Bakteri havuzu
Bütün yabancıları ilk karşılaşmada öldürürsek onları tanıyamayacağımız gibi daha sonra ziyaretimize gelebilecek hemcinslerinin zararlarından da emin olamayız. Dünyanın en zararlı yabancısı bile tanışılıp hünerleri öğrenildikten ve boyun eğdirilip diz çöktürüldükten, yayılmacılıktan vazgeçirildikten sonra, her ihtimale karşı gözlem altında ve yakınımızda tutacağımız bir tanışa dönüşüp bizi zenginleştirir.
Hucurat (49) suresinin 13. ayet-i kerimesinde geçen “Ey insanlar, (...) sizi tanışasınız diye kavim ve kabilelere ayırdık (...)” hitabı yabancılık ve farklılık karşısında yapılacak şey olarak “tanışma”nın önceliğine dikkat çeker. Tanışma eylemini gerçekleştiren birimleri, ilk akla gelen ümmet, millet ve aşiret gibi topluluklardan başlatıp belki insan teklerine kadar indirebiliriz. Gerçekten de insan doğumundan başlayarak, hayatta kaldığı sürece kendisine yabancı ve kendisinden farklı insanlarla tanışır. Fakat insanın çevresi, insanlar dünyasından ibaret değildir. Mütemadiyen farklı canlılarla, hayvanlarla, bitkilerle de karşılaşır. Nasıl yeni insanlarla tanışıp sosyalleşerek insanların dünyasına adapte oluyorsa, canlıların dünyasına da onlarla temas edip tanışarak intibak eder. Şüphesiz bu tanışlar kedi, köpek, kuş gibi gözle görülebilen hayvanlardan ibaret değildir. Her gün çok sayıda yeni ve farklı küçük organizma ağız, burun, gözler, açık yaralar ya da derimiz yoluyla vücudumuza adım atar.
Çapa Tıp Fakültesi Çocuk Alerjisi Bilim Dalı’ndan Nermin Güler Hürriyet’in Kelebek ekinde çıkan “Çaresi resmen köy hayatı” başlıklı röportajında (30 Nisan 2014) bu konuda şöyle diyor: “Büyükbaş hayvanların olduğu çiftliklerde onların dışkılarından çıkan mikroplar çocukların vücutlarına adeta bir antrenman verir. O zayıf mikroplar insanı hasta edici mikrop değildir ama milyonlarca mikrobun içinde vücut savaşmayı öğrenir. Bağışıklık sistemi alerji geliştirmek yerine doğal ortamla savaşacak bir statü geliştirir. Astımlar, alerjiler çiftliklerde büyüyen çocuklarda çok daha az. Yaz tatillerinde çocuklarımızın ayakları toprağa basacak, çiftlik hayvanlarının olduğu yerlere götürülecek.” Zorluklarla mücadele nasıl insanı geliştirirse bir mikropla savaşmak da onunla tanışmak, hünerlerini öğrenmek, onun zarar veremeyeceği hale gelmek anlamına gelir.
Mikrop aslında çok veya az hücreli mikroskobik organizmaların, bir başka deyişle mikroorganizmaların genel ismi. Fakat olumsuz çağrışımı ve hepsinin zararlı olduğuna dair kanaatin yaygınlığı çocuklarını ormandan korkutan şehirli ailelerle sınırlı değil muhtemelen. Amerikalı bağışıklık uzmanı Polly Matzinger (2007) zararsız/uzlaşılmış ve zararlı/yayılmacı mikroplarla ilişkimizin sınırlarını şu şekilde çiziyor: “Bağışıklık savunmasının nesnesi bizatihi yabancılık ya da başkalık değildir. Geri püskürtülecek olan, yalnızca içini yıkıcı olarak istila eden yabancıdır. Biyolojik bağışıklık sistemi bugüne kadar düşündüğümüzden çok daha misafirperverdir. Bağışıklık sistemi hiçbir yabancı düşmanlığı bilmez, insan toplumundan daha akıllıdır. Kendiliğin gelişimine bile zararlı olacak abartılmış bir [savunmacılıktan uzaktır].” (Yorgunluk Toplumu’nda aktaran Byung-Chul Han, s. 9)
Bütün yabancıları ilk karşılaşmada öldürürsek onları tanıyamayacağımız gibi daha sonra ziyaretimize gelebilecek hemcinslerinin zararlarından da emin olamayız. Dünyanın en zararlı yabancısı bile tanışılıp hünerleri öğrenildikten ve boyun eğdirilip diz çöktürüldükten, yayılmacılıktan vazgeçirildikten sonra, her ihtimale karşı gözlem altında ve yakınımızda tutacağımız bir tanışa dönüşüp bizi zenginleştirir. Büyüleyici Bağırsak’ın yazarı Alman doktor Giulia Enders bu yakın yerin bağırsak olduğunu savunur ([2014], s. 164): “Bağışıklık sistemimizin büyük kısmı bağırsakta yer alır. Bakterilerin düzenlediği festivalin ana sahnesi buradadır. Bakteriler buradaki gizli haznelerde hayatlarını sürdürür ve hücrelerimize tehditkâr biçimde yanaşamazlar. Bağışıklık sistemi burada onlarla vücudumuza zarar vermeyecek şekilde oynar. Böylece savunmadan sorumlu hücrelerimiz burada yeni bakteri türlerini keşfeder. Bağışıklık sistemimiz burada bakterilere selam vermekle kalmaz, ‘sen fena değilsin’ veya ‘sen daha çok hoşuma gittin’ gibi yorumlarda bulunur.”
- Nasıl insanlar eliyle insanlar dünyasına adım atıyor ve acı tatlı tecrübelerle olgunlaşıyorsak, canlılık dünyasıyla tanışmamız da mikroplar (özellikle de bir alt türü olan bakteriler) sayesinde oluyor. Bakterilerin dünyasına yavaş yavaş girip onlarla adım adım tanışarak gelişiyor, güçleniyor ve canlılar dünyasına ait, onunla tanıdık, uzlaşmış hale geliyoruz. Rudyard Kipling’in Yalnız Dolaşan Kedi’sindeki gibi belki kadın erkeğin yanı sıra (kedi hariç) birkaç hayvanı eve/ateşe alıştırıp “ev”cilleştirmesi, hepsi önce vahşi düşmanlarken köpekten dost, attan hizmetkar, sığırdan hem dost hem hizmetkar yaratması gibi, biz de vücudumuza giren bazı mikropları düşmanken dosta, en azından müttefike dönüştürüyoruz, “insan”cıllaştırıyoruz. Ama aynı anda başka bir süreç, asıl hikâye de işliyor: Bakteriler bizi ürkütmeden canlılar dünyasına alıştırıyor, dahil ediyor. Bizi bakterilerin sonsuzca yaşadığı “vahşi doğa”ya yabancı kalmaktan; dağda, ormanda, derede tekinsiz hissetmekten kurtarıyor, “yaban”cıllaştırıyor.
Güncel araştırmalar insan vücudunun içinde ve üzerinde yaşayan bakterilerin insan hücrelerinden –kütlece ve örgütlülükçe değilse bile– sayıca fazla olduğu konusunda ısrarlı. Bunlar arasında baştan beri “dost” olanlar olduğu gibi, başta “kötü” ve “düşman” olup sonradan, bağışıklık sonrası “iyi” ilişki kurulanlar, uzlaşılanlar, insanın vücudunda belli bir seviyede bulunup tanındığı için sürekli zahmetsizce denetlenenler de bulunuyor. Başka bir ifadeyle bunlar temelde sürekli beraber yaşadığımız, ya dost ya müttefik bakterileri ifade ediyor. Acaba her insanın bakterilerle ilişkisi aynı seviyede mi? Bazı insanların kendilerine dost olarak hayvanlardan çok bitkileri; hatta metalleri, camı, petrol ürünlerini ilh. seçmesi bakterilerle yakınlık düzeylerini etkileyecektir.
Yeni dostlar kazanmak
İnsan farklı insanlarla tanışıp yolculuk edip birlikte iş yaptıkça, iyi-kötü tecrübeler kazandıkça, bunları atlatıp ibret aldıkça hayata bakışı genişler, farklı görgü ve olgunluk, başka bir deyişle “manevi bağışıklık” (dayanıklı esneklik, rezilyans, resilience) seviyelerine erişir. Tıpkı bunun gibi, insan vücudunun da biyolojik dünyaya uyumu; kendi kendine savaşıp yendiği, uzlaştığı, az miktarda ve kontrol altında tuttuğu, tanıdığı, özelliklerini hafızasına kaydettiği mikrop, bakteri veya virüs listesinin kabarıklığı yani “maddi bağışıklığı” farklı düzeylerde olabilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün bir ülkeden bir ülkeye giderken hangi aşıları olmak gerektiğine dair tavsiyelerini incelediğimizde Hindistan’a gidecek bir Amerikalı’ya çoğuna 2, bazılarına +6, Alman’a kısa ziyaretler için 2, uzun ziyaretler için +3 aşı tavsiye edildiğini görüyoruz. Bu da bu ülke vatandaşlarının halihazırda Hintlilere göre bağışıklık açısından Hintlilerden zayıf durumda olduklarını, bu yüzden aşı olmaları gerektiğini anlatıyor. İnsanların halihazırda kaç mikropla birlikte yaşadığı, hangi hastalıklara karşı antikor ürettikleri hesaplanıp, dünya çapında böyle bir ölçüm ve karşılaştırma yapılsa, ülkelerin bağışıklık güçleri karşılaştırılsa Hindistan belki de en üst sıralarda yer alırdı.
Yeni insanlarla tanıştıkça insan bir süre sonra dünya üzerinde yaşayan farklı tiplerde insanları tanır hale gelebilir. Aynı şey bakteriler için de geçerli olabilir, insan vücudu bebeklikten başlayarak yeni bakterilerle tanışa tanışa bir süre sonra belli bir doyum noktasına ulaşabilir, dünyanın bütün bakterileri ile tanışıp hesaplaşarak sulh ilan edebilir. Dünya şartlarının, pek çok iklim bölgesinde Hay bin Yakzan’ın adasındaki gibi yumuşacık olmayışı, bir ölçüde sert, ölçülü ve kaldırılabilir yüklerle dolu oluşu, insanın dünya hayatının geçici zahmetlerinden biri olarak mikroplarla peyderpey (bir anda hepsine maruz kalıp ölmeden) tanışması, bu tanışma sürecini hastalık olarak tecrübe etmesini ve bu süreçten güçlenerek çıkmasını gerekli kılıyor. Sağlıklı bir insan vücuduna tek başına, belli bir miktardan az ve uygun yolla (!) girdiğinde, dünya yüzündeki hiçbir mikrobun/virüsün ölüme veya kalıcı sakatlığa yol açmayacağı varsayılırsa, yaşanan geçici hastalığın sonuçta güçlendirici bir etki yaptığı söylenebilir. Ta ki birkaç günlük işgücü kaybı yaşanmaması için ya da her şeyi hızlandırma ve kontrol altında tutma arzusuyla doğal süreçlerin yerine yapay olanları konulmasın.
Ölümcül salgın hastalıkların insanları zayıf yakaladığı dönemleri bir yana bırakıp düşünmeye devam edelim. Kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği gibi bulaşıcı 'çocuk hastalıkları' (bebeklikte anne sütüyle beslendiği ve antibiyotiğe boğulmadığı varsayılırsa) çocuklukta ileri yaşlara oranla daha hafif geçirilmekte, bu da çocuklar tarafından kapılıp geride bırakılmasını faydalı kılmaktadır.
Bu, ayağımıza gelen yeni bir mikropla tanışma imkânını tepmemek anlamına gelir. Bu bakış açısından hareketle, “Suriyelilerin gelişiyle hortlayan hastalıklar” toplumsal bağışıklığın gelişmesinin vesileleri olarak görülebilir. Yine buna göre, toplu taşıma araçları toplum olarak mikroplarımızı paylaşarak bağışıklığımızı güçlendirdiğimiz kilit mekanlarken, sürekli dezenfekte edilip böyle faydalı bir alışverişin önüne geçilmesi de sakıncalı olacaktır. Toplu taşıma araçlarıyla yetinilmeyip evlerin, kapalı kamusal alanların, hatta sokakların sürekli mikroptan arındırılması, toplumun doğal yollarla, yumuşak geçişlerle mikroplarla tanışmasına engel olacağı için bizi daha da çok aşıların kucağına itecektir. Karşı atak olarak evde ortadan daha çok şey yiyip içmek; misafirlerle aynı havluyu kullanmak; inek, koyun, keçi, kedi gibi evcil hayvanlarla ilişkimizde daha rahat davranmak; dışarıda yabancı insanların kullandığı elektrik düğmesi, kapı kolu, musluk, sabun, bardak vb. nesnelerden daha az çekinmek gibi mutedilden radikale “bakteri havuzu”nu halka halka genişletme operasyonları örgütlenebilir.
Her ferdi dünya yüzündeki bütün hastalıkların mikroplarıyla (aşı değil doğal yollarla) tanışık olan ve vücudunun “tanıdık mikroplar” fotoğraf albümünün sayfalarını antibiyotik kullanımıyla koparıp atmamış bir toplum, hangi coğrafyaya hangi iklime giderse gitsin şanslı ve güçlü olacaktır. Hindistan’ın, Güney Amerika’nın ya da Afrika’nın en “riskli” bölgelerine gönül rahatlığıyla girip çıkabilecektir. Modern medeniyetin dezenfeksiyon/aşı sisteminde yaşanabilecek bir duraklamadan ya da biyolojik savaştan asgari seviyede etkilenecektir. Bütünüyle aşısız kazanılmış ve dünya yüzünde o ana kadar ortaya çıkmış bütün mikroplarla tanışıklığı içeren güçlü bir bağışıklık sistemi böyle düşününce anlamlı bir toplumsal sağlık, hıfzıssıhha, halk sağlığı hedefi olacaktır. Canlıların dünyasıyla ilişkimizde, bütün değilse bile, dosta ya da müttefike dönüşebilecek bütün hayvanları, canlıları, mikropları, bakterileri tek tek dosta dönüştürmeyi kendimize amaç olarak koyabiliriz. Ama aşı ile değil, onlara karşı açık, görece korumasız davranarak, onlarla peyderpey karşılaşmayı isteyerek, buna uygun yaşayarak.