Gözyaşlarında kaybolan ada: Adakale
Rumeli 1913’de kaybedilmişti, ama 1923’e kadar bayrağımızın dalgalandığı Rumeli’deki son toprağımızdı Tuna üzerindeki bu küçük ada.
Yetmiş yaşlarındaydı, yüzündeki kırışıklıklar, “biz çok acılar gördük be oğlum” der gibiydi. Mavi gözleri ile baktığında Tuna'nın sularına dalıp gittiğini hissettirirdi bana. Muhacirdi, hem de göç ettikten sonra kimseye yük olmadan, çalışan, didinen, kırk yıllık emeğinin karşılığını almış bir Rumeli muhaciriydi. Bir an suskunlaştı. Anladım yine eski hatıralara gömülüp gittiğini. Acısını dağıtmak için sordum: Neyiniz var, nerelere gittiniz yine? “Bütün muhacirlerin bir memleketi var, gidemese de, göremese de. Ancak benim çocuklarıma gösterebileceğim bir memleketim bile yok. Çünkü sular altında kaldı. Burası çok acı be oğlum.” diyebildi sadece ve cümleyi tamamlamadan gözyaşlarına boğuldu.
O gözyaşlarında, kaybolan bir vatan gördüm. O gözyaşlarında, suların altında kalan Adakale'yi gördüm. O gözyaşlarında, sesleri şimdi çoktan unutulan Rumeli muhacirlerinin mağduriyetini, mahzunluğunu ve asaletini gördüm.
İşte bu yüzden size âdeta bir cennet adası olan Adakale'yi anlatmak istiyorum. Ama ne kadar anlatsam da gidip göremezsiniz. Artık dünya üzerinde gidebileceğiniz bir Adakale yok. 1970 yılında Romanya ile Yugoslavya’nın Tuna Nehri üzerinde ortaklaşa inşa ettiği hidroelektrik santralinin tamamlanması ile Adakale, yükselen sular altında kaldı.
- Aslında hikâye çok daha öncelere gidiyor. Sizlere Osmanlı'nın kaybettiği son adası olan Adakale'den bahsedeceğim. Farkında mısınız bilmiyorum, önce siyasi coğrafyamız daraldı, sonra da fikir coğrafyamız. Ne Rumeli kaldı ufkumuzda, ne Kafkasya, ne Asya ne de Afrika topraklarımız.
Yahya Kemal'in “Türkün gönlünde dağ varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır” sözlerini ne çabuk unuttuk. Üzerindeki Adakale'yi ise belki de hiç duymadık. Adakale, Romanya ile eski Yugoslavya arasında bulunan yaklaşık bin beş yüz metre uzunluğunda, dört yüz metre genişliğinde bir adaydı, ama memleketti. Tarihî ideallerimiz ve kültürümüzde Rumeli ismiyle, gönüllerimizde yer tutan coğrafyanın, bir inci tanesi kadar güzel beldelerinden sadece biriydi.
1390'da Yıldırım Bayezid zamanında tanıştığımız bu adaya, tam hâkim olmamız ise 1690'lardan itibaren başladı. 1793'e kadar gâh Avusturyalıların oldu, gâh Osmanlıların. Bu tarihten 1923'e kadar ise Türk toprağıydı. Bir arşiv belgesinde adanın kısa tarihi ve içinde oturanların kimler olduğu şöyle anlatılmaktadır: “Tahminî olarak 1770’li yıllardan sonra Tuna Nehri üzerinde hiçbir vapurun geçmediği bir yerdir Adakale. Bir Osmanlı paşasının kumandasında bulunan büyük ve küçük subaylar, ailelerini Adakale’ye getirmişlerdir. Burada bulunan ahali hep bu asker ailelerinin nesillerindendir… Ahalinin anadilinin sırf Türkçe olması da bundan kaynaklanmaktadır.”
1877-1878 Osmanlı Rus-Harbi’nde Türk’ün gönlünden Tuna’yı kopardılar. Osmanlı Devleti’nin Tuna Nehri’ne kıyısı olan toprağı kalmadı. Ama kader bu güzel toprağın daha kırk yıl bizde kalmasını yazmıştı bir kere. Berlin Anlaşması’nda her şeyi düşünen büyük devletler, adanın kime ait olacağı meselesini maddelere geçirmeyi unuttuklarından, Adakale hukuki olarak Osmanlı Devleti’nde kalmıştı. 1913 yılında yapılan ilk ve tek nüfus sayımı neticesi Adakale’de 171 hanede 637 kişi yaşıyordu. Bu nüfustan 458 kişi, adanın evlerinde oturan yerleşik nüfusuydu. Savaşlar dolayısıyla Belgrad, Bosna, Fethülislam gibi 1878 sonrası kaybettiğimiz son kalelerimizden gelen ve bir çatısı bile olmayıp, kale kemerlerinin altında yaşayan 179 kişilik fakir muhacir kitlesi ise adanın sosyal hayatında görülen en büyük problemdi. Adakale'deki bu gruptan 1879'da 22 hane Aydın'a; 1905'te 18 hane ise Antalya'ya göç etti (Geniş bilgi için bkz: H. Yıldırım Ağanoğlu, Tuna Nehrinde Bir Yitik Vatan: Adakale, İz Yayıncılık, İstanbul 2015).
Birinci Dünya Savaşı'nda ada bombalanınca, Adakaleliler müttefikimiz Avusturya-Macaristan gemileriyle Tuna kıyısında bir Macar şehri olan Ujvidek (Novi Sad) şehrine götürüldüler.
1918 yılına kadar Sırbistan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Romanya’nın tam kesiştiği stratejik bir noktada bulunan Adakale, gelirini turistlerden temin ediyordu. 1880’li yıllardan sonra Tuna Nehri üzerinde seyreden turist vapurları adaya çok sık uğruyordu. Turistler, küçük çarşıdaki kahvecilerde Türk kahvesini içerken hediyelik şeker, lokum, sigara ve Türk tütünü alıyorlardı. İskelesine yanaşan vapurlardan inenler, çok uzakta olan Türkiye’nin âdeta minyatür bir halini Adakale’de görebilme imkânına kavuşurlardı. Tarihî kalesi, belediye binası, cami ve mektebi, küçük dükkânların sıralandığı ana caddesi, çarşısı, kahvehaneleri ve pazar yeriyle adaya bir köy dokusu hâkimdi.
Tuna üzerinde Türk bayrağının son dalgalandığı yer olan Adakale’nin kendinden koparılmasına Osmanlı, hukuki olarak hiçbir zaman imza atmadı. Ancak Lozan Anlaşması’nda Romanya’ya bırakılması, İnönü tarafından kabul edilmiştir. İsmail Habib Sevük, Lozan’da Adakale’yi kaybetmenin acısını dikkat çekici bir üslupta anlatmıştır:
…Berlin Muahedesi yapılırken nasılsa Adakale unutuluyor… kırk yıl [daha] o küçük ada bizde kaldı… Büyük harpten sonra o kırk yıllık yanlışı düzelttiler. Hiçbir düzeltme bundan yanlış olamaz. Kırk yılın ucunda mukaddes bir unutma, diğer ucunda mel'ûn bir düzeltme. Cihan harbinden iki misli büyüyerek çıkan şişman Romanya’ya o üç harmanlık ada ne verdi? ...coğrafyasının yarısı giden biz, Arap kıtalarından çok, o adacığa yandık. Onların kazancı hiç, bizim kaybımız derin. Türk’te kalmayan Tuna, Tuna’da kalan o ada ile bize bağlıydı. Sızımızda kesilen bir damar acılığı var…
Rumeli 1913’de kaybedilmişti, ama 1923’e kadar bayrağımızın dalgalandığı Rumeli’deki son toprağımızdı bu küçük ada.
Adada yaşayan Türklerin kaderi hep göç olmuştu. Adadan gitmemek için direnen sakinleri ise hiç kimseye söyleyemedikleri göç korkusunu hep içlerinde taşımışlardı. Romanya Krallığı döneminde kısmen rahat olan ada halkı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sosyalist Romanya dönemindeki sıkıntılarla dolu yıllar geçirmişti. Santral dolayısıyla yapılacak barajı öğrenen ada Türkleri, Türkiye'ye göç etmek için Bükreş Büyükelçimize dilekçelerini ulaştırdılar. 1968 yılı sonunda yüz hanenin çoğunluğu İstanbul'a göç etti. 30-40 hane ise alıştıkları iklim ve ülkede kalmayı seçerek, Romanya şehirlerine yerleştiler.
Adakale'den göç eden Türklerden yaklaşık yüz kişi halen hayatta. Geriye, adada söylenen türküler, havasının latifliği, adada yetişen meyvelerin nefaseti, Tuna suyunun lezzeti, tuttukları balıkların anlatıldığı hikâyeler ve sicim sicim süzülen gözyaşlarındaki hatıralar kaldı.
Ada, Tuna'nın suları altında kalmadan önce, muhacir Adakalelilerin gözyaşlarına gömülmüştü zaten. Peki bizler hatırlamazsak ne olur? Ne mi olur? Elimizdekilerin değerini nereden bilebiliriz ki, dediğinizi duyar gibiyim.