundurulursa.)
Wittgenstein biyografisinin çevirisi sırasında siz çevirmen olarak ilginç detaylarla karşılaştınız mı?
Sıklıkla; Wittgenstein’ın hayatı hemen herkesin çok şaşıracağını düşündüğüm çok ilginç anekdotlarla dolu. Ben kitabı pek çok defa afallayıp kalarak çevirdim. Birçok kere “Yok canım, daha neler!” dediğim oldu. Büyük filozof neler yaşamış, neler... Hayatı bir roman yahut film olmaya çok uygun, çok dramatik (Romancı da olmam hasebiyle dramatik gerilimden anladığımı düşünüyorum) ve hikâye değeri çok yüksek eşsiz bir hayat.
Wittgenstein çağımızın en sıra dışı isimlerinden biri olarak biliniyor. Elimizdeki kitapta ise çocukluğundan yetişkinliğine düşünürle ilgili daha önce dikkatimizi çekmeyen birçok detaya da rastlayabiliyoruz. Sizce kitap okura nasıl bir Wittgenstein sunuyor?
Edward Kanterian’ın Wittgenstein’la ilgili harika bir tarifi var. Heidegger’in sizin de ilk soruda atıfta bulunduğunuz sözünden mülhem şöyle diyor: “Wittgenstein doğdu, çalıştı, sevdi, Tanrı’yı aradı, ızdırap çekti ve öldü.” Anlaşılacağı üzere burada bir ima da var: Kanterian, okura ne vaat ettiğini söylüyor. “Tamam” diyor, Wittgenstein’ın düşünceleri de var bu kitapta [zaten iki bölüm salt buna ayrılmış] ama ben size seven, Tanrı’yı arayan ve ızdırap çeken Wittgenstein’ı anlatacağım.” Ben çevirmeni olarak şu kadarını söyleyebilirim: Kanterian vaadini fazlasıyla yerine getiriyor.
Yazdığı biyografide filozof Wittgenstein’a neredeyse sırf değinmekle yetiniyor ve okurun karşısına etten kemikten bir insan olan Wittgenstein’ı koyuyor; bunalımları, travmaları, krizleri, çalkantılı ilişkileri, seyahatleri, hayatını değiştiren kararları, aşkları, mutlulukları, arayışları ve pişmanlıklarıyla, bizim gibi bir beşer olan Wittgenstein’ı.
Anlatı devam ederken Edward Kanterian sıklıkla araya girip, okura geniş alıntılar aktarıyor. Bu durumun da desteklediği biçimde metin âdeta bir roman akıcılığına kavuşuyor. Ancak akademik bir titizliğin söz konusu olduğunu da yadsıyamayız. Peki çeviri devam ederken bu üslubu korumak için hangi hususlara dikkat ediyorsunuz? Çeviri esnasında kitabın da yeniden bir üslup bulduğunu söyleyebilir miyiz?
Evvela müellifin hakkını teslim etmeliyim; Kanterian yetenekli bir nasir, hem de epey yetenekli. Tamam; Wittgenstein’ın hayatı zaten roman gibi, âdeta “Yaz beni!” diyen bir hayat ama Kanterian bunu çok iyi kotarmış. Sizin de işaret ettiğiniz gibi insanın bir biyografiden beklediği yavanlık, sıkıcılık Wittgenstein’da kesinlikle yok; akademik değeri bir yana, edebi bir eser karşımızdaki.
Gelelim bana. Elbette kitap çevrilirken yenilenmiş, “aynı insan olsa da elbise değiştirmiş”tir çünkü tercüme haddizatında bir yeniden yaratımdır. Sonuç itibariyle mana Kanterian’ın, ifade benim; kendim bir şey söylemiyorum, onun söylediklerini aktarmakla yetiniyorum ama bunu kendi kelime tercihlerimle, kendi sentaksımla yapıyorum. Bununla beraber benim tercümede naçizane prensibim Hayyam rubaiyatının bir kısmını Türkçeye nazmen çeviren Yahya Kemal’in şu dörtlüğünden neşet eder: Hayyam’ı alıp tercüme et derlerse / Öğrenmek için talip isen bir derse / Derdim ki rubaisini nazmetmelisin / Hayyam onu Türkîde [Türkçe olarak] nasıl söylerse. Yani Wittgenstein’ın Türkçe metnini, evet, ben yazdım ama Türk olsaydı, kitabı Türkçe yazsaydı Kanterian’ın yazacağı şekilde, yazmaya çalıştım.