Âlî ailesinin dostu, fakir ve hakir; Şahkulu
Kanûnî Sultan Süleyman döneminde nakkaşbaşı olduğu bilinen Şahkulu'nun Bağdatlı olduğu bilinmektedir. Resim ve nakış eğitimini ise Tebriz’de Âgâ Mirek’ten almıştır. Tebriz’den İstanbul’a gelişi ise Yavuz Sultan Selim’in, Şah İsmail’e karşı kazandığı Çaldıran Zaferi’nden (1514) sonradır. Zaferin bir sonucu olarak Yavuz Sultan Selim Tebriz, Herat ve Şiraz’dan bir kısmı Türkmen asıllı otuz sekiz usta sanatkârı -ki bunların on altısı nakkaştır- İstanbul’a getirtmiştir. Osmanlı sanatına saz üslubunu kazandıracak olan Şahkulu da bu nakkaşlar arasındadır.
Osmanlı sanatının bezeme ve süslemeye dair tüm çalışmaları nakkaşhânelerde hazırlanırdı. Burada ressamlar, kalem işi yapanlar, musavvir, müzehhip, mücellit gibi kitap bezemecileri, değerli taş yontucuları, işlemeciler, taşçı ustaları, camcılar çalışırdı. İstanbul’da çarşı esnafının çalıştığı nakkaşhânelerin yanı sıra Topkapı Sarayı içinde ve yakınında sarayın sanat ve zanaat işlerini gören nakkaşhânelerin olduğu bilinmektedir.
Osmanlı sanatının klasik eserlerinin oluştuğu 16. yüzyılda, desen ve bezemelerin üretildiği nakkaşhânenin başında Tebriz’den getirilen Şahkulu adında bir ressam bulunuyordu. Yeni bir tarzla çalışan ve saz üslubu olarak tarihe geçen Şahkulu’nun bezemeleri o kadar çok sevilmiştir ki o da kendisini Osmanlı ailesinin bir dostu olarak görmüştür.
Türkiye ve Avrupa’daki çeşitli müzelerin envanterlerine değer katan Şahkulu’nun nadide eserlerine bir yenisi daha eklendi. Topkapı Sarayı’nda devam eden restorasyon çalışmalarında Hırka-i Saadet Dairesi ile Revan Köşkü’nün arasında kalan ve avluyu örten tonozlu tavanda, 500 senelik geçmişinin olduğu düşünülen saz üslubunda bezemeler ortaya çıkarıldı. 1950li yıllarda uygulanan betonarme sıvanın altından çıkan bu bezemelerin üslup, büyüklük ve renk çeşitliliği bakımından saz üslubunun günümüze ulaşan en etkili örneği olduğu varsayılıyor.
- Peki Şahkulu kimdir? Saray nakkaşhânesinin başına nasıl geçmiştir? Osmanlı Devleti’nin merkezi sayılan Topkapı Sarayı’nın çinilerini ve hatta duvarlarını tasarımlarıyla nasıl süslemiştir?
Bağdatlı olduğu bilinmektedir. Resim ve nakış eğitimini ise Tebriz’de Âgâ Mirek’ten almıştır. Tebriz’den İstanbul’a gelişi ise Yavuz Sultan Selim’in, Şah İsmail’e karşı kazandığı Çaldıran Zaferi’nden (1514) sonradır. Zaferin bir sonucu olarak Yavuz Sultan Selim Tebriz, Herat ve Şiraz’dan bir kısmı Türkmen asıllı otuz sekiz usta sanatkârı ki bunların on altısı nakkaştır İstanbul’a getirtmiştir. Osmanlı sanatına saz üslubunu kazandıracak olan Şahkulu da bu nakkaşlar arasındadır. Saray içinde giderek tanındığını ve mertebesinin arttığını Ehl-i Hiref Mevâcib Teftiş Defterleri’nde yer alan maaş bilgilerinden öğreniyoruz. 1520 (927) yılında 22 akçe maaş alırken, 1545 (952) yılında günlük 25 akçe alarak Cemâat-i Nakkaşan Bölük-i Rûmiyân’ın sernakkaşı olarak kayıtlara geçmiştir. Böylece Kanuni Sultan Süleyman döneminde nakkaşbaşı olduğunu ve vefatına kadar bu görevine devam ettiğini biliyoruz.
Gelibolulu Mustafa Âlî Efendi, Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserinde; Saray-ı Âmire’de onun için müstakil nakkaşhâne düzüldüğünü, Kanûnî Sultan Süleyman’ın zaman zaman gelip onu çalışırken seyrettiğini, ona çeşitli lütuf ve ihsanlarda bulunup, yüz akçe maaş ile eski ve yeni üstadların başına getirdiğini ve onu çok üstün tuttuğunu belirtir.
- Şahkulu’nun bu kadar itibar görmesinde sultana sunduğu hediyelerin payı var mıdır bilinmez ama bu hediyeler; bir büyük nakışlı tabak ve altı küçük üsküre, bir kâğıt üzerine peri sureti, bir hokka mukavvadan olarak kayıtlara geçmiştir.
Bunlara karşılık padişahtan değerli in’amlar aldığı ve ücretinin günlük 100 akçeye çıkarıldığı da bilinmektedir. 1556 (963) yılına ait olan kayıttan 3000 akçe ile câmenin (değerli elbise) Şahkulu’na verilen son hediyeler olduğunu anlıyoruz. Çünkü kaydın devamında Şahkulu’nun öldüğünü ve hediyelerinin teslim edilemediği yazılmıştır.
Şahkulu’nun nakkaşlıktan başka meziyetlerinin de olduğunu Aşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-şuara adlı eserinde görmekteyiz. Aşık Çelebi bu eserinde 1563-64 tarihine kadar yaşamış şairlerin hayatı hakkında bilgi verir. Bu eserde sözünü ettiğimiz Şahkulu’na Penâhi mahlası ile rastlarız. Aşık Çelebi’nin Şahkulu hakkında söyledikleri günümüz Türkçesi ile şu şekildedir:
Penâhi: Nakkaş Şahkulu’dur… Merhum Sultan Selim’in cülusundan sonra İstanbul’a gelmiş ve Sultan Süleyman merhum zamanında nakkaşbaşı olmuştur. Nakkaşlıkta ikinci Mani, zemin-i Rum’da (Türkiye’de) zamanın Mani’sidir. Belki Mani, bunun fermanlı kölesi idi. Yedi türlü nakış yazsa, sekiz cenneti kıskandırırdı. Eğer nilüfer nakşetse erjenk (Çinli) ve üstâd-ı firengi (Hristiyan üstadlar) utancından terlere garkolur. Bahar çiçeği tarh etse (çizse) kış mevsiminde bahar olur. Bu yıldızlarla dolu gök, onun lacivert renkli hokkasından bir çeşittir. Divitinin mürekkebinin siyahlığı âb-ı hayattır (hayat suyudur), yazdığı balık yeniden can bulup deryaya can atar veya onun parmağının halkasını balık ağı sanıp, canını kurtarmak için Umman Denizi’ne kadar kaçardı. Yanak yazsa, onun alnından kırmızılık renk alırdı. Sevgilinin zülfünü yazsa, menekşe boynunu eğerdi. Musavvirlikte Bihzad onun gibi tasvir yapamazdı. Güzelin ağzını resmetse sırrına kimsenin aklı ermezdi. Bulut yazsa dünyayı yağmur kaplardı. Deniz yazsa dalgalar coşardı. Serviye zaten kuşlar kondururdu. Irmak yazsa değirmenler döndürürdü. Sözün kısası, nakış ülkesinin hükümdarıydı. Kalemi, sanatından demir pergelin pazısı gibi kuvvetli idi.
Saray nakkaşhânesinin başına geçirilen; kalemine, fırçasına bu kadar övgüler dizilen Şahkulu’nun eserlerine yakından baktığımızda zihin dünyasının ne kadar canlı ve hayalperest olduğunu görebiliriz. Klasik tasvir (minyatür) üslubunun dışında uygulanan yeni bir resim üslubunun ilk temsilcisi olan Şahkulu’nun çalışmalarına genel olarak saz üslubu denir. Siyah mürekkep ve fırça ile, boyanmamış zeminli kağıtlar üzerine yapılan çalışmalardır.
- Saz; ince kamış şeklindeki bitkilerin genel adıdır. Sazın Arapça karşılığı, “el-gabe”, sazlık kelimesinin karşılığı ise “ecme”dir. Her ikisi de sık orman, birbirine girgin, sarmaşık, sık ve gür ağaçlık anlamına gelir.
Üslubun desen ve motiflerinin çoğunu iri kıvrık ve sivri uçlu dilimleri olan yaprak ve çiçekler ile hayal mahsulü çeşitli orman hayvanları ve perilerin oluşturduğunu düşünürsek, Şahkulu’nun çalışmalarına saz üslubu denmesinin sebebini anlayabiliriz.
Saz üslubunda yer alan motifler; saz yaprağı, sivri uçlu, kıvrık hançeri yapraklar, hatayi adı verilen stilize çiçekler, periler, arslan gibi orman hayvanları, İç Asya ve Uzak Doğu mitolojisi kökenli ejder, simurg, zümrüdüanka kuşu, ch’ilin (ejder atı) denilen efsanevi yaratıklar, sülün, balıkçıl, turna gibi değişik kuşlardır. Görüldüğü gibi resimlerin çoğunun kökeninde İç Asya ve Uzak Doğu kültürlerine dayanan mitolojik motifler yer alır. Bu motiflerin kullanılmasının sebebi, Moğol akınlarının yanı sıra İslâm dünyasının uzak doğuyu tanımaya başlaması ve 13. yüzyıl sonu ile 14. yüzyıl başında İran’la Çin arasında kurulan sıkı ilişkiler olmalıdır. Saz üslubunun orman konusunu İran’da 14. ve 15. yüzyıllarda Celâyirli, Timurlu ve Türkmen devri sanatlarında da görebiliriz. Safeviler döneminden de devam etmiş olup Şahkulu sayesinde Osmanlı sanatında yeni bir yoruma kavuşmuştur.
Ejder: 6. yüzyıldan beri Hun ve Uygur sanatında kullanılan bir motiftir. Çin ve Arapların sanatında da yer edinmiştir. Uygur ve Çin sanatında su ve bolluk simgesi olarak kullanılmıştır. Ön Asya’da Türklerle yaygınlaşmış bir efsanevi figürdür ve İslâm sanat eserlerinde sık sık tasvir edilen doğaüstü yaratıklar arasında önemli bir yeri vardır. Eski Türkçe metinlerde büke ve evren olarak da bilinir. İlkbahar ve yaz mevsimlerinde gökte uçar, sonbahardan sonra ise timsah ve su yılanı gibi yer altına veya sulara saklanır. Genellikle ağaç motifiyle birlikte çizilir, uçan efsanevi bir hayvan olması nedeniyle gökte uçmanın tasviri ejderin sırtına binilerek tasvir edilir.
- Yılankavi bedenli, balık sırtı gibi pullu, sakallı, favorili, tek boynuzlu ve sırtı kalın çizgiyle belirtilmiş ejder figürleri genelde birbirini delen yapraklarla sarılı ve devinim içerisinde tasvir edilmişlerdir.
Zümrüdüanka: İran mitolojisinde simurg, Hint mitolojisinde garuda, Arapların arasında ise anka adında bilinir. Ön Asya mitolojisinde de önemli bir yere sahiptir. Kaf ve Elbruz dağlarında oturduğu efsanelerde anlatılır. Tüyünü ele geçirenlerin en büyük sırra ve ölümsüzlüğe erecekleri ileri sürülür. Tüylü kuşların imparatoru olarak, güvercinin boğazı yılanın boynu ve balığın kuyruğundan meydana geldiğine inanılan ve on iki kanatlı olarak düşünülen efsanevi bir kuştur.
Kilin (ch’lin:ejder atı): Çin sanatında uzun ömürlülük, refah ve mutluluk, iyi ürün ve bilgece yönetimin simgesi olan efsanevi bir hayvandır. Hem su hem kara üstünde yürüdüğüne inanılır. Erkeğine ch’i dişisine lin denilir. Gövdesi misk geyiği, kuyruğu öküz kuyruğu, alın kısmı kurt alnı ve ayakları at ayağı gibidir.
Periler: Genellikle peri ve melekler aynı tip giysiler içinde gösterilmişlerdir. İslâm kitap resminin minyatür okullarınca 13. yüzyıl başlarından itibaren kullanılmıştır. Meleklerin giysilerini oluşturan uzun ve dar entariler üstünde kısa kaftanlar ve bellerinde kuşaklar veya madeni plakalı kemerler vardır.
Tüm bu orman tasviri ve hayali hayvanlar sanki girift bir ormanın ilkbaharda uyanışını simgelerken Türk mitolojisinin Osmanlı dünyasındaki süsleme amaçlı uzantısını gösterirler.
Saz üslubu; çini, kalemişi, taş işçiliği gibi mimari yapıların yanı sıra kumaş, halı, cilt ve kitap resmi olarak bir çok farklı alanda uygulanmıştır. Osmanlı kitap sanatında resimden sonra en görkemli örneklerini tezhip dalında vermiştir. 16. yüzyılda saz üslubunun tüm motifleri kompozisyonlarda yer alırken 17. ve 18. yüzyıllarda yaprak ve hatayilerden oluşan kompozisyonlara indirgenmiştir.
Şahkulu’nun çalışma tekniği ve işlediği motifler Şahkulu’ndan sonra Velican, Kara Memi ve Ali Üsküdârî gibi pek çok nakkaş tarafından sevilerek yorumlanmıştır.