Bir film üç kelime: Welcome

Welcome
Welcome

Fransız yapımı Welcome (Hoş Geldiniz, 2009) filmi ülkelerinden kaçan ve hiçbir yere ait olamayan insanların hikâyesini anlatıyor. Film Irak’tan kaçan on yedi yaşındaki Bilal’in İngiltere’nin kıyısından dönen yolculuğunu ve yolunun kesiştiği Simon ile yaşadıklarını konu ediniyor. Mülteci statüsü kazanamamış sığınmacıların Fransa’nın liman kenti Calais’de sıkışmış hayatlarını anlatan bu filmi seyrettikten sonra bizde kalan üç kelime üzerinden yorumlamaya çalıştık.

I.

Şeyma Kaya: Çaresizlik. Bilal ülkesini terk etmek zorundaydı, poşetin içinde nefes almak zorundaydı, 500 Euro’su olmalıydı. İngiltere’ye gitmek zorundaydı ve bunun için yüzmek zorundaydı. Yüzme hocası da çaresizdi. Bilal’e sadece iyi yüzme öğretebildi ama ona denizi geçiremedi. Evinde barındırmak istedi ama polisler engel oldu. Kızla evlenmesini istedi ama Bilal oraya kadar bile ulaşamadı.

Bilal önce savaştan kaçmak sonra ailesine çalışıp para göndermek için bir yola çıkıyor.
Bilal önce savaştan kaçmak sonra ailesine çalışıp para göndermek için bir yola çıkıyor.

Beyza Karakaya: Arayış, aslında bir yolda olma hali... Bilal önce savaştan kaçmak sonra ailesine çalışıp para göndermek için bir yola çıkıyor. Bu yol aynı zamanda onu sevdiği kıza da ulaştıracak. Yurdundan çıkan ama hiçbir yere sığamayan insanların gelecekleri için bir arayış içinde olmalarını temsil ediyor. Yüzme öğrenme, kafasında poşet varken ne kadar nefes alabileceğini tecrübe etme, insan kaçakçılarına canını emanet etme, bu uğurda hayatını ortaya koyma... Çaresizlikte çareyi arama...

Elif Darıcı: Steril hayatlar. Filmin birçok yerinde Fransız vatandaşları rahatsız etmemek için yapılan uygulamalara rastlıyoruz. Mesela okul çağındaki bir mülteci devletin eğitim kurumlarına kabul edilmiyor veya mültecilerin markette alışveriş yapmalarına izin verilmiyor.

  • Hiç kimse fanus içindeki yaşantısına başkalarını dâhil etmek istemiyor. Bütün sığınmacılar bir limanda sıkışıp kalmış, insanların hayatına giremiyorlar. Simon, Bilal ve arkadaşıyla iletişime geçtiğinde mültecilere ayrımcılık yapıldığını düşünen eski eşi bile bu hareketinin başına iş açacağını söyleyerek vaz geçirmeye çalışıyor. Ardından Simon’u “insan kaçakçılığına yardım etmek” suçlamasıyla polis karşısında görüyoruz. Sivil bir vatandaşın mültecilerle iletişime geçmesi böyle engellenmiş oluyor.

II.

Şeyma Kaya: Kayıp. Dünya bir günde milyonlarca mülteci kaybediyor. Kimi oğlunu kaybediyor, kimi babasını, kimi annesini... Mallarını, canlarını kaybediyorlar; sevinçlerini, anılarını kaybediyorlar. Ama kimsenin umurunda değil. Bu da dünyanın geri kalanının kaybı. Benim en çok etkilendiğim sahnelerden biri göçmenlerin markete girmelerine izin verilmemesiydi. Tam bir kayıp. Bilal de kayıp. Bilal ile birlikte sevdiği kızın hayalleri de kayıp. Yüzme hocasının da umutları kayıp. Filmin sonunda ben de kaybetmişim gibi hissettim.

İngiltere’ye gitmek zorundaydı ve bunun için yüzmek zorundaydı.
İngiltere’ye gitmek zorundaydı ve bunun için yüzmek zorundaydı.

Beyza Karakaya: Samimiyetsizlik. Simon’un eşiyle karşılaştığı markette eşi mültecilerin markete alınmamasına karşı çıkarken Simon’u sessiz kalmakla suçlar. Simon’un evine mültecileri aldığını, onlara yardım ettiğini öğrenince de başına bela açacağından endişelenir. İşte bu noktada söylem ve eylem tutarsızlığını görüyoruz. Filmin bana göre en çarpıcı sahnesi Simon’un mültecileri eve almasını şikâyet eden komşusunun paspasında ‘Welcome’ yazısını görmesi. Bu noktada Simon’un eylemlerini irdeleme ihtiyacı hissediyorum. Bilal Simon’un içinde, hayatında eşinin bıraktığı boşluğu dolduruyor. Marketteki sahnede kılını kıpırdatmazken eşinin tutumu onu harekete geçiriyor. Belki de yardımlarının eşinin hoşuna gideceğini düşünüyor. Yani aslında Bilal için değil kendisi için yardım ediyor Bilal’e. Filmin sonunda Simon’un hikâyesi tamamlanıyor, yüzük sahibini buluyor. Bilal ise yalnızca bir anı oluyor herkesin hayatında. Filmde yakaladığımız bu samimiyetsizlik bizi kendimizle yüzleştiriyor.

Simon’un eşiyle karşılaştığı markette eşi mültecilerin markete alınmamasına karşı çıkarken Simon’u sessiz kalmakla suçlar.
Simon’un eşiyle karşılaştığı markette eşi mültecilerin markete alınmamasına karşı çıkarken Simon’u sessiz kalmakla suçlar.

Elif Darıcı: Etiketleme. İnsanların tek amacı ‘pis, hastalıklı, hırsız’ olarak kolayca etiketledikleri bu insanları hayatlarından uzak tutmak. Mülteciler insanın kendini koruması ve sakınması gereken kişiler olarak gösteriliyor. Bu nedenle etiketleme ve steril hayatlar bence bağlantılı. Bunlar biraz soyut ve dolaylı çıkarımlar belki, ama etiketlemenin somut bir örneği ellerinin üzerine yazılan numaralar.

  • Bu numaralar 2. Dünya Savaşı’nın toplama kamplarını akla getiriyor. Devlet bir kayıt tutmak, gelenleri kontrol etmek isteyebilir ancak bunu basit bir kâğıt parçasıyla da yapabilir. Bunun yerine ellerinin üzerine başkalarına göstermekten çekindikleri bir numara yazmayı tercih ediyor.

III.

Şeyma Kaya: Umut. Bilal yüzebilmeyi umut etti, imkânsızı istedi. Başaracaktı da, ama engel oldular. İngiltere'ye gitmeyi, sevdiği kızı bulmayı umut etti, İngiltere'de futbol oynamayı, yaşamayı umut etti. Geleceğini umut etti. Yüzme hocası da, onun denizi geçeceğini, sevdiği kızı bulup evleneceğini ve hatta onların düğününe katılmayı umut etti. Kendi karısının geri dönmesini umut etti. Son olarak Bilal’in ölmemiş olmasını umut etti. Ama bunlar gerçekleşmedi.

Mültecileri hiçe sayan onları öteleyen komşulardan farkı bu hâkimliği koruyucu tutuma indirgemesiydi.
Mültecileri hiçe sayan onları öteleyen komşulardan farkı bu hâkimliği koruyucu tutuma indirgemesiydi.

Beyza Karakaya: Ev sahipliği. Simon’un eşi markette mültecileri ‘savunurken’ aslında kendi üstünlüğünü ortaya koyuyordu. Ev sahipliği değil hâkim sınıf olmanın verdiği bir savunma hali içerisindeydi. Mültecileri hiçe sayan onları öteleyen komşulardan farkı bu hâkimliği koruyucu tutuma indirgemesiydi. Kampta yemek veriyor, ayrımcılığa karşı olduğunu söylüyor ama yine de kendisiyle mültecilerin arasına aşılmaz duvarlar örüyordu. Simon, eşine gitme diyebilmek için caddenin karşısına geçememişken, Bilal sevdiği kız için 400 km yürümüş, kaçakçıların sunduğu her seçeneği çare olarak kabul etmiş ve şimdi de yüzerek Manş Deniz’ini aşmayı planlıyordu ve üstelik on yedi yaşındaydı.

Bu yüzden Simon Bilal’e ve aşkına saygı duyuyor, belki de bu noktada onu kendisinden üstün görüyordu. Simon ev sahibi olmayı yani misafirin derdiyle dertlenmeyi o kadar uç noktada yaşıyordu ki kendi başını derde sokma pahasına Bilal’in tamamlayamadığı yolculuğu yapıp Mina’ya gidiyor.

Paspaslarından başka ne gönüllerinde ne dillerinde ‘hoş geldiniz’i barındıramayanlarsa ev sahibi olmayı yalnızca mülke indirgiyor. Mülklerinin bekçisi, kendi huzurlarını kaçıracak her şeyin polisi oluyorlar.

Elif Darıcı: Ben de umut kelimesini kullanacağım. Filmde Bilal’in ve diğer mültecilerin hayata tutunabilmelerini sağlayan en temel duyguları umut. Ne pahasına olursa olsun hepsi kendine göre bir sebeple İngiltere’ye geçmeye çalışıyor. Daha iyi bir yaşam umuduyla hayatta kalma ihtimalinin düşük olduğu bir yola çıkmayı göze alıyorlar. Bu uğurda bir tırın kasasında havasız kalmayı, saatlerce akıntıların çok olduğu soğuk bir denizde yüzmeyi göze alabiliyorlar. Karşılarına çıkan engeller onları durduramıyor ve farklı yollar bularak hedeflerine ulaşma umutlarını besliyorlar.