Dağ köpekleri

​Dağ köpekleri
​Dağ köpekleri

Dağ köyleri için diyebileceğim ilk şey: Önce köpekler bozuldu.

Dağ köyleri için diyebileceğim ilk şey: Önce köpekler bozuldu.

Baştan anlatayım: Köpek, birkaç aylık yavru iken alınıyor. “Gölbez” diyoruz buna. Karanlık ve küçük bir bölüme konuluyor. Hane halkını biliyor yalnız. Bir yaşına geldiği zaman çilesi doluyor. Artık özgür olabilir. Antik çağlardan çıkıp gelmiş gibi.

Özgürlük ise bu: Sadece can güvenliğinden değil, ailenin tüm variyetinden de o sorumlu. Koyun ve keçilerin yanı sıra tavuklardan bostana kadar geniş bir sorumluluk sahası var.

Başkasının köpeğine taş atmak, sopayla vurmak ayıp sayılırdı. Evin bir ferdini dövmüş gibi olurdunuz. Bunun nasıl bir yankı uyandıracağını asla bilemezdiniz.
Başkasının köpeğine taş atmak, sopayla vurmak ayıp sayılırdı. Evin bir ferdini dövmüş gibi olurdunuz. Bunun nasıl bir yankı uyandıracağını asla bilemezdiniz.

Köy yerlerindeki kavgaların çoğu işte bu köpekler yüzünden olurdu. Komşuyu bile tanımadığı için önüne geleni tehdit ederdi. Onu aşıp eve, ahıra yaklaşma imkânı yoktu. Atı şaha kaldırır, traktörün önüne kendini atardı. Ezip geçmek de olmaz.

Başkasının köpeğine taş atmak, sopayla vurmak ayıp sayılırdı. Evin bir ferdini dövmüş gibi olurdunuz. Bunun nasıl bir yankı uyandıracağını asla bilemezdiniz.

Bazı köpekler daha namlıydı. Şöhretleri vardı. Gök Köpek bunlardan biriydi. Yan köyden. Onunla ilgili anlatılanları biraz abartılı buluyordum. Dana gibiymiş falan. Ablamla o köye gidiyoruz. Köye yaklaşmak üzereyken Gök Köpek uzaktan belirdi. Hakikaten öyleymiş. Üzerimize doğru nasıl koşuyor! Hemen büyük bir çördük ağacına çıktık. Elinden kıl payı kurtulduk. Geldi. Hırlıyor, korkunç şeyler söylüyor. On dakika kadar öfkeyle ağacın dibini eşeledi. Ağacı devirecek. Bunun mümkün olmayacağını anlayınca on beş metre kadar ötemize geçti ve yattı. Akıllı. Kendini de güvene aldı. İnmemizi bekliyor. Öyle ya, bir zaman sonra mecbur ineceğiz. Ablam devreye girdi. Garip ve yüksek sesler çıkarmaya başladı. Aslına bakarsanız haberleşme usullerinden biriydi bu. Yarım saat geçti, geçmedi. Ufacık bir adam önümüze doğru çıkageldi. Köpeğe kısık sesle bir şey söyledi. Tam duyamadım. Köpekten “iykk” diye ince bir ses çıktı. Koca köpek bir anda kediye dönüştü ve usulca ayrıldı oradan. Sahibiymiş.

On beş yaşın köpekleri

On beş yaşıma yeni girmiştim. Biraz yaramazdım galiba. Babam, muhtemelen uslanmam için, rahmetli dayıma emanet bıraktı beni. Üç aylık yaz tatilini bir dağ köyünde geçireceğim. Köy dediğime bakmayın. Ormanı açmış ve meydana çıkan boşluğa bir ev yapmışlar. En yakın köy dağların arkasında. Elektrik zaten yok.

Köyde yaşlı bir çift yaşıyor. Ayrıca gelin ve iki yaşında bir torun. Köyün toplam nüfusu dört. Benim katılmamla beraber ortalık hareketlendi.

Cennetmekân Şükrü dayım önceden hazırlık yapmış. Tosya bıçağı almış bana. Kendi elleriyle kın yapmış. Sarı çamdan. Sopamı da hazır etmiş. Kızılcık ağacından. Fırında güzelce kızartmış onu. Sağlam olsun. İbrahim’e arkadaşlık etsin.

Geçen sene karşılaştığım yeni zaman dağ köpeği. İki dakika öncesi ve sonrası. Saldırı pozisyonu ve bir dilim ekmeğin marifeti.
Geçen sene karşılaştığım yeni zaman dağ köpeği. İki dakika öncesi ve sonrası. Saldırı pozisyonu ve bir dilim ekmeğin marifeti.

Köyde üç köpek var. İkisi genç, biri olgun. Gençler Sarı ve Vidik. Olgun olanın ismi Akça. Kar gibi beyaz ve kuvvetli. Asaletli. Kimseyle muhatap olmuyor. Hane halkına bile kuyruk sallamıyor. İşine bakıyor, vazifesini yapıyor ve geri çekiliyor. Diğer iki köpek de çekinirdi ondan. Kendi aralarında sürekli şakalaşır, fakat onunla şakalaşmayı akıllarından bile geçirmezlerdi.

Dayım, İstanbul’dan geldiğim gün, genç köpeklere kıyafetimi koklattı. Üç ay boyunca o köpekler yanımdan ayrılmadı. Hem akran hem koruma. Sağımda ve solumdalar. Güneşle beraber dışarı çıkıyorum. Arkadaşlarımla çayırlarda koşuyor; derin ormanlara, korku veren vadilere giriyorum. Müthiş cesaret veriyorlar. Şiir işte oralarda karşıma çıktı.

Akça mı? Üç ay boyunca ona hiç yaklaşamadım. O da benden uzak durdu.

Kurtların peşinden giden

Yedi yaşıma dönüyorum. Dedemin son senesi fakat bunu kendisi dâhil kimse bilmiyor. Allah biliyor.

Erkek kardeşim yeni vefat etmiş. Bir anda evin tek oğlu oldum. Beni köye, dedemin yanına bıraktılar. Unutmak için.

Siyah bir köpeğimiz var. İsmini söylemeyeyim. Anladınız. Dedem ile köpek arasında özel bir bağ oluşmuş. Bunu o yaşımdan bakarak bile anlayabiliyorum. Köpek dedemin yanından bir an olsun ayrılmıyor. Sürekli onu seyrediyor. Dedem büyük adam. Bu sadakati karşılıksız bırakmıyor.

Kış geldi. Çok kar yağdı. Kapının önüne dahi çıkamıyoruz. Her yerden kurt ulumaları yükseliyor. Gündüz bile.

Bizim köpek karşı yamaca doğru sarmaya (havlamaya) başladı. Yamaçtaki kurt sürüsünü önce dedem gördü, sonra bana gösterdi. Yamacın bir kısmı çıplak. Devamında sık bir orman başlıyor. Köpeğimiz kurtların olduğu yöne koşmaya başladı. Dedem ardından bağırıyor: “A oğlum, seni ormana çekiyorlar.” Köpek kurtlara yaklaştıkça, kurtlar ormana çekiliyor. Film gibi seyrediyoruz. Dedem durmuyor: “A yavrum, sana tuzak kuruyorlar.” Köpeğimiz ormana girdi, sesler kesildi ve bir daha dönmedi. Dedem sedire oturdu. Sürekli “tüh” diyor, ellerini dizine vuruyor.

Yeni bir köpeği alıp büyütecek kadar yaşamadı. Bir sene sonra hakiki hayatına başladı.

Ne yiyor, ne içiyorlar?

Dağ köpeklerinin kuvvetli ve sağlıklı olmak gibi bir zorunluluğu vardı. Şartlar ağırdı. Etraf kurt, ayı doluydu. Yılın büyük bölümü sert geçiyordu.

Peki, ne yiyorlardı? Günde iki öğün yal. Sabah ve akşam. Arpa unu sıcak suyla karıştırılır ve yalağa dökülürdü. Her köpeğin kendi yalağı vardı. Bütün yedikleri buydu. Tek çeşit ve hep aynı şey. Alışmasınlar diye bir dilim ekmek bile verilmezdi. Sonra yalı beğenmezler.

Ancak kurban bayramında “et” görüyorlardı. Kurbanın yenemeyecek yerleri verilirdi köpeklere. Onların asıl bayramı, bir keçinin, koyunun murdar gitmesiydi. O zaman hepsi köpeklerin oluyordu. Yiyemediklerini ortada bırakmıyor, türlü yerlere saklıyorlardı.

  • Aklıma geldikçe hâlâ gülüyorum. İçli bir yal hatırası.
  • Ocakta su kaynıyor. Yal saati de gelmiş. Suyun içine arpa ununu kattım ve karıştırdım. Yal hazır. Köpeklere verdim. Nasıl yiyorlar! Böyle iştahla yal yediklerini daha önce görmemiştim. Neredeyse ahşap yalağı bile kemirecekler. Yarım saat sonra bayırın altındaki dereye inmeye başladılar. Hava sıcak. Su içip geliyorlar. Gelir gelmez tekrar su içmek için dereye iniyorlar. Bir değil, beş değil. Karınları şişti, dilleri dışarda kaldı. Sonunda pes ettiler. Güçleri tükendi. Gölgelere doğru kendilerini attılar. Derin ve seri nefes alıp veriyorlar. Ölüyorlar sandım.
  • Darabadan Feride yengemin feryadı yükseldi: “Reçel için şerbet kaynatıyordum, ne yaptınız onu?” Öyle bir yere saklanmalıyım ki siniri geçene kadar beni bulamasın.
  • Feride yengem, ailemizdeki son büyük kadındı. Onunla beraber bir devir kapandı.

Yeni nesil köpekler

Yeni nesil köpekler nasıl? Dört sene önce köye gittim. Komşumuz harman kaldırıyor. “Koyunlarınızı ben yaylıma salayım” dedim. Sevindiler.

Yüz kadar koyun. İki de köpek var. Yanıma biraz fazla azık aldım. Her ihtimale karşı.

Acemilik. Azığı erken yedim. Köpeklere somunu bolca dağıttım. Hepsi bitti. Bunu hemen anladılar. Sürüyü ve beni öylece bırakıp köye geri döndüler.