Çevrimiçiyim ama yazmayacağım
Gerçek hayatta piknik organize eden, altın günü yapan, halı sahada maç ayarlayanlar şimdi de grup oluşturuyorlar. Mantık neredeyse aynı ama gruplara giriş çıkış usulü ve hızı farklı. Evvelden bir organizasyonda sevmediğin bir kişi olunca bir bahane bulur, gitmezdin. Şimdi gruptan ayrıldığını herkes biliyor ve bahanelerin hepsi çok kullanılmış durumda. Ayrıca bir gruba hemen kabul edilmezdin, uyum sağlaman beklenirdi. Ahengi bozmaman icap ederdi. Şimdi bir gecede kurulup dağılan gruplar var. Ve gruptan ayrılınca eskisi gibi kırgınlık da olmuyor. Gelişler gidişler hızlı olunca kırılmaya vakit kalmıyor belki de ...
Ben senin babanı da sevmezdim
Arkadaşımın dokuz yaşındaki oğlu bana arkadaş olma isteği gönderince çok şaşırmıştım. Yahu ben senin babanla da çok anlaşamazdım, seninle nasıl bir irtibat tesis edeceğiz, diyemedim. Baktım ki baş edemiyorum kapattım gitti sosyal medya platformumu. Ama bu uygulamada o kadar rahat değilsiniz.
Liseden arkadaşlar, 10 B sınıfı velileri, iş yerinde memur kadrosunda olanlar, iş yerinde işçi kadrosunda olanlar, daha ne gruplar, ne gruplar... Birinden kurtulsanız biri sizi içine alıyor. Gruplardan kaçamıyorum bari soru sormasalar da şuralarda sessiz sakin kalabilsem diye dua ediyorsunuz.
Faydadan hâli değil (mi?)
Eski adamlar böyle derdi. Faydasız demeye gönlü elvermeyen bir kişi bu şekilde nezaketle durumu idare ederdi. Bu uygulama da faydasız demiyoruz ama, “Bu kadar iletişivermek zorunda mıyız?” diyoruz.
Akşama kadar gördüğüm kişi ile akşam video paylaşıp sabah o videoya beraber bir daha bakmak zorunda mıyız? Benim mi mahrem mekân-zaman ihtiyacım fazla yoksa bu uygulamayı severek kullananlar “mahrem” deyince bir sucuk markası mı anlıyorlar?
Beni de yaktılar kardeşim
Ben ilk grup tecrübesinden ayrılmak zorunda kalmış bir kardeşinizim. Gruba her kesimden insan katılmıştı. Bir hemşehri grubuydu. İlk ayrılıklar referandum sürecinde oldu.
Güllü dallı cuma mesajı gönderenler oylarının rengi konusunda anlaşamayarak ve anlaşamadıklarını emojilerle bağırarak gösterince kopmalar oldu. Grubu yöneten arkadaş referandum sürecinde yazışmayı durdurdu. Referandum sonrası tekrar hemşehri olduk.
Grup şiddeti gördüm
Ben itiraz edince beni kelimeler ve emojilerle dövdüler. Grup şiddetini yaşayarak gördüm. İtirazım şuydu. “Her hafta ta çarşamba akşamından cuma mesajı yazmaya başlıyorsunuz, iyi güzel ama diğer günlerde kimse kimsenin hatırını sormuyor, ölsek kimsenin haberi yok. Bu mudur yani?” dedim.
Vay sen misin bunu diyen! “Haftada bir cumamız var, onu da kutlamayalım mı efendim” diye başladılar ve beni haşat ettiler. Sonunda ben ayrıldım.
Şimdi, “gel geri” diyorlar ama aynı delikten bir kere daha ısırılmak istemem desem de, bakmayın hadis söyleyerek itiraz ettiğime başka gruplardan yakamı kurtaramıyorum.
Anne keşke babam da normal bir kullanıcı olsaydı
Sezercik olsaydı ona söyletirdik bu cümleyi. “Anne neden benim babam sosyal medya uygulamaları konusunda böyle düşünüyor?
Ne olur sanki video paylaşsa, çevrimiçi olunca durmadan yazsa da okusak, benim babam da ‘normal’ olsa, itiraz etmese ve bizi hasta etmese...” Henüz benim çocuklarım böyle şeyler demediler.
Ama konum at(a)mamaya ve mesajlara cevap yazmayı geciktirmeye devam edersem çocuklarımın akranları arasındaki mahcubiyeti aile saadetimizin sınırlarını zorlayacak korkarım...
Konum atmayı bilmiyorsan niye varsın
Konum atamadığı için psikoloğa gitti diye bir haber duyarsam şaşırmayacak kıvama getirdiler beni. Ben eski usul adres tarif ediyorum. Ama benim adres tarifimi boşa kürek çekmek olarak görüp, “Yahu kardeşim, konum atsana konum” diyorlar.
“Konum atmayı bilmiyorum” deyince aldığım tepkiler, “e öl bari” diyecek kadar sert oluyor. İnat ettim atmıyorum konum monum. Bir insan bir şeyi bilmediği için bu kadar sert eleştirilirse bilmeme konumu daha kıymetli oluyor. Konum atamama konumumu koruyorum, artık onlar düşünsün...
Bunu mu yazacaktın
“Yazıyor” diye uyarı gelince insan heyecanlanıyor. Acaba ne yazıyor diye bekliyorsun, gele gele iki kelime geliyor. Alıyor seni bir kuşku. O kadar yazdı geri sildi, tekrar yazdı olmadı sildi... Ne demek istedi de vazgeçti acaba? Bu endişelere benden mesaj bekleyenler daha çok düşüyordur.
Çünkü parmaklarım büyük ve yanlış harflere basıyorum; sürekli yaz, çiz, boz derken bir satır mesaj epeyce vakit alıyor. O kadar vakit geçiyor, karşı tarafa giden mesaj dağ fare doğurdu dedirtecek kadar umut kırıcı oluyor. Ne yapalım sonradan alışmak zor iş!
Bizim zamanımızda bunlar var mıydı!
Bu cümle bir fıkranın son cümlesi. Fıkra şu: Adam ilkokulu yarım bırakmıştır. Ama okul arkadaşı okumaya devam etmiş ve öğretmen olarak mahalledeki okuluna gelmiştir. Arkadaşına der ki gel sana bir diploma verelim. İmtihana girer. Ve arkadaşı sorar: “Başkentimizin adı nedir?” Bizimki bu kadarcık soruyu bile cevaplayamaz ama arkadaşına da kızmıştır böyle “zor!” soru sorduğu için. Arkadaşına döner ve der ki “Oğlum, bizim zamanımızda bunlar var mıydı!”
Şimdi bizim durumumuz da böyle. Belki bahsettiğimiz şey çok basit bir telefon uygulaması ama emin olun, yoktu bizim zamanımızda böyle şeyler.Çok hızlı oldu her şey. Ve bu hızın deli saçması sayısız uygulaması arasında hangisini nereye kadar kullanacağımızı kestirmek zor oluyor.
Anlamamamızı normal karşılamayacak kadar acımasız modern dünya. Yahu haramlardan tedricen yasaklananlar var. Yani insanoğlu haramdan sakındırılırken bile süre verilmiş. İntibak eğitimi diye bir şey vardır askerde.
Peki bizim bu tip uygulamalara intibak eğitimimizi kim verecek? İntibak hızımızın her geçen gün düşmesi bizi nereye savuracak? Soru sorma, itiraz etme, beğenmeme, kullanmama haklarımız ne olacak? Soru çok ama soracak muhatap bile yok.
Modern dünya ancak “müşteri” olursak bizi muhatap alıyor. Yoksa her birimiz istatistiklere konu olacak bir rakamız. Bu soruları sorarken hep hızla giden bir trenin ardından elini kulağına atıp türkü söyleyen biri geliyor gözümün önüne.
Türküyü dinleyen yok. Trendekiler türküden habersiz. Üstelik trenin gürültüsünden türküyü söyleyen bile sesini duyamaz hâlde... Yani çevrimiçiyiz ama ne dediğimiz anlaşılmıyor.