Türk şiirinin ufkunda bir kuyruklu yıldız: Emin Bülent Serdaroğlu
“ O zaman düşmana karşı sadece futbol ve şiir ile mücadele edebiliyordum, artık bunlara hacet kalmadı”
- seni takdis edecektir yarın evlâd-ı vatan
- ben bugünden seni tebrik ederim kardeş inan!
- Tahsin Nâhid
Beş yüz yıllık vatan toprağı Selanik, 8 Kasım 1912’de düşmana teslim edilmiş; yapılan anlaşmaya göre askerlerin güvenli bir şekilde İstanbul’a gidebilecekleri garanti altına alınmıştı. Fakat onlar, sokaklarda ağır hakaret ve tacizlere maruz kalarak yaşamayı seçtiler. Şehrin gelin bohçası gibi teslim edilmesinden çok askerlerin umursamazlığına akıl erdiremeyen Oğuz, enikonu öfkelenmişti. Beri yandan pek çok sivil, İstanbul’a gitmek için sıra bekliyordu. Oğuz’un babası da bunlardan biriydi. Oğuz’un çabaları sonucu Kerem Bey, ne pahasına olursa olsun şehirde kalmaya ikna oldu.
Kısa bir süre sonra Yunanlıların keyfî tutuklamalarından o da nasiplendi. Olanlara anlam veremeyen Oğuz, babasının peşi sıra karakola gitti. Babasının geceyi burada geçireceği bildirilince eve dönmekten başka çaresi kalmamıştı. Yolu üzerindeki meşhur İttihat Bahçesi’nden geçerken buranın da Yunan zabitleriyle dolu olduğunu görünce daha da öfkelendi ve şöyle mırıldandı: “Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi”... Ömer Seyfeddin’in Primo Bir Türk Çocuğu adlı hikâyesini bilenler, özetleyerek aktardığımız pasajı hemen hatırlayacaklardır. Fakat Oğuz’un mırıldandığı mısraın geçtiği manzumeyi kaç kişi hatırlar?
Tanpınar’ın “kuyruklu yıldız”a benzettiği Emin Bülent, 1886 senesinde Halep’te doğdu. Babası, 1853-56 Kırım Harbi’nde serdar-ı ekremlik yapmış olan Ömer Lütfi Paşa’nın oğlu Mirliva Muzaffer Bey; annesi, Sultan Abdülaziz döneminin önemli devlet adamlarından şeyhü’l-vüzera lakaplı Namık Kemal Paşazade Müşir Cemil Paşa’nın kızı Hayriye Hanım’dır. İlk eğitimini Altunizade İbtidai Mektebi’nde tamamladıktan sonra Şemsü’l-Mekatip Rüştiyesi’ne yazıldı. 1901’de ise hayatının en zorlu ve güzel günlerini geçireceği Galatasaray Sultanîsi’ne 392 numara ile kaydoldu.
Önceleri azınlıkların ayrıcalıklı ve çoğunlukta olduğu Galatasaray Sultanîsi, Ali Suavi Bey’in çabaları sonucunda Türkleşme sürecine girmişti. Bülent Emin Bey’in okula kaydolduğu sene, pek çok Türk öğrenci ve öğretmen bulunmaktaydı. Dönemdaşları arasında Refik Halit, Halid Fahri, Ahmet Haşim, İzzet Melih, Müfit Ratip, Tahsin Nahid gibi ileride Fecr-i Ati’nin önemli isimlerinden olacak kişiler vardı.
Bülent Emin öğrencilik yıllarında Alphonse Daudet, Paul Verlaine, Edmond Costand, Emile Zola gibi yabancı isimlerin yanında Fuzulî ve okul müdürü Tevfik Fikret’e hayrandı. Edebiyat dersini devrin tanınmış isimlerinden Mehmet Ata Bey vermekteydi.
Öğrenciler edebiyata olduğu kadar spora da fazlasıyla meraklıydılar. Derslerde bile spordan bahis açtıkları oluyordu. Yine bir edebiyat dersinde konu futboldan açıldı ve Ali Sami Yen, Bülent Emin, Asım Tevfik Sonumut, Bekir Bircan, Mahmet Celal İbrahim (nam-ı diğer Sakallı Celal), Bekir Sıtkı, Reşat Şirvanî, Tahsin Nahit, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver’den müteşekkil bir grup son sınıf öğrencisi tarafından futbol kulübü kurulması kararlaştırıldı. Amaçları son derece açıktı: İngilizler gibi toplu hâlde futbol oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek.
1 Ekim 1905 tarihinde Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü, cemiyetler kanununa göre siciline kayıtlı, müsaadeli, meşru bir spor kulübüolarak kuruldu. Emin Bülent takımın sol açığı ve kaptanı oldu. Fenerbahçe’ye atığı iki golle ezelî rekabetin fitilini tutuşturdu.
Galatasaray, Rumların önemli bir takımı ile karşılaşıyordu. Taraftarların Rum takımı için tezahüratta bulunması onuruna fena hâlde dokunmuştu. Maçın bitiminden sonra Gümüşsuyu’ndaki evine gitti. Öfkesi hâlâ tazeliğini koruyordu. Kafasını dağıtmak için Victor Hugo’nun Les Orientales (Doğululuklar) adlı kitabını alıp okumaya koyuldu. Eserde yer alan “L’Enfant” (Çocuk) şiirine geldiğinde beynine kan sıçradı. “Türkler buradan geçti. Her şey yıkık ve yas içinde” diye başlayan şiir şöyle bitiyordu:
- Ne istersin? Çiçek, güzel bir meyva ya da harika kuş?
- - Arkadaş, dedi! Yunan çocuk, dedi mavi gözlü çocuk,
- Ben barut ve mermi istiyorum!
Emin Bülent öfkesini dizginleyemiyor, o sıralarda bir kara bulut gibi Osmanlıların üzerine çöken Girit meselesini de hatırlayıp büsbütün kontrolünü kaybediyordu. İşte böyle bir hâlde kaleme sarıldı ve Girit Müslümanlarına ithaf ettiği şu meşhur şiiri ortaya çıktı:
Göster semâ-yi mağribe yüksel de alnını,
- Dök kalb-i sâf-ı millete feyz-i beyânını!
- Al bayrağınla çık, yürü sağken zafer-nümâ,
- Bir gün şehit olunca sen, olsun kefen sana!
- Ey makber-i muazzam-ı ecdâdı titreten,
- Düşman sadâsı, sus, yine yükselme gölgeden!
- Kâfir! Hilâl-i râyet-i İslâm’a hürmet et,
- Toplar boğar hitâbını dağlarda âkibet!
- Dağlar lisâna gelse de anlatsa hepsini,
- Binlerce cân dirilse de nakletse geçmişini!
- Garbın cebîn-i zâlimi affetmedim seni,
- Türk’üm ve düşmanın sana kalsam da bir kişi!
- Ben şûrezâr-ı kalbimi kinimle süslerim,
- Kalbimde bir silâh ile ferdâyı beklerim.
- Kabrinde müsterih uyu ey nâmdâr atam!
- Evlâdının bugünkü adı sâde intikam!
“Kin” şiiri, Servet-i Fünûn’da yayınlanır yayınlanmaz büyük bir ses getirir. Kısa bir sürede geniş kitlelere ulaşır ve dillere pelesenk olur. Millî Edebiyat akımının önde gelen yayın organlarından Genç Kalemler dergisinden Ali Canip, M. Mermi ve Küçük Talat’tan oluşan bir heyet şairi ziyaret ederek üzerinde “Genç Kalemler’den Kin Şairine” yazılı altın bir saat ve kordon armağan eder. Hatta bir rivayete göre Tevfik Fikretşiiri okuduktan sonra “Artık rahat ölebilirim; şiirde bir halefim yetişti” bile der.
Şiirin neşredilmesinden kısa bir süre sonra Girit elden çıkar ve bunu takip eden yıllarda o meşum Balkan Harbi patlak verir. Devlet asker toplamaya başlar. Alınan bir kararla savaşı finanse etmek için muayyen bir meblağ belirlenir ve bu ücreti ödeyenlerin askerlikten muaf tutulacağı ilan edilir. Emin Bülent ücreti ödeyerek muafiyet kazanır. Fakat huzursuzdur. Bir gün yolda okul arkadaşı Mahmut Celal’e rastlar. Laf arasında muafiyet ücretini ödediğini ve savaşa gitmeyeceğini söyler.
Arkadaşı bu sözler karşısında beyninden vurulmuşa döner ve "Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi’ diyen bir kişi harbe nasıl gitmez?" diyerek tepkisini gösterir. Emin Bülent ne diyeceğini bilemez. Eve gidene kadar bu sorunun cevabını arar. Ve nihayet vatan uğruna bedel ödemeyi seçer. Yazdığı bir dilekçe ile askere celbini ister.
Balkanlar’da başlayan askerliği 1915’te Çanakkale’de ve 1918’de Suriye cephelerinde devam eder. Yıllar yılları kovalar...
Emin Bülent, “mahkûm kalacak mıyız ilâhî/ ta haşre kadar bu dertle böyle” diye mırıldanırken savaşı nihayete erdiren Lozan Antlaşması imzalanır. Emin Bülent, Lozan’dan kısa bir süre sonra futbola da şiire de veda eder. Kendisine bu vedanın nedeni sorulduğunda “O zaman düşmana karşı sadece futbol ve şiir ile mücadele edebiliyordum, artık bunlara hacet kalmadı” dediği rivayet edilir.
Reji Şirketi, Tütün İnhisarları İdaresi, Elektrik Şirketi, Liman İdaresi ve Merkez Bankası’nda çeşitli görevlerde bulunan “Kin Şairi”, takvimler 29 Kasım 1942’yi gösterdiğinde kendinden geçmiş bir hâlde ebedî yolculuğa çıkmayı beklemektedir. Akraba ve dostlarının ümitsizlikle sükûna gark oldukları bir anda odadaki sessizliği susturarak haykırır: Lüleburgaz, Lüleburgaz… Harbediyoruz!