Medrese sıralarından cepheye: Hûsîlik
Zeydiyye kaynaklı mutedil bir dinî hareket olarak yola çıkıp, militan bir askerî harekete evrilen Hûsîlik, günümüzde İran’ın Yemen’in demografisini ve iç dengelerini değiştirme hamlesinin aracına dönüşmüş durumda. Hareketin itikadî anlayışını ve düşünsel çerçevesini yeniden şekillendiren bu süreç, Zeydîlik bünyesinde bugün az sayıda kalmış mutedil unsurları da militanlaştırma tehlikesini içinde barındırıyor.
Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd, 739’da, uzun süredir planladığı siyasal muhalefet hareketini örgütlemek üzere Irak’a giderek Kûfe şehrine yerleşmişti. Şehir halkından biat alan ve başlatacağı kalkışmada destek isteyen Zeyd bin Ali, nihayet aynı yılın sonunda hazırlıklara başladı. Ancak Emevî yönetimi durumu haber almış, Halife Hişâm bin Abdulmelik’in emriyle bölgeye büyük bir ordu sevk edilmişti. 29 Aralık 739 gecesi, yaklaşık 200 taraftarıyla birlikte harekete geçen Zeyd bin Ali, yaşanan savaşta mağlup oldu ve öldürüldü. İsyan henüz başlamadan bitmiş olsa da, Zeyd’in sevenleri ve takipçileri, kısa süre içinde hatırı sayılır bir kitle oluşturmayı başardılar.
- Yıllar geçtikçe “Zeydiyye” adıyla anılan bu grup, genel Şia kitlesi içinde, Ehl-i Sünnet’e yakın inanış ve uygulamalarıyla tanınır.
Bu durumun sebebi, Zeyd bin Ali’nin, kendisine sorulan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ile ilgili soruların sorulara, “Onlar hakkında hayır ve iyilikten başka bir şey söyleyemem. Dedelerimden de yalnızca bunu işittim.” demesiydi. Onun bu itidalli yorumu, “Hz. Ali'ye göre daha az faziletli olsalar da, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in hilâfeti de meşrudur.” şeklinde özetlenebilecek bir bakış açısını ortaya çıkardı. Zeydiyye, bu sayede İslâm tarihi içinde dikkat çekici bir istisna oluşturdu.
Göçler, iç savaşlar ve dış istilalar gibi nedenlerle, 9’uncu yüzyıldan itibaren Yemen’in kuzey bölgelerinde güçlenen Zeydiyye / Zeydîlik mezhebi, günümüzde Yemen’in başkenti Sanaa’yı işgal altında tutan İran merkezli Hûsîlerin de mensup olduğu dinî inanıştır. Zeydîler normalde Şia’nın çoğunluğunu teşkil eden On İki İmam Şiası’na muhalif olmasına rağmen, Hûsîlerin inanç formlarında yaşanan değişim ve hareketin tümüyle İran’ın etkisi altına girmesi, günümüz Ortadoğu’sundaki kaygan zeminin en bariz göstergelerinden biridir.
19’uncu yüzyıldan itibaren hem Osmanlı idaresine hem de Suudi Arabistan’ın kurucu kralı Abdulaziz’in kuvvetlerine direnen Zeydîler, 1918’de Osmanlı idaresinin bölgeden çekilmesiyle kendi bağımsız siyasal idarelerini kurdular: Mütevekkili Krallığı. 1930’lar boyunca Suudi Arabistan’la sınır ihtilafı yaşayan bu minik krallık, 1962’de resmen ortadan kaldırılıncaya kadar, Yemen ve çevresini yönetti. Krallığın bu süreçteki başkenti, ülkenin orta kesimindeki Taizz şehriydi.
Krallığın, 1962’de Mısır -dolayısıyla da Sovyetler Birliği- destekli silahlı birlikler tarafından alaşağı edilmesi, Mısır’la Suudi Arabistan arasında 1970’e kadar devam edecek bir savaşın da başlangıcını oluşturdu. 1965’te en şiddetli evresine ulaşan savaş boyunca en az 200 bin kişi hayatını kaybederken, Suudi Arabistan, Mısır’a karşı Zeydî kabile birliklerini ve kraliyet yanlılarını destekledi. 1967’de İsrail’in Mısır’a saldırması ve hava birliklerini yok etmesi, Yemen’deki savaşın da sona ermesi sonucunu doğurdu. Mısır’ın mecburen savaştan çekilmesiyle, Yemen de kısmî bir sükûnete kavuştu.
- 1978’de, ordu içinde kendisine taraftar toplayan Zeydî bir general, Ali Abdullah Salih, bir dizi darbenin ardından Yemen’de yönetime el koydu.
1990’a kadar Kuzey Yemen’i yöneten Ali Abdullah Salih, o tarihte iki Yemen’i birleştiren isim oldu. 2011’deki halk ayaklanmasına kadar ülke içindeki gücünü ve taraftar kitlesini korumayı başaran Salih, 1990’ların ikinci yarısından itibaren ülke içinde bir dizi ayaklanmayla karşı karşıya kaldı. Bizzat kendi tabanını oluşturan Zeydîlerin düzenlediği ayaklanmalarda halk, Salih yönetiminin imza attığı yolsuzluklara ve genel fakirliğe isyan ediyordu. Bir yandan ABD ve Suudi Arabistan’ı da memnun etmeye çabalayan Salih, oldukça riskli bir oyun kurdu. Bu oyun, hem ülkesinin hem de kendisinin sonunu getirecekti:
İsyanlarda ön plana çıkan isimlerden biri, kuzeydeki Saade şehrinde yıldızı parlayan Hüseyin Bedreddin Hûsî idi.
1956 doğumlu olan Bedreddin Hûsî, tanınmış bir Zeydî imamın oğluydu. Saade’de bir yandan öğretmenlik yapıyor, bir yandan da hükümet karşıtı gösterilere liderlik ediyordu. Ali Abdullah Salih, kendisine yönelik muhalefeti kontrol altına alabilmek için, Bedreddin Hûsî’yle direkt temas kurarak onu kendi safına çekmeye çalıştı. Böylece, Hûsî ve taraftarlarının çatışma isteğini kendi iktidarından, kuzey komşusu Suudi Arabistan’a kaydırmak istiyordu. Suudilerle sınır ihtilafı yüzünden devam eden çatışmalarda Hûsî’nin küçük kitlesini kullanmak, Salih için mantıklı bir plan gibi görünüyordu. Ancak Salih’in henüz farkında olmadığı şey, Hüseyin Bedreddin Hûsî’nin bölgeye uzak sayılabilecek bir müttefik bulduğu gerçeğiydi: İran. Kızıldeniz’in okyanusa açıldığı noktayı gözüne kestiren İran, uzun vadeli bir plan dâhilinde çalışarak, Hüseyin Bedreddin Hûsî’yi safına çekmeyi başarmıştı.
10 Eylül 2004’te, Ali Abdullah Salih’e bağlı birliklerin düzenlediği bir operasyonla Bedreddin Hûsî’nin öldürülmesi, artık kendi adıyla anılan hareketi için de dönüm noktası oldu. Yemen içinde artık militan bir muhalefet örgütlenmesi vardı ve günden güne de güçleniyordu. Kuzeydeki Saade kentini merkez edinen Hûsîler, Salih’in on yıllardır devam eden yozlaşmış yönetimine karşı açıktan ve örgütlü bir isyana girişmişti.
- İran, Hûsîlere olan silah ve mühimmat desteğini artırırken, Hûsîler de hızla itidalli Zeydiyye çizgisinden On İki İmam Şiası inancına geçiş yapıyordu. Bu çalkantılı süreçte, Zeydîler kitleler halinde inanç ve çizgi değiştirdi.
2011’de, Arap Baharı ismi verilen süreç Yemen’e sıçradığında, Ali Abdullah Salih, Suudi Arabistan’ın başını çektiği bölgesel inisiyatifin kararı sonrasında görevini bırakmak durumunda kaldı. Hem bölgedeki değişimler, hem de Yemen içindeki güç dağılımı, Salih’in artık koltuğundan ayrılması gerektiğini gösteriyordu. Körfez ülkeleri, Salih’in yerine yardımcısı Abdurabbi Mansur Hâdî’yi getirmeye karar verdiğinde, Yemen’deki karmaşa ve kaos daha da şiddetlendi.
Görevini devrettikten sonra, bir süre ortalıklarda görünmeyen -ve bu sırada, 2011'de sarayına düzenlenen saldırıda aldığı yaraların tedavisiyle meşgul olan- Salih, özellikle 2013’ten itibaren daha aktif bir konuma yükseldi. Hûsî birlikleri başkent Sanaa’ya doğru ilerlediğinde, kendilerine müttefik olarak sürpriz bir ismi buldular: Ali Abdullah Salih. Artık “Yemen’in devrik lideri” anıyla anılan Salih’in, iktidardan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Koltuğunu geri alabilmek için, eski düşmanları Hûsîlerle -resmî isimleriyle: Ensârullah- bile masaya oturabilirdi. Nitekim öyle de yapacaktı.
2014’ün ikinci yarısında, Ali Abdullah Salih’in Yemen ordusu içindeki birlikleriyle Hûsîler arasında resmen anlaşmaya varıldı. “Suudi Arabistan’ın kuklası” olarak görülen Abdurabbi Mansur Hâdî’nin görevden uzaklaştırılması ve Yemen’in birlikte yönetilmesi hususlarını içeren mutabakat gereği, Hûsîler başkent Sanaa’ya doğru ilerlerken, Salih’e sadık birlikler de onlarla birlikte hareket edecekti. Plan, birkaç ay içinde uygulamaya kondu.
- Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz’in Riyad’da tahta çıkmasıyla aynı günlerde, Yemen’in başkenti Sanaa, bu ittifak tarafından ele geçirildi.
Kral Selman’ın savunma bakanlığına atadığı genç oğlu Prens Muhammed için, bu durum, olabilecek en kötü senaryolardan birini ifade ediyordu. İran’ın bütün gücüyle Hûsîlere maddî yardım ve silah akıtmaya başlaması, Suudiler açısından Yemen’de ciddi bir tehlikenin belirdiğini gösteriyordu. Harekete geçilmeliydi, ama göz önündeki manzara, Hûsîlerle Ali Abdullah Salih’in kurduğu ittifakın, Yemen’deki otorite boşluğunu doldurabileceğini akıllara getiriyordu. Yemen’e düzenlenecek bir askerî operasyon, bu nedenle insanî bir felâkete dönüşebilir, Suudilerin Yemen halkının hafızasındaki bütün kredisini tüketebilirdi. Öte yandan, duruma hiç müdahale etmemek de Yemen’i tümüyle İran’ın fiilî kontrolü altına sokabilirdi. Bu da yakın gelecekte Yemen’in bir tür Irak veya Lübnan’a dönüşmesi sonucunu doğurabilirdi.
Taşıdığı “savunma bakanı” unvanına rağmen herhangi bir savaş tecrübesi bulunmayan Prens Muhammed, tüm bu riskleri hızlıca gözden geçirerek, 2015’in mart ayında “Kararlılık Fırtınası Operasyonu”nun emrini verdi. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve diğer bölgesel Suudi müttefikleri savaşa dâhil olurken, Umman ve Pakistan, savaş koalisyonuna katılmamayı seçti. Pakistan Parlamentosu’nda yapılan oylamada, savaşa katılım oybirliğiyle reddedildi.
- Savaşın ilk evresinde, Suudiler bunun “kolay bir zafer” olacağını iddia etseler de, aradan geçen üç yılın sonunda, Yemen’e düzenlenen askeri operasyon, artık bir insanî trajediye dönüşmüş bulunuyor.
Özellikle Hûsîlerin elinde tuttuğu orta ve kuzey bölgelere yönelik olarak uygulanan hava ve deniz ablukası nedeniyle, milyonlarca Yemenli açlığın ve salgın hastalıkların pençesinde kıvranıyor. İran destekli Hûsîlerin geri çekilmemesi ve bunu temin etmek için Suudi Arabistan’ın sürdürdüğü askeri operasyonlar ve abluka, Yemen’in fakir ve zayıf halkının neredeyse yokluğa sürüklenmesine yol açıyor.
Ablukadan etkilenen sivillerin yürek burkan görüntüleri sebebiyle, dünyada Suudi Arabistan’a yönelik öfke seli kabarırken, Hûsîler Yemen halkı içerisinde taraftar toplamaya devam ediyor. Saf değiştirerek Suudi Arabistan’a yaklaşmaya çalışan Ali Abdullah Salih’in, 4 Aralık 2017’de Hûsîler tarafından öldürülmesi, ülke içindeki dengelerin yeniden hareketlenmesine yol açan bir başka gelişme olarak kayıtlara geçti. Hûsîlerin lideri Abdulmelik el Hûsî, Salih’in kendilerine karşı bir komplo girişimi içinde bulunduğunu tespit ettiklerini ve infazı bu nedenle gerçekleştirdiklerini duyurdu.
Zeydiyye kaynaklı mutedil bir dinî hareket olarak yola çıkıp, militan bir askerî harekete evrilen Hûsîlik, günümüzde İran’ın Yemen’in demografisini ve iç dengelerini değiştirme hamlesinin aracına dönüşmüş durumda. Hareketin itikadî anlayışını ve düşünsel çerçevesini yeniden şekillendiren bu süreç, Zeydîlik bünyesinde bugün az sayıda kalmış mutedil unsurları da militanlaştırma tehlikesini içinde barındırıyor.