Bir manipülasyon ustası ve kötülük dehası
ABD’nin Pensilvanya eyaletinin Erie şehrinde 2003 Ağustos’unda PNC bankasının soyulmasıyla başlayan olaylar silsilesi, tuhaflığıyla ülke kamuoyunu uzun yıllar meşgul etmişti. Merkezinde “bir manipülasyon ustası ve kötülük dehası” olarak nitelenen Marjorie Diehl-Armstrong isimli kadının yer aldığı ve sır perdesi hâlen tümüyle aralanamamış “Amerika’nın en şeytani banka soygununun gerçek öyküsü”, geçtiğimiz günlerde dört bölümlük mini belgesel dizi Evil Genius (Kötülük Dehası) yoluyla ekrana taşındı.
Delil bırakmayan bir girişim
ABD’nin Pensilvanya eyaletinin Erie şehrinde bulunan PNC bankası, 28 Ağustos 2003’te Brian Wells isimli 46 yaşındaki bir pizza dağıtıcısı tarafından soyuldu. Elinde baston şeklinde tasarlanmış bir silahla bankaya giren Wells, gayet sakince ve bastonunu Charlie Chaplin gibi sallayarak yürüdü ve bir kaseye konulmuş lolipoplardan birini alarak vezneye yöneldi.
Veznedara, kendisine 250 bin dolar vermezse, bir kelepçe şeklinde tasarlanıp boynuna takılmış bombayı patlatacağını söyledi. Ancak bankada o an bulunan para 8 bin dolardı ve Wells aldığı parayla dışarı çıktı.
Olay yerine hızlıca intikal eden polis tarafından yakalanıp kelepçelenen Wells, boynuna kelepçelenmiş bir bomba bulunduğunu, kendisinin soyguna zoraki katıldığını, soygunu planlayanlar tarafından izlendiklerini ve hızlı şekilde kelepçeyi çözecek anahtarlara ulaşılmazsa bombanın patlayacağını söyledi.
O an Wells’in arabasını arayan polisler, diyagramlar içeren 9 sayfalık notlar buldular ve bombanın varlığına inandılar. Olay yerine hızla bomba imha ekiplerini çağırdılar. Bu sırada polisi yönlendirmeye çalışan Wells, şehrin farklı yerlerine yerleştirilmiş kelepçe anahtarlarının acilen bulunmasını istedi.
ABD gazetelerinde sık rastlanan bir oyun olan “çöpçü avı oyunu” benzeri bu talep henüz karşılanamadan bomba patladı ve o an kameraların kaydettiği Wells olay yerinde öldü.
FBI kayıtlarına “Boyunluk Bombacısı Davası” olarak geçen, zekice tasarlanmış detaylarıyla bir suç oyununu barındırdığı ortaya çıkan ve o tarihten bu yana birçok sorunun cevaba kavuşmayacağı “203 numaralı dava” dosyası bu şekilde açıldı.
Wells’in ölümüyle sonuçlanan olayda planlayıcılara dair neredeyse hiçbir suç delili ve DNA örneğine rastlanamadığı için, olayın organize bir suç girişimi mi, yoksa Wells’in bireysel girişimi mi olduğu kısa zamanda anlaşılamadı. Ancak her şeyi değiştirecek başlangıç, olaydan yaklaşık iki ay sonra polise gelen bir ihbarla gerçekleşecekti.
Tuhaflığın zirvesi
21 Eylül 2003 tarihinde Bill Rothstein isimli bir vatandaş, polisi arayarak evindeki dondurucuda bir ceset bulunduğunu söyledi.
Bill, polise yaptığı ihbarda donmuş cesedin James Roden isimli bir adam olduğunu, James’i de kendisinin değil, Marjorie Diehl-Armstrong isimli bir kadının öldürdüğünü, cesedi tehdit edilmesi nedeniyle kendi evindeki dondurucuya saklamak zorunda kaldığını ve hayatının da tehlikede olduğunu belirtti.
Olayın detayları sonradan ortaya çıkacaktı. Bill ve Marjorie uzun yıllardır sevgililerdi ve kendi aralarında yaşadıkları çeşitli sorunlar nedeniyle araları bozulmuş, bu arada Marjorie bir cinayet işlemişti ve Bill’i de kendi amaçları doğrultusunda kullanıyordu. Bu durumun devam etmesini istemeyen Bill, Marjorie’yi ihbar etmişti.
Ancak soruşturmanın derinleştirilmesi ve çeşitli gazetecilerle medyanın daha derin araştırmalara girişmesi sonrası, olayın ikinci yılında Bill ve Marjorie ikilisinin “Boyunluk Bombacısı Davası”yla ilişkili olabilecekleri şüphesi belirdi. Bill kısa süre sonra kanserden hayatını kaybetmiş, Marjorie ise iki farklı cinayetin sorumlusu olarak cezaevinde yatıyordu.
Olayın üstünden geçen yedi yılın sonunda PNC bankasının soyulmasının planlayıcısı olduğu suçlamasıyla Marjorie ilk kez mahkemeye çıkarıldı. Soruşturmalar sonunda, merkezinde üç cinayet ile yedi farklı şüphelinin tespit edildiği dava bu şekilde görülmeye başlandı.
Ancak olayın üzerinden geçen on yılda davanın sonuçlanması, birçok soru işaretinin ortadan kalkmasını beraberinde getirmeyecekti. Zira pizza dağıtıcısı Brian Wells’in olayın planlayıcılarından mı, yoksa tehditle iş görmüş zoraki katılımcısı mı olduğunu, bombayı kimin imal ettiğini ve Wells’in ölümünden kimin sorumlu olduğunu ortaya çıkartamayacaktı. Keza, Wells’in eyleme zorlama yoluyla katıldığı ortaya çıkarsa, sorumluların hepsi ölüm cezasıyla yargılanacağı için, hayatta olan hiçbir şüpheli konuşmaya yanaşmıyordu.
Sınırlı konuşmalar ve yargı ile şüpheliler arasında yapılan anlaşmalar Marjorie’yi bir numaralı şüpheli yapsa da, hiçbir ilerleme kaydedilemiyordu. Net olan tek şey ise polis, yargı ve kamuoyunun, baştan sona tuhaflıklarla örülü bu olayda kötülük dehası ve manipülasyon ustası bir kadınla karşı karşıya olduklarını anlayacak olmalarıydı.
Öyle ki; 11 Eylül saldırılarında bombalanan Dünya Ticaret Merkezi’nde ve kanıt toplayan ekip arasında yer alan 25 yıllık ATF ajanı Jason Wick, “Bu dava tuhaflıkta hepsini geçiyor” diyerek, Boyunluk Bombacısı Davası’nda yetersiz kaldıklarını itiraf edecek, medya ise “Bu dava kadar halkın zihnini meşgul eden, soru sorulmasına neden olan başka dava olmadı” yorumuna yer vererek, karşı karşıya oldukları tuhaflık ve belirsizliğin altını çizecekti.
Bir dönem Marjorie’nin avukatlığını üstlenen bir hukukçu da, “O benim dünyadaki cehennemimdi” sözleriyle, Marjorie’nin baş edilemezliğine dikkat çekecekti. Zira olaylar silsilesi ortaya koyacaktı ki, ortada soygundan daha fazla soygunculara ulaşılacak kanıtları bırakmamaya zihnini yormuş oldukça zeki biri ya da birileri vardı. Ve tüm bu olayların merkezinde de kötülük dehası ve manipülasyon ustası bir kadın, Marjorie Diehl-Armstrong yer almaktaydı.
Becerileri birbirini tamamlayan ikili
1949’da Pensilvanya Erie’de doğan Marjorie Diehl-Armstrong, hiçbir zaman normal biri olamamış, yaşıtlarına göre hızlı büyümüş, tuhaf ve yalnız bir kadındı.
Okuduğu okulları başarıyla bitirmiş, beş üniversite bitirdiğini sürekli vurgulayan, sosyoloji okumuş, eğitim alanında yüksek lisans yapmış, etrafında iyi bir müzisyen olarak bilinen, oldukça büyüleyici ve “mıknatıs gibiydi” sözleriyle nitelenen gayet çekici ve zeki bir kadındı. Diğer yandan narsist bir kişilik yapısına sahip, dişlerini her gün hiç sektirmeden otuz iki kez fırçalayacak kadar saplantılı Marjorie, bipolar bozukluk da taşıyordu.
Üstelik, Bill Rothstein dışında kendisiyle temas eden ve hayatına giren beş erkeğin de şüpheli şekilde öldükleri ortaya çıkacak, ikisini Marjorie’nin öldürdüğü kesinleşecekti.
Bill’i Marjorie için kalıcı kılan ise zekâ ve kişilik yönünden benzeşmeleriydi. Bill de Marjorie gibi normal büyümemişti.
Üstelik Yahudi kimliği nedeniyle çocukluğundan itibaren çevresi tarafından sürekli dışlanmış ve yalnızlaşmıştı. Ancak tanıyanlarca çok güçlü ve karizmatik bulunurken, en yakın dostu tarafından “30-40 yılım onunla geçti ama en yakın dostumu tanıyamamışım” sözleriyle de kendisini oldukça iyi saklamayı başaran bir kişiliğe sahip olduğu ve yine Marjorie kadar iyi bir manipülasyon ustası olduğu ortaya çıkacaktı.
Soruşturma sürecinde güvenlik kuvvetleri karşısında oldukça sabırlı, polisin hareketlerini sıkı şekilde kontrol etmeyi başarabilen, hep onlardan birkaç adım önde, manipülasyon konusunda oldukça başarılı, ketum ve becerileri birbirini tamamlayan, gerçekten planlayan ve federalleri yenmeyi başarmış bir ikili oldukları anlaşılacaktı.
Zira suçlu oldukları bilinse de, buna inanılsa da, aleyhlerinde kanıtlar ortaya konulmasının daha baştan önüne geçmiş zeki bir ikiliydi Bill ve Marjorie. Peki, neden banka soymak isteyip suç işlemişlerdi? Neden sürekli kötülük üretiyor ve dehalarını kötülük için kullanıyorlardı?
Kötünün ve kötülüğün kaynağı
Kötülük üstüne yaptığı derin araştırmalar ve Kötünün Estetiği isimli yedi kitaptan oluşan serisiyle dünya çapında tanınan Alman edebiyatı profesörü Peter-André Alt, Kötünün Estetiği serisinin ilk kitabıHer Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü ve Kötünün Doğuşu’nda (Sel Yayınları), Mısırlı mistik filozof Plotinos’un “Kötü herhangi bir eksiklikte değil, mutlak eksikliktedir. Yani eksiklik, iyi olmayana sebep olur, buna karşılık mutlak eksiklik kötü olmaya; giderek artan eksiklik ise kötülüğe sürüklenme ve sonunda kötü olma ihtimalini barındırır” sözleriyle kötünün ve kötülüğün kaynağına dikkat çeker.
- Alman profesör Alt, sözlerinin devamında ise “Temel biçimi itibarıyla kötü, ön belirtileri eksiklik olan bir potansiyeldir, iyinin eksiklik haline kayabilme olasılığıdır...Mükemmelliğin eksik oluşu, her biri kendi içinde tutarlı bir yol izleyerek gelişip biçimlenen kötü davranışların ve kötü anlayışların çıkış noktasıdır” değerlendirmesinde bulunur.
Tekrar mini belgesel diziye dönersek, gerçek bir suç hikâyesi olarak başlayan ancak detaylar ortaya çıktıkça kötü ve kötülük üstüne bir karakter çalışmasına dönüşen belgeselde, merkezde Marjorie ve ona bağlı olarak Bill ve diğerlerini harekete geçiren gerekçeler ve kötülüğe götüren eksikliklerin izini detaylarıyla sürmek mümkün.
Netflix tarafından ekrana taşınan dört bölümlük Evil Genius (Kötülük Dehası) Barbara Schroeder’in yazıp yönettiği, Mark ve Jay Duplass kardeşlerin yapımcılığını, Trey Borzillieri’nin ise yönetmenliğini üstlendiği, suç türü ve suçlu profilleri içeren yapımlara ilgi duyan izleyicilerin kaçırmaması gereken çarpıcı bir yapım.