Adakale, Tuna Nehri üzerinde bir yerleşim yeri ve ileri karakol noktasıydı. Adı sanı pek bilinmeyen Adakale, Demirkapı’nın yukarısında, Orşava’nın aşağısındaydı. Romanya tarafına üç yüz, Sırbistan tarafına dört yüz metre mesafedeydi. Kâğıt üzerinde, sadece iki hektarlık, dikdörtgen bir adadan ibaretti. Buna karşılık muhtevası ve hatırası, yüz ölçümünün kat kat üzerindeydi.
Adakale, “Macaristan’ın kilidi, Romanya ve Sırbistan’ın anahtarı” olarak kabul edilirdi. Tuna Nehri üzerinde Osmanlı Devleti’nin karakolu olmuş, ayrıca gümrük görevi görmüştü. Nehrin en hendeseli yerinde, suya yatırılmış bir tablodan farksızdı. Beş asır boyunca, vatanımızın kıymetli bir parçasıydı. Rumeli'nde veda etmek zorunda kaldığımız, en son Türk toprağıydı.
Suya Gömülen Vatan
Adakale’den bahsederken, geçmiş zaman ekli cümleler kuruyoruz. Çünkü artık Tuna’nın serin suları altında bulunuyor. Ne derler bilirsiniz: Gözden ırak olan, gönülden de ırak olurmuş. Onu sular altında bırakanlar, bunu yaparak, hafızalardan da silebileceklerini düşünmüş olmalılar. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Adakale, Ankara’da bir sokak, Konya’da bir cadde, Manisa’da bir mahalle ya da Siirt’te bir köy adı olarak varlığını sürdürüyor.
Gelelim Adakale’nin tarihimizdeki yerine…
Adanın Türk tarihi, 1521’de Belgrad’ın fethiyle başladı. 1923’e kadar böyle kaldı. İsmet İnönü başkanlığındaki Lozan heyeti, görüşmeler kesilme noktasına gelinceye kadar, Adakale’de ısrar etti. Nihayetinde Adakale’den vazgeçilmek zorunda kalındı. Ancak bu adadaki Türk varlığı, kırk yıl daha devam etti. Bu kırk yıl boyunca, adanın kalbi yine Türkiye ile birlikte attı.
Yüzyıllar boyunca Adakale’ye sahip olma mücadelesi veren rakiplerimiz, adanın alnına vurulan Türk mührünün tabii yollardan sökülemeyeceğinin farkındaydılar. Hiçbir müştereği bulunmayan Çavuşesku Romanya’sı ve Tito Yugoslavya’sı, konu Adakale olunca, birlikte hareket etme kararı aldılar.
Romanya ve Yugoslavya yönetimleri 1967 yılında, Orşova yakınındaki Gura Vaii Burnu’nda, Demirkapı’da hidroelektrik barajı inşa etme kararı aldılar. Ertesi yıl, ada halkının tahliyesine başlandı. Bir bölümü Dobruca ve Romanya’nın güneyine, çoğunluğu ise Türkiye’ye gittiler.
1970 yılında baraj inşaatı tamamlandı. İki yıl sonra Romanya’yı ziyaret eden dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel, birçok Adakalelinin anavatanda iskân edilmesini sağladı. Baraj inşaatı tamamlanıp sular yükselince, sadece Adakale değil, yüzlerce yıllık Türk tarihi de sular altında kaldı. Bize de Burdur yöresine ait bir türküden şu mısralar: “Denizin dibinde Hatçam demirden evler…”
Geleneksel Türk Evleri
Aziz hatırasından başka bir şeyi kalmayan Adakale’nin, sokakları dardı. “Hane” olarak isimlendirilen Adakale evleri, Dobruca’daki Türk evlerine benziyordu. Tek katlı kâgir evler, beyaz gövdeli, tuğladan ve çamur sıvalıydılar. Çatıları, kiremit ve metal sacdandı. Bahçeleri, yüksek çitli ya da duvarlıydı. Dışarıdan görülemezdi.
Evlerin, geniş ve sedirli sofaları vardı. Odalarda alçak sedir, minder ve yastık dışında pek az eşya vardı. Sedirlere, dantel işlemeli yaygılar serilirdi. Zemine, el dokuması halı ve kilimler açılırdı. Bir de “kemer hane” denilen, kale kemerlerindeki taş evler vardı. Burada, daha ziyade adanın yoksulları kalıyordu.
- Adakale Camii, kale kapısı üzerindeki yüksek bir set üzerineydi. Dikdörtgen planlı kâgir camiyi, Sultan Üçüncü Selim yaptırmıştı. Yüksek duvarları ve tek şerefeli sade minaresiyle, ada manzarasına egemendi. Sultan Birinci Mahmut, değerli el yazmalarının olduğu bir kütüphaneyi ve Sultan İkinci Abdülhamit de ipek bir halıyı, bu camiye bağışlamıştı. Adada caminin yanı başındaki Türkistanlı Derviş Miskin Baba Türbesi’ne ilaveten, Eren Dede ve Tezveren Dede Türbeleri de vardı.
Osmanlı’nın Turizm Adası
Adakale, ince işçilikli bir çiniden farksızdı. Manolya ve akasyalara ilaveten kavaklar, salkım söğütler, leylak çalılıkları ve bataklık sazları bulunuyordu. Buğday ve mısır yetiştiriliyordu. İncir ve üzüm başta olmak üzere birçok meyve ağacı vardı. Adada yetiştirilen ürünler, Orşova ve Kladovo pazarlarında satılırdı. Adada yetişen üzümler, “Adakalka” ismiyle, Kuzey Sırbistan pazarlarında rağbet görüyordu.
Adanın temel geçim kaynağı, turizmdi. Tuna’da seyreden turist vapurları, mutlaka adaya uğrarlardı. Adanın pazar yerinde, hediyelik eşya dükkânları vardı. Türk şekeri, helva, rahat lokum ve sucuk satan pastaneler de bulunuyordu. Türk tatlılarının yanı sıra, üzeri oymalı sigaralıklar ve el işleri, turistlerin ilgi odağıydı.
Adanın iki kahvehanesi vardı. Biri pazar yerinde, diğeri kale surlarının bitimindeki rıhtımın yanındaydı. Rıhtımın yakınındaki kahvehanenin terası da vardı. Kahvehane, Romen kıyısına tepeden bakan eski bir setin çatısındaydı. Türk kahvesi, tandırdaki kor ateşin üzerinde, sıcak kum tepesinde gezdirilen bakır cezvelerde hazırlanırdı. Küçük fincanlarla da ikram edilirdi.
Adakale’deki tek taşıma aracı, balıkçıların kayık filosuydu. Erkekler daha ziyade gemici ya da balıkçıydılar. Tuna’da seyreden vapurlarda, kahve ve Türk tatlıları satarlardı. Orşova rıhtımlarında işçilik de yapıyorlardı.
Demirkapı’dan geçmek hem bilgi hem de cesaret gerektiriyordu. Adakalelilerde her ikisi de vardı. Bölgedeki vapurlara kılavuz kaptanlığın yanı sıra, geceleri de tütün, sigara, kahve ve tuz kaçakçılığı yapıyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı sonrası, Ali Kadri’nin sigara fabrikasında üretilen kokulu Adakale sigaraları, Romanya’da meşhur oldu. Ancak ada yönetimi Romanya’ya geçince, bu fabrika da yeni hükümetin idaresine geçti. Adada, hemen hemen bütün kadınların çalıştığı, küçük bir konfeksiyon atölyesi de bulunmaktaydı.
İnat Değil, Haysiyet Meselesi
Adakale’nin kısa hikâyesi bu şekildedir. Şimdi yeniden başladığımız yere dönelim. Şunu düşünelim: Osmanlı yenilmeye, yenildikçe geri çekilmeye başlamıştır. Balkanlar’daki topraklar birer ikişer elden çıkmaktadır. Berlin Kongresi’nde birçok ulusun bağımsızlığı tanınmak zorunda kalınır. İlerleyen yıllarda Adalar, Kıbrıs, Hatay, Musul, Halep, Batum ve Batı Trakya elden çıkar. Dünya Savaşı’nda coğrafyamızın yarısı kaybedilir. Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul’dan yüzlerce kilometre uzakta bulunan, küçük bir ada için egemenlik ısrarını sürdürür. Bu ısrarın sebebi nedir? Soruyu biz sorduk, cevabı da biz verelim: Türkiye Cumhuriyeti, Adakale’yi inat değil, haysiyet meselesi hâline getirmiştir. Şöyle ki…
1877-1878 yılları arasında yapılan Osmanlı-Rus Harbi, bizim için büyük bir felaketle sonuçlanmıştır. Ancak 1878 yılındaki Berlin Kongresi’nde, nasıl olduysa olmuş, Adakale unutulmuş, daha doğrusu gözden kaçmıştır.
- Adakale, Romanya topraklarında olmasına rağmen, Türk toprağı olarak kalmıştır. Kara bağlantımız bulunmamasına rağmen, hukuken Türkiye’nin parçasıdır. Bu mukaddes hata, kırk yıl boyunca devam eder. 1923 yılında Lozan’da kahreden bir düzeltmeye gidilir. Adakale, Türkiye Cumhuriyeti toprağı olmaktan çıkar.
Lozan Konferansı esnasında, özellikle İsmet İnönü ve Birinci Meclis, Adakale’nin Türkiye’ye bağlılığının devam etmesi yönünde ısrarcı olurlar. Üstelik Adakale, Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer almamasına rağmen bunu yaparlar.
- İsmet İnönü hatıralarında, bu konudan şöyle bahseder: “Bir mebusun hatırlatması üzerine, Tuna Nehri içinde bulunan Romanya elindeki Adakale’nin de kurtarılması lazım geldiğini karar altına aldık. Adakale, Berlin Muahedesi’nde unutulmuş ve bizde kalmıştı. Bu sefer de kurtarılması karara bağlandı.”
Bu durum, Lozan’a katılan yabancı heyetleri çok şaşırtır. Bu ısrar yüzünden, Lozan Konferansı kesintiye uğrama tehlikesi geçirir. Neticede: İsmet İnönü, Adakale’den vazgeçmek zorunda kalır. Artık Adakale, resmen Romanya’nın bir parçasıdır.
Tuna’da Akan Türk Tarihi
Birkaç harmanlık Adakale, Romanya’ya bir şey katmadı. Bize de bir şey kaybettirmemeliydi. Fakat öyle olmadı. Aksine diğer kaybettiklerimizden daha derin bir yara, daha yıkıcı bir kayıp oldu. Öyle olmasa, Adakale’nin Romanya’ya bırakılması, TBMM gizli oturumlarında günlerce tartışılmazdı.
Yahya Kemal, “Bir Türk’ün gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır” diyor. Avrupa’nın şahdamarı olan Tuna’dan, sadece su değil, Türk tarihi de akar. Kaybedilen Tuna’ya, Tuna’da kalan Adakale ile tutunuyorduk. Bu küçük adanın elimizden çıkışında; kesilen şahdamarın, koparılan etten ve kandan bir bağın sızısı var.
Evine haciz gelen her insan, az ya da çok üzülür. Eşyalarını, özellikle manevi değeri olanları vermek istemez. Haciz memurları, bu girişimi pek anlamlı bulmayabilir. Israrları, komik ve anlamsız bir inat olarak yorumlayabilir. Hâlbuki nesilden nesle aktarılan ve önemli hatıralar barındıran bu eşyaları muhafaza etmek, bir onur ve haysiyet meselesidir. İşte, Adakale’nin bizdeki karşılığı budur. Devletimiz ve milletimiz için inat değil, haysiyet meselesi olmuştur.