Mısır direnişinin sembolü şehidimize asırlardır süren hakaret
Süleyman el-Halebî, Osmanlı vatandaşı Kürt kökenli bir Ezher talebesiydi.
Bugün Paris’e gidip de İnsanlık Müzesi’ni ziyaret edenler bir Osmanlı öğrencisinin kesik başının bu müzede ne işi olduğunu hayretler içerisinde düşünmektedir.
- Çok az kişinin tanıdığı şehidimiz Süleyman’ın kesik başı neredeyse iki asırdır Fransızların türlü hakaretleri arasında, üstelik adı “İnsanlık” olan bir müzede teşhir edilmektedir.
Halebî’yi bir vahşi ya da insanlık düşmanı şeklinde sergilemelerinin tek nedeni ise bu cesur talebenin memleketi için işgalcilerin kibirli komutanlarından Fransız General Jean-Baptiste Kléber’i öldürmesidir.
Evvela işgali tekrar hatırlayalım…
İşgal ve sözde “onurlu geri çekiliş”
Napolyon büyük donanmasıyla işgal için İskenderiye önlerinde göründüğünde ne yazık ki Osmanlı’nın böyle bir seferden haberi dahi yoktu.
- Öyle ki, Mısır işgal edildiğinde dahi elçimizin hâlâ bu durumdan habersiz olmaması üzerine III. Selim tarihte eşine az rastlanır bir hareketle resmî evraka Paris Elçimiz Seyyid Ali Efendi için “eşek herif” yazar.
Elbette tek “eşek herif” Seyyid Ali Efendi değildir; çünkü tutuklanarak apar topar sorguya getirilen Fransız Maslahatgüzarı Ruffin de Napolyon’un bu harekâtından haberdar değildir.
Atı alan Marsilya’yı çoktan geçmişti. Napolyon, İskenderiye önlerinde 38 bin asker 171 ağır top ile arz-ı endam ettiğinde Osmanlı hiçbir direniş gösteremedi. Üstelik işgalden hemen sonra da yalnızca askerî nota vererek durumu kınadı.
Napolyon karaya ayak bastığında amacının Mısır’ı işgal etmek değil, halkı özgürlüğüne kavuşturmak olduğunu ilân etti. Buna göre Memlûklerin/kölemenlerin zalim yönetiminden Mısır halkını kurtaracak ve Osmanlı Sultanının iktidarını yeniden tesis edecekti. Bu amaç doğrultusunda halkın manevi duygularını da kullanan Napolyon, tarihe “Mısır Bildirisi” olarak geçen mektubunda şunları söyleyecekti:
“Ey Mısırlılar! Size, benim buraya dininizi yıkmak için geldiğim söylenecektir. Bu açık bir yalandır, inanmayınız. Zalimlere, benim buraya gasp edilmiş haklarınızı iade için geldiğimi, Allah’a Memlûklerden daha fazla inandığımı ve Hazret-i Muhammed ile hayranlığımı celbeden Kur’ân-ı Kerîm’e hürmetkâr olduğumu söyleyiniz. Nerede verimli arazi, kıymetli elbiseler, güzel esirler ve mükemmel evler varsa, hepsi Memlûklere ait. Eğer Mısır onların çiftliği ise Allah’ın bunu onlara verdiğine dair tapu senetlerini göstersinler. Allah adildir ve merhametlidir. İdareye bundan böyle herkes ortak olacak ve mutlu bir şekilde yaşanacaktır. Ey şeyhler, imamlar ve diğer önde gelenler! Fransızların da hakiki birer Müslüman olduklarını ve Osmanlıların şevketli padişahı ile her zaman dost bulunduklarını halkınıza anlatınız. Maksadımız, padişaha asi olan Memlûkleri ezmektir. Bize hemen destek verecek olanlar müsterih bulunsunlar fakat Memlûklere katılmaya kalkanların vay haline! Onlar için selamet yoktur ve dünyadan izleri silinecektir.”
Elbette bu sözler baştan aşağı yalandı…
- Ezher Üniversitesi, tarihinde ilk defa kapatılmış, siviller katledilmiş ve Mısır’da eşine az rastlanır bir tarih mirası yağması gerçekleştirilmişti. Üstelik Napolyon işgalini Kudüs’e kadar genişletmek istiyordu.
Mağrur komutan, Türklere karşı bir çeşit seküler Haçlı Ordusu kurmuş ve çekirge sürüsü gibi coğrafyada ilerliyordu.
Muzaffer bir komutan olarak Mısır’da fetihten fethe koşan Napolyon’a ilk darbeyi İngilizler vuracaktı. Napolyon’un Ebukır Limanı’nda demirli donanması İngilizler tarafından yakılmış ve Fransız ordusunun ülkesi ile olan tüm ilişkisi kesilmişti. Napolyon, Mısır’ı elinde tutuyordu; ama aynı zamanda Mısır’da da esir kalmıştı.
Bunun üzerine rotasını doğuya çeviren Napolyon, Hindistan’a kadar uzanan bölgedeki tüm Osmanlı topraklarını işgal etmek için harekete geçti.
24 Şubat 1799 tarihinde harekete geçen Napolyon, Gazze ve Yafa gibi stratejik noktaları ele geçirdi.
Napolyon, hepi topu 30 bin kişilik orduyla Osmanlı’nın bugünkü Ortadoğu coğrafyasındaki topraklarının önemli kısmını tek tek ele geçiriyordu.
Modern teçhizatlar ile donatılan ve İngiliz destekli Osmanlı askerleri, Napolyon karşısında bir türlü direnemiyordu. Ta ki Cezzâr Paşa ile karşılaşana kadar.
Osmanlı Devleti, Fransız kuvvetlerini Mısır’a sıkıştırdıktan sonra Napolyon, bölgeden ayrılmış ama ordusunu tahliye edememişti. Yerine ise Kléber’i orduların başına bırakmıştı.
Kléber, Türk ordusunun Mısır’ı kurtarma operasyonlarını başarıyla savuşturunca Fransa için büyük bir kahramana dönüşmüştü.
Kléber yerli halkın Türklerle iş birliği yaptığı düşüncesiyle giriştiği despotizm Mısır tarihi için eşine az rastlanır bir vahşilik boyutlarına ulaşmıştı. Fransızlar “onurlu geri çekiliş” dedikleri kaçış planını kabul ettirmek için Mısır’ı adeta yakıp yıkmaya başlamıştı.
- Süleyman el-Halebî, bu despota hak ettiği dersi vermek için elini öpmek bahanesiyle yanına yaklaştı. Kibirli general için efendisi olduğu yerli halka elini öptürmek büyük bir zevkti; ama Halebî’nin bıçağı böğrünü parçaladığında bu zevkten mahrum kalacaktı.
Süleyman, 14 Haziran 1800 yılında büyük General Jean-Baptiste Kléber’i öldürdükten sonra Kahire’nin ara sokaklarında saklanacaktı. Fransızlar ise kentte büyük bir insan avı başlatmış ve nihayet bu genç talebeyi yakalamıştı.
Süleyman günlerce işkence gördü. Hançeri kullandığı eli yakıldı, kazığa oturtuldu ve 4 saat boyunca kendi kanında boğulana kadar yavaşça öldürüldü.Vücudu işkenceden paramparça edildikten sonra kafası kesilerek Napolyon’a gönderildi.
Süleyman el-Halebî’nin başı, ibret vesikası olarak müzeye koyuldu.
Fransızlar, Kléber’e büyük törenler düzenlerken Şehit Süleyman’ın başı hakaret ve öfkeye maruz kaldı.
Bugün dahi müzenin en önemli figürlerinden birisi olarak ve bizim için bir utanç vesikası olarak sergilenmeye devam ediyor.
Oysa Süleyman’ın başı, işgalcilerin müzesinde değil, aziz na’şında olmayı hak ediyor. Dileriz ki Türkiye ve Mısır bu konuda ortak resmî bir adım atarak bu utanca en kısa sürede son verirler.