Tarihin tozlu sayfalarından çıkıp gelen bir ata sporu
Çevgan, eski Orta Asya menşeli, atlı iki takım arasında oynanan, “gûy” ismi verilen deri veya ahşap topu, “çevgan” denilen ucu bükülmüş sopalar vasıtasıyla rakiplerden kurtarıp hedefe götürme amacı taşıyan kadim bir oyundur. Şehnâme gibi birçok destan, şiir ve masala konu olan bu oyun, İranlılar ve Türkler arasında çok meşhurdu. Ancak, oyunun tam çıkış yeri ve çevgan kelimesinin kökeni hakkında kaynaklarda net bir bilgi yoktur. Anadolu’da da bilinen ve oynanan oyun, Yunus Emre’nin şiirlerinde kendine yer bulacak kadar meşhurdur. Yunus bir şiirinde, dünyayı bir çevgan sahasına, ezeli iradeyi bir çevgan sopasına, kendisini de meydanda bu sopayla sürüklenen bir topa benzetir.
Meşhur İranlı şair Firdevsî, 10’uncu yüzyılda kaleme alıp, eski İran efsaneleri üzerine kurguladığı ve Sultan Gazneli Mahmud’a sunduğu Şehnâme’sinde; Persler ile Turan hükümdarı Türk Efresiyab arasında ortaya çıkan bir mücadeleden bahseder.
Anlatıya göre M.Ö. 700 yılında meydana gelen bu mücadelede hünerler kılıç, ok veya gürzlerle değil, bir top ve o topu sürmeye yarayan kısa sopalar vasıtasıyla sergilenir.
Firdevsî’nin iddiasına göre Türklerin ancak acemi şansıyla galip geldikleri bu mücadeleye “Çevgan” denilir.
Çevgan, eski Orta Asya menşeli, atlı iki takım arasında oynanan, “gûy” ismi verilen deri veya ahşap topu, “çevgan” denilen ucu bükülmüş sopalar vasıtasıyla rakiplerden kurtarıp hedefe götürme amacı taşıyan kadim bir oyundur. Şehnâme gibi birçok destan, şiir ve masala konu olan bu oyun, İranlılar ve Türkler arasında çok meşhurdu. Oyunun tam çıkış yeri ve çevgan kelimesinin kökeni hakkında kaynaklarda net bir bilgi yoktur. Yazıldığı dönem Türk dünyasının kültür atlası sayılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’te oyundan “çöğen” şeklinde bahsedilir.
Bilindiği kadarıyla, oyun ilk olarak Türk-İran coğrafyasından Çin, Arap dünyası ve Bizans’a yayılır. Bu devletlerin tarihî kaynaklarında oyunla alakalı bilgilere ulaşmak mümkündür. Uygurlar vasıtasıyla Çin’e ulaşan çevgan, burada 13’üncü yüzyılda saray çevresinde bir elit çevre oyunu olarak icra edilir.
Araplarda ise ilk kez İslâm öncesi Lahmîler devletinde görülür. Emevîler devrinde Birinci Yezid’in saray eğlenceleri arasına giren oyun, Abbasiler’de Harun Reşid’in sevgisine de mazhar olur.
Karahanlı ve Selçuklu saraylarında oynanan çevganı mahir bir şekilde bilmeyi, Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacip, iyi bir elçiliğin şartı olarak zikreder. Bizans İmparatoru II. Theodosius sarayının önünde bir çevgan meydanı yaptırmıştır.
Oyun, Kostantinapolis “İstanbul” oluncaya kadar Bizans topraklarında çokça oynanır.
Çevgan oyunu en büyük iltifatı Memlûklerden görür. Memlûk Sultanı Baybars sıkı bir çevgan hayranıdır ve bulduğu her fırsatta oyunu icra eder. Kahire’ye oyun için büyük bir alan yaptırır. Hatta Memlûk sultanları yanlarında kendi çevgan sopalarını taşıyan özel görevliler dahi bulundurur.
- Anadolu’da da bilinen ve oynanan oyun, Yunus Emre’nin şiirlerinde kendine yer bulacak kadar meşhurdur. Yunus bir şiirinde, dünyayı bir çevgan sahasına, ezeli iradeyi bir çevgan sopasına, kendisini de meydanda bu sopayla sürüklenen bir topa benzetir.
O; kader, irade ve kaza gibi çetrefilli konularda yorumunu halkın bildiği meşhur bir oyunla, sadelikle özetler. Anadolu Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad’ın Akdeniz sahillerinde askerleri ile çevgan oynadığı Selçukname’de aktarılır. Çevgan sonraları Babürler vasıtasıyla Hindistan’a da girer ve bu topraklarda da yayılır.
İlerleyen zamanda çevgan Türk-İslâm devletlerinin gerilemesine benzer paralellikte gündemden düşer. 1857 yılında Hindistan’ın kuzeydoğusunda yerel Hind kabilelerinin oynadığı bu oyunu gören Joseph Sherer isminde işgalci bir İngiliz teğmeni, unutulmaya yüz tutan oyunun kaderini değiştirir.
- Askerlerden ve o civarda bulunan İngiliz tüccarlarından bir kulüp kuran Sherer, yerel kabilelerle maçlar yapar. Bundan sonra çevgan dünyaya İngilizler tarafından Tibet dilinde bu oyuna verilen ve top manasına gelen “polo” ismiyle tanıtılır.
Günümüzde olimpiyat oyunları arasında oynanan polo, Azerbaycan ve İran’da da çevgan ismiyle sonradan canlandırılmış olarak, hâlâ oynanmaktadır. Oyun UNESCO tarafından polonun atası olarak, 2017 yılında İran’ın “somut olmayan kültürel miraslar” listesine alınmıştır.
Evliya çelebi Seyahatname’sinde, Bitlis Şeref Han Câmii yanındaki çevgan sahasında seyrettiği bu oyunu, kendine has üslubuyla şöyle aktarır:
- “Çevganı şöyle oynadılar ki, meydanın iki tarafında iki mermer direk dikiliydi. Bir tarafta bin atlı, diğer tarafta bin atlı toplandı. Adamların ellerinde kızılcık ağacından çoban sopaları vardı. Meydana adam kafası büyüklüğünde bir yuvarlak ağaç koydular. Bir taraftan mehterhane sekiz kat söylemeye ve davul vurmaya başladı. Mehteranın sesi göğe yükseldiğinde bir taraftan bir adam, bir taraftan diğer bir adam at seğirterek meydandaki tahta topa hamle etti. İkisi de topu kendi direklerine götürmek istiyordu. Başka biri daha yetişip havalanan topa vurdu, sonra bir diğeri, bir diğeri derken meydandaki tüm adamlar topa vurdu. Nice fakir top, bu meydanda bu sopaların vuruşlarıyla parçalanmıştır. Neticede bir taraf topu kendi direğine götürüp galip oldu. Mağluplar galiplere görülmemiş ziyafet sofraları kurdu. Bu oyun bir acayip temaşadır ve bir harika pehlivanlıktır. Oyundan gaye ata iyi binmektir. Ama nice atlar yanlışlıkla yedikleri sopa darbeleriyle bu meydanlarda heder olur. Ya da en azından gariban at topal kalır. Fakat söylemek gerektir, atlar öyle eğitilmişlerdir ki kedi fareyi nasıl gözlerse çevgan atı da topu öyle gözler. Allah hakkı için delikanlı oyunudur bu çevgan. Nice kere bu oyun sonucunda iş kavgaya dönmüş, meydanları kan götürmüştür. Acem ve Kürt illerinde silahşörlük ve maharet bu oyunla tartılır…”