Eski mesleklere yeni isimler
Hatice, arkadaşları arasında ‘çobanlığa’ gönüllü talip olanlardan. Küçükken babası hastalandığı zamanlarda başladığı çobanlığa, eşinin evinde de devam ediyor. Peki, Hatice için sertifika ne demek? “Sertifika nedir, bilmiyordum. Hatta köyde bu kursa katılacağız diye bizi ayıpladı insanlar. Çobanlığın sertifikası mı olurmuş? Herkes kâğıt parçası diyordu, ama o kâğıt bizim önümüzü açtı.”
Onlar, peygamber mesleğinin adını değiştiren bir sertifika programında çobanlığı öğrendiler. Erkeklerin kaçtığı bu mesleğe sahip çıktılar. Malatyalı bu kadınlar, eski ismiyle çobanlar artık ‘Sürü Yönetimi Elemanı’ olarak çağrılıyorlar.
Sertifikalarla dolu dosyalar, duvarlar, zihinler... Herkes bir mesleğin, bazen de bir hobinin sertifikalandırılmış başarısı altında bulunmak istiyor. Kâğıttan hayatlar ya da sertifikalı hayatlar diyebiliriz bunlara. Çokları kısa yoldan para kazanmak için bu sertifika programlarına servet döküyor. Faydalı olanları yok mu, elbette var. Fakat tecrübenin tamamen hasıraltı edildiği bazı sertifika programları da var ki, Allah sonumuzu hayr etsin diyerek geçiyoruz. ‘Sahi, bu programlar kimlere hitap ediyor? Sertifika almak bu derece elzem miydi?’ diye araştırırken, belki de duyup duyabileceğim en ilginç sertifika programlarından birine rastlıyorum. Sadede gelmeden, hayatında hiç sertifika almamış birinin meseleye yaklaşımını okuyacağınızı peşinen belirtmem gerek.
Sürü yönetimi elemanı, nam-ı diğer çoban
Olayımız, Malatya’nın Akçadağ ilçesinde cereyan ediyor. Sadece kadınlardan oluşan bir sınıf ve ‘Sürü Yönetimi Elemanı’ kursu! Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü düzenliyor üstelik. Bakmayın siz uzun uzadıya yazdığım bu kursun adına. Özeti, peygamber mesleği olarak bilinen ‘çobanlık’. İsim değiştirdiği yetmezmiş gibi bir de sertifika programına dâhil edildi peygamber mesleği. Kursu düzenleyenlere göre ‘çobanlık’ ikinci sınıf bir meslek. Eğitimle bu mesele çözülmüş(!) oluyor. Ne yapılıyor bu sertifika programında?
- Ülkemizde elli bir ilde, on bir bin kişiye verilen çobanlık eğitiminde kursiyerlere yirmi lira cep harçlığı ödeniyor, ayrıca iş kazası ve meslek hastalığı sigorta primi ile genel sağlık sigorta primleri de yatırılıyor. Bu cihetten bakınca basit bir sertifika programından ötesine geçiyor. Gelelim ‘Sürü Yönetimi Elemanı’ sertifikası alan köylü kadınlara. Onları dinlediğimizde işin seyri biraz değişiyor. Çobanlığın adı değişse de, tek umudu hayvancılık olan bu kadınlar için aldıkları sertifika bir kâğıt parçasından daha fazlası ediyor.
Bunu eğitime katılan Hatice Yıldız şu sözlerle onaylıyor: “Ben ilkokul mezunuyum. Ama sertifika alırken öyle bir heyecan duydum ki, sanki üniversiteden mezun oluyordum. Bu aldığım eğitim sayesinde herkesin iğrendiği, burun büktüğü işimi yeniden sevdim. Aydınlandım, bilmenin mutluluğunu yaşadım. Bizim özel zevkler için kursa ayıracak vaktimiz yok. Sertifikanın da işe yarayanını istiyorduk. Çok şükür ki ona da ulaştık.”
O, bir diploma gibi görüyor sertifikasını, çerçeveletip evinin duvarına astığını anlatıyor heyecanla. Hocaların ilgisinden söz ediyor sonra, konuşurken hep ama hep ‘aydınlanmaktan’ bahsediyor. “Öğrendik hocam, işin ehli olmak ne demek gördük.” diyor. Burada şunu düşünmeden edemiyorum: Belki de şehirdeki ve köydekiler için farklı işliyor sertifikaların değeri. Birileri için para kazanmanın kestirme yolu olarak görülürken, birileri için ‘aydınlanmanın’ ilk adımı. Çobanlık gibi kutsal bir mesleğe ömürlerini adayan bu kadınlar, aslında sadece kursta öğrendikleriyle devam etmiyorlar yollarına. Doğada, sessiz gök kubbenin altında mesleklerine sahip çıkan bu kadınlar tevekkeli demiyorlar ‘bu iş bize maddi manevi fayda sağlıyor’ diye. Bu arada manevi tecrübelerini faş etmiyorlar elbette! Bu, onlarla kutsal saydıkları meslekleri arasında ufak bir sır. Burada Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) şu cümleleri düşüyor zihnime: “Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber, mutlaka koyun gütmüştür.”
Sertifikalı çobanlar aranıyor
Madem Hatice’nin cümleleriyle başladık, onunla devam edelim. O, arkadaşları arasında ‘çobanlığa’ gönüllü talip olanlardan. Küçükken babası hastalandığı zamanlarda başladığı çobanlığa, eşinin evinde de devam ediyor. Peki, Hatice için sertifika ne demek?
Sertifika nedir, bilmiyordum. Hatta köyde bu kursa katılacağız diye bizi ayıpladı insanlar. Sertifika da neymiş? Çobanlığın sertifikası mı olurmuş? Herkes kâğıt parçası diyordu ama o kâğıt bizim önümüzü açtı.
Kadınlar bu sertifika programında, hayvanların gübresinden tutun, yemlemeye, süt sağmaya, sağılmasına, hastalıklarına ve doğumlarına kadar birçok detayı yeniden öğreniyorlar. Köylü kadınlar koyunlarını zaten yayıyorlardı, kursa ne gerek vardı, diyenlere kadınlar bilgiye doymuş bir edayla cevap veriyorlar: “Eskiden bir tek koyun var biliyorduk, şimdi türlerini sayabiliyoruz. Hayvanlarımız hastalandığında onlara nasıl bakacağımızı bilmek de cabası.”
Çobana kız vermediler, kızlar çoban oldu
Son dönemlerde çıkan haberleri okumuşsunuzdur. Aylıkları iki bin liradan başlayıp üç bin beş yüz liraya kadar çıkan çobanlık mesleğini artık beğenen yok. Erkekler çobanlığa yanaşmıyor, çünkü çobana kız verilmiyor. Hatice, köylerinde gençlerin bekâr kaldığından yakınıyor. Yüz tane koyunu olduğu için evlenemeyen çobanların derdi belli ki giderek büyüyor. Görüyoruz ki, erkeklerden boşalan bu peygamber mesleğine de kadınlar sahip çıkıyor. “Herkesin aklı bir olsa koyuna çoban bulunmaz” gibi atasözlerini de boşa çıkaracak dirayetle hem de. Öğreniyorlar, hayvanlarına özenle bakıyorlar, kazanmanın mutluluğuyla dünyalarında yeni pencereler açıyorlar.
Köyünde on altı kuzuyla çobanlığa başlayan Gülnaz Alp, bu pencereleri açmaya geç başlayanlardan. Babasının vefatıyla çok sevdiği okulundan ayrılan, avukatlık hayallerini rafa kaldıran Gülnaz Alp, hikâyesiyle etkiliyor. On altı tane koyundan, kısa sürede yüz seksene ulaşan Alp, Arguvan'da yaşıyor. O, çobanlığı eşiyle yapıyor. Ama istiyor ki ileride kendi adını taşına bir çiftlik açabilsin. Gerekçesi gayet net: “Kadınlar hep arka planda olduğu için birlikte başardığımız her şey eşimin hanesine yazılıyor. Oysaki o işlerin çoğunu ben yapıyorum.”
Alp’e göre, sertifika şart değil. O, sertifikayı bir nevi ehliyet gibi görüyor. Araba kullanmayı bilebilirsiniz ama ehliyetiniz yoksa işte o sıkıntı!
Bilhassa Doğu’da gerçekleştirilen sertifika programlarının her biri köylülerin güvencesi de oluyor. Seksen yaşına gelmiş hayvan otlatan birinin herhangi bir garantisi, güvencesi yok. Fakat bu sertifikalar, çobanlara güvence sağlamış oluyor. Ayrıca bu sertifikalar sayesinde devletten hibe talep edilebiliyorlar.
Kağıda yazılmayan bilgi
Gülnaz Alp, 60 kuşağından. Şimdinin gençleri çobanlıktan utanırken o işini gururla yaptığını söylüyor: “Çoban maaşı doktor maaşıyla yarışıyor, ama hâlâ bazı çocuklar aileleri çoban olduğu için utanıyor. Ben lastik çizmeyle, yırtık ceketle çıkarım. Hiç de utanmam. Biz 60'lı yılların çocuklarıyız. Önemli olan kıyafetlerimiz değil yaptığımız işi onurla sürdürebilmek." Burada da Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) işaret ediyor: “Sükûnet ve vakar, koyun besleyenlerdedir.”
- Sertifika biriktirmek yerine tecrübe edinmeyi önemseyen Alp, “Sertifika programları size bir şey katacaksa önemli. Yoksa günü kurtarmak için o kursa gidecekseniz bir kıymeti yok. Bazen hayat tecrübesi, kurslardan daha çok şey öğretir, unutmayın.” diye de uyarıyor sertifika düşkünlerini! Velhasıl, biriktirdiğimiz kâğıtlar değil, kâğıda yazılmadan öğrenebildiklerimiz kıymetli. Tonlarca para dökerek aldığımız sertifikalara değil, tecrübe hanesine yazılanlara ulaşmak zor...