Köpüklü kahve
Benim sadece su kaynatmak için kullandığım su ısıtıcısı, onlar için hem tencere, hem ocak, hem de kahve makinesiydi. O akşam küçücük bir su ısıtıcısı sayesinde muazzam sofralar kuruldu. Etimekle yapılan tirit tatlısını, bezelye yemeğinin salataya dönüşmüş halini görebiliyordum sofrada.
Muazzez ah Muazzez! Koğuşuna yemeğe davet edince beni, “Ne kendini ne de kimseyi masrafa sokma sakın, lütfen ne varsa onu yiyelim.” dedim. Nasıl olsa karavana yemeğine biz de aşinayız. Sabahtan akşam saatlerine kadar kaldığımız cezaevi çatısı altında mahkûm ve tutuklularla aynı şeyleri yiyoruz.
C 17 koğuşunda her zamankinden farklı bir gün yaşanıyor. Hummalı bir koşuşturmaca var. Bir yandan tüm masalar alt kattaki holde birleştirilip sofralara örtüler serilirken, diğer taraftan da akşam yemeği hazırlıkları yapılıyor. Söylediklerine göre koğuşta ilk kez bir misafir için yemek hazırlığı yapılıyor. Yani onlar için olağan bir gün olmadığı gibi, benim için de değil. O akşam karavanadan bulgur pilavı çıkınca bir süzgece konulup musluğun önünde tadı sadeleşene kadar yıkanıyor. Bir yandan küçük su ısıtıcısında sıvı yağda nane ve pul biber yakılıyor. Üzerine sarımsak koyulup hafif sulandırılmış yoğurt konuluyor. Kaynayınca da yıkanan bulgurlar ekleniyor ‘ketıl çorbası’ hazırdır artık.
Gelen yemeklerin hemen hepsini ikinci-üçüncü işlemden geçiriyor ve kendi damak zevklerine uygun hale getirmeye çalışıyorlar. O akşam salataya benzeyen arpa şehriyeli bir yemek ikram ettiler bana. O da arpa şehriye çorbasından süzülen şehriyelerin tuzundan arındırılmasından sonra yapılan bir yemekti: Kantinden alınan büyük semaverde yağ yakılıp önce soğan, biber ve ardından küp küp doğranan domatesler eklenerek pişirilir, en son da kavurma ve şehriyeler eklenir, taze maydanoz serpilir.
Benim sadece su kaynatmak için kullandığım su ısıtıcısı, onlar için hem tencere, hem ocak, hem de kahve makinesiydi. O akşam küçücük bir su ısıtıcısı sayesinde muazzam sofralar kuruldu. Etimekle yapılan tirit tatlısını, bezelye yemeğinin salataya dönüşmüş halini görebiliyordum sofrada.
- Patates haşlaması sadece pazar günleri gelir, ezilerek bulgur katılıp köfte haline getirilir ya da kıymalı yemeklerin kıyması ayıklanır -ki bunun için birkaç kez böyle yemek çıkması beklenir- buzdolabında muhafaza edilerek gelen makarnaya sos olarak dökülür. Sadece bir avuç kıyma elde etmek için günler ve haftalarca beklenen ve ayıklanan yemekleri duyunca, düşünür ve sarsılırım.
Sohbet için girdiğim bir koğuşta, uzun yıllar sonra ilk kez yaprak sarmasıyla karşılaşan ağır mahkûmlardan birinin, sayıyla gelen sarmalardan sadece bir tanesini, gözlerini kapatıp öncesinde koklayarak şevkle yediğine şahit olmuştum.
Sarı saçlı mavi gözlü kadının, âdeta zamanı durdurarak ağır ağır yediği, sadece bir yaprak sarmasıydı. Buna mukabil yıllar evvel ünlülerin katıldığı bir yarışma programında, zengin ve şaşalı hayatıyla göz dolduran bir şarkıcının çiftlik hayatının zorluklarından yorulmuş halde bakkalda elli kuruşa satılan kremalı bisküviyi gözlerini kapatarak aynı şekilde yediğini görmüştüm. Bu iki kare zihnimde bir arada canlandı. İnsanın doğal yeme isteğinin ve onda bıraktığı yoksunluk hissinin, statü, yaş ya da parayla ilgili olmaksızın birçok insanda aynı etkiyi bıraktığını gözlemlemiştim.
İçerideki hayata, maddi gücü yetmesine rağmen el uzatılmayan birçok şeyin mahrumiyeti eşlik eder. Tıpkı oruçluyken bir insanın buzdolabını açıp içindekilere el uzatamaması, ihrama giren için helalin bile bir anda harama çevrilmesi gibi. Öyle bir yokluk ki bu, hem var, ama aynı zaman da yok.
O akşamki yemekte hep güzel şeylerden; evlere, ailelere ve kurulan aile sofralarına duyulan özlemlerden bahsedildi. Yemek sonrası ikram edilen muhallebiyle ziyafetimiz zirveye ulaştı. Kupa bardaklara pirinç unuyla semaverde sütle karıştırılıp yapılan muhallebi konulmuştu. Sonra bisküvi parçacıkları eklenen tatlıya, krem çikolatanın kaynar suyla melamin tabakta eritilip sütle karıştırılmasıyla elde edilen çikolata sosu eklenmiş ve en sonda da fındık parçacıklarıyla lezzet yerini bulmuştu.
Türlü imkânsızlıklar içinde ve evimizde yapılandan üç kat daha uzun bir sürede semaverde/’ketılda’ pişirerek yaptıkları ikramlara minnetimi dile getirdim. Tatlı yerken mutsuz olan insan yoktur zannımca. Biz de acılarımızı ve varlığımızı o anda âdeta dondurarak dostça edilen muhabbetin tadını almaya koyulduk. Ve su ısıtıcısında yapılan bol köpüklü Türk kahvesi eşliğinde kaderlerini ve kederlerini konuşmaya başladık.
Su ısıtıcısında kavrulmuş helva yediğim de oldu. Koğuşta vefat eden bir yakını olan mahkûm kardeşimiz için davet ettikleri zamanlarda ben Kur’an okurken bir yandan ağır ateşte bir-bir buçuk saatte helva kavruluyordu. Bir keresinde helvayı kavuran kadına, “Ne mırıldanıyorsun?” diye sordum. Tekâsür Suresi’ni okuduğunu söyledi. “Mevlâna,” dedi, “Şems’in helvasını kendi elleriyle kavururken bu sureyi okumuş.” Aklıma fast-food hayatım, meşgalelerim, yetişemediğim yerler, kolay ve pratik yemek yapma telaşım, marketten alınan her nevi ayıklanmış ve temizlenmiş hazır gıdalar geldi ve kavrulan helva, durmam ve yavaşlamam gerektiğini hatırlattı bana.
Sufi’nin dediği gibi “Belli bir yerde sabitsen her yerdesindir, ama her yere dağılmışsan hiçbir yerde değilsindir.” Ne çok dağıldığımı, zamanı ve hayatı mahpuslukla sabitlenmiş dostlarımdan öğrenmem gerekiyordu demek ki. Belki de ben bu yüzden buradaydım.