Mozart’ın eserlerinde Türk etkisi
Nasıl olmuştu da Mozart, kayıt teknolojisinden henüz çok uzak bir devirde, Salzburg’da, gerçeğine bu kadar yakın bir şekilde ama aynı zamanda kendi ruhunu da içinde barındırarak Türk stilinde bir beste yapabilmişti?
18. yüzyılın ortasında Salzburg, Bavyera ile Avusturya arasında politik olarak bağımsız bir başpiskoposluktu. Mozart’ın babası Leopold Mozart bu şehre hukuk ve felsefe okumaya gelmiş ancak asıl merakı olan müziğe yönelerek 1743 yılında Salzburg Başpiskoposluk Sarayı Orkestrası’nda bir kemancı olmuştu. 1747 yılında da Anna Maria Pertl ile evlenip zaman içinde yedi çocuğa sahip oldu. İşte Mozart, bu ailenin hayatta kalan iki çocuğundan küçüğü olarak, Johann Chrysostomus Wolfgang Theophilus ismiyle Salzburg kentinin merkezinde bulunan Getreidegasse 9 numaralı evde dünyaya geldi.
Sonradan Wolfgang Amadeus ismini kullanacak olan küçük Mozart, doğduğu günden itibaren müziğe olan olağanüstü kabiliyeti ile tüm ailenin dikkatini üzerine çekti. Ablası Marianne, onun müzikle ilk tanışma anlarını “duyarak bulduğu üçlü aralıkları piyanoda arayarak eğleniyor ve armoninin zevkine varıyordu” sözleriyle anlatıyordu. Babası da, Mozart’ın henüz beş yaşında bestelediği klavsen eserleri karşısında hayrete düşüyor ve bundan böyle hayatını oğlunun geleceğine ve eğitimine adamak üzere seyahat planları yapıyordu. Çünkü Salzburg böyle bir dehanın sunabilecekleri karşısında çok küçük bir şehirdi.
- 1763 yılında Mozart, henüz 7 yaşında iken Salzburg’daki ilk konserini, Başpiskoposluk Sarayı’nda verdi. Aynı yılın haziran ayında babası ile birlikte üç yıl sürecek olan büyük Avrupa turnesine çıkarak Batı Avrupa’nın büyük şehirlerini dolaştı. Bu şehirlerin arasında Münih, Augsburg, Ulm, Stuttgart, Mannheim, Köln, Aachen, Brüksel, Paris ve Londra sayılabilir.
Bu gezilerden maddi gelir sağladıkları gibi birçok soylu ve müzisyenle ilişki kurdular. Paris’te XV. Louis ve Madame Pompadour’a, Londra’da Kral III. George ve Kraliçe Sophie Charlotte’a konserler veren küçük Mozart adını çok geniş kitlelere duyurup büyük hayranlık topladı. Oğlunun kariyeri ve gelişimi için hiçbir teklifi geri çevirmeyen Leopold, bu sefer Mozart’ı Viyana Başpiskopos’u Schrattenbach’tan gelen 120 dükalık özel bağışın yardımıyla, 15 ay sürecek olan uzun bir İtalya gezisine çıkardı. Gezi esnasında Mozart’ın adeta tüm hayalleri gerçekleşiyordu; İtalya’nın büyük şehirlerinde verdiği konserlerle çocukluğunu geride bırakırken, henüz 15 yaşında olmasına rağmen döneminin ünlü, olgun ve yaşlı bestecileriyle boy ölçüşebilecek duruma geliyordu.
Tam bu esnada Mozart, uzun bir hastalık sürecinden sonra hayata veda eden Schrattenbach’ın ardından onun yerine atanan Başpiskopos Graf Colloredo’nun orkestrasında üçüncü başkemancılığına getirildi ve kendisine yıllık 150 düka maaş bağlandı.
Başkemancılık görevini sürdürdüğü dönemde yazdığı La Majör 5. Keman Konçertosu, Mozart’ın Türk temasını kullandığı ilk büyük eseridir. Konçertonun son bölümünün orta kısmında mehter köslerini anımsatan Türk motifini her ne kadar çocukluğunda bestelediği “Saray Kıskançlığı” isimli balesinden almış olsa da, bu bale eseri günümüzde eksik ve fragmanlar halinde olduğu için çalınıp dinleyiciyle buluşması mümkün değildir. Uzunluğu yarım saati bulan konçertonun içinde 3 dakikayı bile geçmeyen bu hoş melodi, dinleyicileri o kadar etkilemiş olmalı ki, esere “Türk Konçertosu” isminin verilmesine sebep olmuş ve tüm dünyada eserin bu şekilde tanınmasını sağlamıştır.
İşin ilginç tarafı; bu melodinin inandırıcılığı ve sanki bir Türk bestecinin elinden çıkmışcasına oryantal değerler barındırmasıdır. Nasıl olmuştu da Mozart, kayıt teknolojisinden henüz çok uzak bir devirde, Salzburg’da, gerçeğine bu kadar yakın bir şekilde ama aynı zamanda kendi ruhunu da içinde barındırarak Türk stilinde bir beste yapabilmişti?
Muhtemelen Türk ve oryantal müzik tınıları devrin sokak hayatında, parodi ve komedilerinde kullanılıyordu ve çoğu besteci gibi Mozart da bu stile aşinaydı. Mozart’ın bu eserinde kullandığı Türk müziğini anımsatan teknikleri burada sayabiliriz; mehter yürüyüşünü anımsatan aksak ritmik öğeler, tek sesliliği anımsatması için farklı enstrüman gruplarının hep bir ağızdan aynı melodiyi çalmaları, davul ve zil seslerini taklit için kontrabasların yaylarının tersiyle tellere vurmaları vs. gibi. Bu tekniklerin hepsi zaten o dönemde pek çok besteci tarafından Türk müziğini taklit için kullanılıyordu fakat hiçbiri Mozart kadar başarılı olamamıştı, peki Mozart’ın farkı neydi? İşte bu noktada Mozart’ın dehası ortaya çıkıyor; Mozart sadece Türk Müziği’ndeki tınıları taklit etmemiş, Türklerin ruhunu da müziğe katmıştı.
1778 yılında Mozart, bu sefer annesiyle birlikte, yorucu beste çalışmaları ve günlük işlerinden kaçıp Paris’e gitti. On günlük yağmurlu ve zorlu bir yolculuğun ardından ulaştığı Paris, Mozart’a bir önceki sefer gibi başarı ve mutluluk getirmeyecek hatta trajedi ile son bulup Mozart’ı çok üzecekti; annesi Paris’te 3 Temmuz’da yaşama veda etti. Issız Paris sokaklarında yalnız başına kalarak sıkıntılı günler geçirmesine rağmen Mozart, bu seyahatinden de birçok yeni besteyle döndü. Bu bestelerden belki de en meşhuru bugün tüm dünyada “Türk Marşı” diye tanınan La Majör Piyano Sonatı’nın üçüncü bölümüydü. Aslında bestelenme tarihi tam olarak bilinmemekle beraber, ilk yayınlandığı 1784 tarihinden kısa zaman önce revize edildiği veya yeniden bestelendiği kesindi, ancak Paris’te geçirdiği sıkıntılı günlerin Mozart’ı dramatik Türk müziğine yönlendirmesi mümkün bir senaryo olarak cazibesini koruyor. Türk temasına küçük bir köşe ayırdığı keman konçertosundan sonra bu sefer sonatın koca bir bölümünü “Alla Turca” başlığıyla mehter takımı esintilerine bıraktığı “Türk Marşı” bugün, yaratıcı düzenlemeleriyle, farklı tempolarda ve değişik enstrumanlarla icrasıyla, ünü Türkiye’yi ve Avrupa’yı aşmış sadece Türk ismini değil, Mozart’ın ismini de dünyaya tanıtan bir başyapıt haline gelmiştir.
Mozart “Türk Marşı”nda adeta bir Türk ordusunun sefere gidişini ve bu manzaranın gösterişliliğini betimlemiştir. Hafif şiddette başlayan marş, ordunun uzaklardan yakınlaşarak gelişini resmederken, ağır aksak ritimle ilerleyen bas çizgisi ordunun önünde seyreden mehter takımının yürüyüşünü anlatır.
Şiddetini artırarak gelinen la majör kısım, forte yani yüksek şiddette olup artık yakına gelmiş mehter takımının coşkusunu tüm görkemiyle gösterir.
Sol elde halen ağır aksak ritmi veren kırık akorlar büyük davullar olan mehter köslerini, sağ elde ise oktavların uzandığı ince notalar mehteranın elde asa gibi tutarak çaldığı çevgen zillerini anımsatır. Sağ elde hızlı on altılık notalarla durmaksızın akan melodilerin oluşturduğu orta kısım ise ordunun karmaşasını, onu izleyen bir yabancının gözlerine takılan farklı farklı karakterleri hissettirir. Bütün bu kompozisyonun tekrar etmesiyle sonuna gelinen muhteşem eser yine gösterişli ve coşkulu bir şekilde son bulur.
Paris dönüşü Salzburg’da Mozart, ilk iş olarak saray orgculuğuna getirildi. İyi para kazandığı bu iş süresince dini müziklerle ilgilendi. Ayinler için ilahi tarzında besteler yaptı ve kontrpuan-füg gibi geleneksel teknikleri kullandı. Mali durumunun düzelmeye başladığı bu tarihlerde eğlenceye çok vakit harcamasına rağmen her zamanki üretkenliğinden de ödün vermiyordu. Yine Salzburg’da geçirdiği bu yıllarda Mozart, İmparator II. Joseph’in Almanca opera teşviklerine uyarak yeni bir operaya başladı. Sonradan Zaide ismini alacak olan bu opera Mozart’ın Türk temasını kullandığı üçüncü eseridir. Sultan Süleyman’ın himayesinde bir köle olan Gomatz ile Zaide’nin aşkını konu alan operanın bitirilmemiş olması ve hemen ardından Mozart’ın benzer bir konu ile başka bir opera bestelemiş olması Zaide’nin bugün repertuvarda yer almamasına ve unutulmasına sebep olmuştur.
- Zaide operasını bestelemesinde bir yıl sonra 1781 tarihinde Mozart Viyana’ya taşındı ancak o dönemde dahi müzik ve sanat şehri olarak anılan Viyana’da umduğu hayatı bir türlü yakalayamadı. Hiçbir talebine cevap vermeyen Başpiskopos, Mozart’ı altında çalıştığı diğer müzisyenleriyle aynı tutuyor, adeta ait olduğu yeri bildirircesine forsuyla onu eziyordu.
Kesinlikle otorite altına girmeyi kabul edemeyen Mozart’ın mücadelesi 1781 yılının mayıs ayına kadar sürdü ve nihayet Mozart’la Başpiskoposun yolları ayrıldı. Mozart artık özgür bir müzisyendi.
Hayatının belki de en mutlu günlerini geçirmeye başladığı bu dönemde yeni bir opera yazmaya karar verdi. Türk ve saray hayatına duyduğu ilgi ve Zaide operasını bitirememenin verdiği rahatsızlıkla olacak ki aynı konuyu tekrar ele alamaya karar verdi. Johann Gottlieb Stephanie ile birlikte eserin librettosu üzerine uzun süre çalışıp birçok değişiklikler yapan Mozart, sonunda 16 Temmuz 1782’de Viyana Burgtheater’de “Saraydan Kız Kaçırma” isimli operasını sahnelemeyi başardı. Netice çok büyük bir başarı idi. Genç bir İspanyol kız olan Konstanze, hizmetkarı Blonde ve onun sevgilisi Pedrillo ile birlikte bir gemi seyahatinde korsanlar tarafından kaçırılır ve köle pazarında Selim Paşa’nın sarayına satılırlar. Bunu haber alan Konstanze’nin nişanlısı asilzade Belmonte, onları kurtarıp saraydan kaçırmak için Türkiye’ye gelir. Selim Paşa’nın muhafızı Osmin bunu fark edip Belmonte’ye geçit vermez. İki saati aşan üç perdelik operanın sonunda Selim Paşa başından beri aşık olduğu Konstanze’yi azad eder ve Belmonte’yle ülkelerine dönmelerine müsaade eder. Bu eser Mozart’ın sadece Türk yaşam tarzı ve Türkler’i konu alan en büyük eseri değil, klasik batı müziğinde Türk temasının kullanıldığı en önemli eserlerden biridir.
Konserler, besteler, seyahatler ve maceralar Mozart’ı yormuştu ancak üretkenliğinden hiçbir ödün vermiyordu. Münih’te, Napoli Kralı IV. Ferdinand’ın huzurunda bir konser verdikten sonra Viyana’ya döndü ve 35 yaşına bastığı 1791 yılına hareketli bir şekilde girdi. İlerde en meşhur eserleri olarak tanınacak farklı formlarda birçok beste yaptı. Uzun bir aradan sonra tekrar solist olarak yeni piyano konçertosunu seslendirdi. Karısı, doğumdan hemen sonra ölen beşinci çocuklarının ardından tekrar hamile olduğu için kendi sağlığına çok dikkat ediyor ve sıklıkla kaplıcalara giderek istirahat ediyordu fakat bu sebepten dolayı Mozart evde yalnız kalıyor ve beste yaparken ona mevcudiyetiyle yardım eden Constanze’nin yokluğunu fazlasıyla hissediyordu. Prag’a yaptığı son konser turnesinin ardından Viyana’ya hasta olarak dönen Mozart son konserini halka kapalı bir törende kendi eserini yöneterek verdi.
Bu konser aynı zamanda onun evden son çıkışıydı. Romatizmadan kaynaklanan ateşli bir hastalık tanısı konulan hastalığı, kasım ayı sonlarına doğru iyice ağırlaşmış ve besteciyi yatağa bağlamıştı. 4 Aralık gecesi yatağında, elinde son bestesinin partisyonuyla öğrencisi Süβmayr’e ölümünden sonra eseri nasıl bitireceğini anlattı. Ertesi gün sabaha karşı 5 Aralık 1791’de evde olan Constanze, onun kardeşi Sophie ve bir doktorun huzurunda hayata gözlerini yumdu. Toprağı bol olsun.
Bir keman konçertosunun içinde sadece ufak bir melodi olarak başlayan Mozart’ın Türk Müziği tutkusu, zamanla önce bütün bir sonat bölümüne oradan bir opera denemesine ve nihayet muhteşem bir operaya kadar artarak devam etti. Kim bilir belki ömrü vefa etseydi Türkler hakkında nice şaheserler yaratacak ve belki de o eserleri bizzat gelip Türk topraklarında icra edecekti…