Ebeveynliğin yeniden icadı
Hayatımızın büyük bir kısmı ekran önünde geçer, tüm işlerimizi ekran önünde yapar, ihtiyaçlarımızı ekran önünde karşılar ve ekran önünde sosyalleşirken bugünün çocuklarının bundan etkilenmemesini beklemek iyimserlik olacaktır. Doğdukları andan itibaren yetişkinlerin dünyası haline gelen akıllı telefonları, tabletleri, bilgisayarları ve onlarla olan ilişkilerini gören ve henüz yürümeyi öğrenmeden dokunmatik ekranı kullanmayı öğrenen çocukların ekranla irtibatına bir sınır koymak tavsiye edilir uzmanlar tarafından.
Dört kuşağın bir arada olduğu bir sohbet meclisindeyiz. Orada bulunan genç anne, üç yaşındaki çocuğunun kalem tutma/kavrama yetisini henüz tam manasıyla geliştiremediğini, bu hususta geç kaldıklarını ve kendisini suçlu hissettiğini söylüyor. O bunları anlatırken, orada bulunan annem ve anneannemle birlikte ben de kendi çocukluğumun hatıra sandığını açıyorum. Ne zaman kalem tuttuğumu, çizgi çektiğimi net olarak hatırlayamıyorum. Ama 4 yaşıma ait bir kalem hatıram geliyor aklıma. Annemin ve babamın, annemin hastalığı sebebiyle Ankara’ya gittiklerini, abimle beni anneanneme emanet ettiklerini, döndüklerinde de bize kocaman süslü birer kalem getirdiklerini hatırlıyorum. O güne dair o kalemle çekilmiş bir fotoğrafımız da var.
Bununla birlikte anaokuluna gitmeye başladığımda bir defterim, kalemim, silgim ve kalemtıraşım olduğunu, o deftere titreyen ellerimle çizgi çekmeye çalıştığımı, harfleri öğrendiğimi ve E harfine “tarak” dediğimi hatırlıyorum. Dedem öğretmen olduğu için annem çocukluğunda, ondan arta kalan kalem ve kağıtlara bir şeyler çizdiğini hatırlıyor ve fakat anneannemin ilkokula başlayana dek hafızasında böyle bir kayıt yok. O zaman genç anneyi bu kadar endişelendiren ve kalem tutma hususunda üç yaşı geç kalmış kılan şeyin ne olduğunu düşünüyorum. Genç annelere kendisini bu kadar yetersiz ve suçlu hissettiren şeyin ne olduğunu… Sonra, sosyal medyada takip ettiğim genç annelerin, takip ettikleri bloglarda ya da hesaplarda gördükleri şeyleri uygulamak için birbirleriyle yarıştığını, aynı yaşlarda çocukları olan annelerin, birbirlerine benzer paylaşımlar yaptıklarını, etkinliklerin, okunulan kitapların, çocuk yetiştirme hususundaki yöntemlerin aynılaştığını hatırlıyorum. Bütün bunları düşünürken, Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman’ın birincisini pandemi döneminin ilk günlerinde yazmaya (belki “konuşmaya” demeliyim) başladıkları ve 2020 Ağustos ayında Karantina Günlerinde Evin E-Hali adıyla yayımlanan “Uzak Yakın Sohbetler” serisinin ikinci kitabı Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar, endişelerine, performans yarışlarına tanık olduğum bu “yeni anne-babaları” kavramsal bir çerçevede görmemi kolaylaştırıyor. Kitabı okurken, Barbarosoğlu ve Şişman’ın sohbetlerine üçüncü bir sandalye alarak “uzaktan” dahil oluyor gibi hissettiğimi, tespitlerine zaman zaman “evreka”larla karşılık verdiğimi ve bu yazının tüm bu sürecin bir neticesi olduğunu söylemeliyim.
Şimdi çocuk yetiştirmek daha mı kolay?
Yeni nesil anne babalar çocuk yetiştirmenin ne kadar zor olduğuna, şimdiki çocukların bir başka olduğuna dair şikâyet cümleleri sıralayacak olduklarında o sırada orada bulunan yaşlı kuşaktan birinin “Şimdi çocuk yetiştirmekte ne var, bizim zamanımızda, annelerimizin zamanında böyle miydi? Yoklukta, yapılacak bir sürü iş varken teknolojinin yardımı olmadan yetiştirdik biz çocuklarımızı” dediğini pek çoğunuz işitmiş olmalısınız.
Yaşlı kuşağın bu eleştirisine hak vermemek elde değil ancak çocukluğun, çocuk yetiştirme pratiklerinin ve ebeveynlerin sorumluluk alanlarının her geçen gün değişip bir pazar halini aldığı ve bunun neticesinde bir rekabete dönüştüğü bugünün şartlarında çocuk yetiştirmenin başka türlü zorluklar içerdiği, başlı başına bir mesai haline geldiği de yadsınamaz bir gerçek. Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman, kitabın “21. Yüzyılda Ebeveyn Olmanın Güçlüklerine Dair” başlıklı ilk bölümünde tam da günümüz ebeveynlerinin bu değişen çocuk yetiştirme pratiklerini tartışıyorlar. Şişman ve Barbarosoğlu, günümüz ebeveynlerinin önceki kuşaklarla kıyaslandığında büyük ebeveynlerinden daha az yardım aldıklarını ancak bunun sebebinin yalnızca büyük ebeveynlerin yardım etmeye gönülsüz olmalarından kaynaklanmadığını, genç ebeveynlerin de tecrübe aktarımı hususunda önceki kuşakların değil, kendi kuşaklarından anne-babalarının tecrübelerini talip olduklarını, bu hususta bloglardan, Instagram hesaplarından, WhatsApp gruplarından istifade ettiklerini yahut profesyonel yardıma başvurduklarını söylüyorlar. Bütün bu hususların anneleri yalnızlaştırdığı ve ebeveynliğe dair herkesin kendi yönteminin doğru olduğunu savunduğu bir internet ortamında çelişkilerle cebelleştirdiklerini anlatıyorlar. Kitapta önceki kuşaklarla günümüz kuşağının ebeveynlik anlayışının değişimini detaylı bir şekilde okumak mümkün.
Kaliteli zaman geçirmek yahut mekânı değiştirmek
Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman evlerin üretim merkezi olmaktan çıkıp tüketim merkezi haline geldiğine bu sebeple çocuklara bir görev ya da sorumluluk verilmediğine bunun neticesinde ise çocukları meşgul etme mesaisi başladığına vurgu yapıyorlar. Çocukları sürekli meşgul etme ihtiyacının, çocuklarla eğlenceli ve kaliteli zaman geçirme zorunluluğuna dönüştüğü ve dahası paket halinde servis edildiği günümüzde ebeveynlerin çocukları ile “kaliteli zaman geçirme” pratikleri üzerine düşünüyorum. Tam da şimdi bu satırları yazmakta olduğum kafede sanki kitaptan çıkmışçasına yaşanan bir hadiseye tanık oluyorum. 40 yaşlarında bir hanım 9 yaşlarındaki kızı ile geliyor kafeye.
Kızını benim oturduğum uzun masanın diğer ucuna oturtup (mesafe kuralına riayet ederek) kendisi prize yakın başka bir masaya geçiyor laptopu ile. Çocuk kitap okuyor resim yapıyor. Akabinde baba da katılıyor onlara. Anne uluslararası bir şirkette çalışıyor olmalı zira telefonla görüşmeler yaparken İngilizce konuşuyor. Anne telefon görüşmelerini yaparken baba ile kızı dışarı çıkıyorlar. Bir süre sonra tekrar annenin yanına geliyorlar ancak anne henüz görüşmelerinin bitmediğini erken döndüklerini söylüyor. Bunun üzerine baba ile kızı benim oturduğum masaya geri geliyorlar. İsim-şehir oynamaya başlıyorlar. Onları seyrederken evlerinde yapabilecekleri bütün bu “aktiviteleri” neden bir kafede yapmayı seçtikleri üzerine düşünüyorum. Aile bireylerinin birlikte kafede “sosyalleşmesi” zamanı kaliteli geçirme kodunun bir parçası olmalı…
Dijital ebeveynlik yahut camdan çocuklar
Hayatımızın büyük bir kısmı ekran önünde geçer, tüm işlerimizi ekran önünde yapar, ihtiyaçlarımızı ekran önünde karşılar ve ekran önünde sosyalleşirken bugünün çocuklarının bundan etkilenmemesini beklemek iyimserlik olacaktır. Doğdukları andan itibaren yetişkinlerin dünyası haline gelen akıllı telefonları, tabletleri, bilgisayarları ve onlarla olan ilişkilerini gören ve henüz yürümeyi öğrenmeden dokunmatik ekranı kullanmayı öğrenen çocukların ekranla irtibatına bir sınır koymak tavsiye edilir uzmanlar tarafından. Barbarosoğlu ise sınırın annenin bilincinde olması ve çocuğun bunun bilmemesi gerektiğini; annenin çocuğun meşrebine, mizacına göre belli bir süre sonra çocuğu ekranda uzaklaşmasını, ekranın cazibesini yitirmesini sağlamasının bir yolunu bulması gerektiğini söylüyor. Barbarosoğlu’na göre bunun için çocuklara “dinleme estetiği” kazandırmak gerekiyor.
Dijital teknoloji ile birlikte ebeveynlerin de çocukların da denetime açık hale geldiğinin üzerinde duruyor Nazife Şişman ve Fatma Barbarosoğlu. Çocuklarına dair yaptıkları sosyal medya paylaşımları ile kendilerini denetime açarken, teknolojik aygıtlarla (kamera, akıllı saat vs gibi) çocuklarını denetleyen, gözetleyen ebeveynlerin hem kendilerini hem de çocuklarını sınırladıklarını söylüyorlar. Çocukların gözetlenip, tüm olumsuz hislerden, görüntülerden, seslerden beri tutan ebeveyn bahsi üzerine düşünürken aklıma Black Mirror dizisinin 4.sezonunda yer alan Arkangel bölümü geliyor. Beynine çip takılan kızının 3 yaşından itibaren her hareketini izleyen, nerede olduğunu gören, tüm duygularını tespit eden anne, onu korkutacak, üzecek, endişelendirecek her şeyi bu çip vasıtasıyla engelliyor. Küçük kız tüm duygulardan arınmış bir şekilde büyüyor.
- Hikâyenin devamını anlatmayacağım ancak bugün teknoloji henüz bu noktaya erişmese de çocuklarının “psikolojisini korumak” için bir fanusta yetiştirmeye çalışıyor pek çok ebeveyn. Kitapta yer alan “Kadim Değerleri Modern Zamanlara Hasarsız Aktarmak” başlıklı bölümde tam da bu bahis üzerinde duruluyor.
Tam da bu iki bahsi örnekler nitelikte birkaç ay önce tanık olduğum bir hadiseyi hatırlıyorum. Kendisinden haber alamadığımız bir yakınımı aramak için savcılık izni ve çilingir yardımıyla evine girmeyi bekleyen polis memuruna alt katta oturan hanım, bütün bu çıkan gürültüyü çocuğuna nasıl izah edeceğini sordu. Orada hayatından endişe edilen biri varken annenin tek düşündüğü çocuğuna bunu nasıl izah edeceği idi. Çocukların camdan yapılmadığını, bu kadar kırılgan yetiştirmenin çok da sağlıklı bir sonuca götürmeyeceğini kabul etmek gerekiyor.
Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman kitapta ayrıca, dünyanın bütün çocuklarından mesul olma, çalışan anneler ve dadıya emanet edilen çocuklar, ölümü reddeden ebeveynler ve proje çocuklar üzerine önemli tespitler de bulunurken çocuk yetiştirmek ve ebeveynlerin kendilerine biçtikleri sosyal rol üzerine mihmandarlık edecek teklifler getiriyorlar. Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar kitabı başta günümüzün yeni anne babaları olmak üzere, gelecekte çocuk sahibi olmak isteyenler ve Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman’ın vurguladıkları üzere “değişende değişmeyenin” izini sürmek isteyenler için bir rehber kitap niteliğinde…