Kraliçe Victoria'nın Müslüman dostu
Kraliçe Victoria'nın tahta çıkmasının 50. yılı şerefiyle düzenlen 'Altın Jübile'de kraliçenin yardımcısı olarak görev almasıyla başlayan İngiltere sarayı macerasında, sonraları Victoria'nın kişisel hizmetçiliğine terfi eden; Kraliçe ile, kraliyet ailesinin nefretini üzerine çekecek kadar yakın olan Hint Müslüman Abdulkerim ve Kraliçe Victoria'nın inanılması güç hikayesi.
Kraliçe Elizabeth’ten sonra İngiliz tahtının en uzun süreli varisi olan Kraliçe Victoria, 20 Ocak 1837’den hayatını kaybettiği 22 Haziran 1901’e kadar, tam 63 yıl yedi ay hüküm sürmüştü. İngiliz Krallığı’nın dünyanın dört bir yanına uzandığı ve artık “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak adlandırıldığı bu dönemde, Kraliçe Victoria da dünya çapında şöhrete kavuştu. Ömrünün son yıllarını yalnızlık ve hastalık içinde geçiren Kraliçe, tarihçilerin ilgisini, sadece uzun iktidarıyla değil, ölümüne kadar yanı başında duran Hintli Müslüman dostuyla da çekti. Abdulkerim isimli bu genç adamın Kraliçe Victoria’nın yaşamında oynadığı rol, artık yalnızca tarihçilerin değil, edebiyatçıların ve film endüstrisinin de gündeminde.
Bu sıra dışı hikâye, Kraliçe’nin tahtta geçirdiği 50 yılın kutlanması (Altın Jübile) için hazırlanan törenlere, Hindistan’dan bir adamın da getirilme kararıyla başlıyor. İşte, her adımı ayrı sürprizlerle oldu serüvenin keyifli bir özeti:
- Hazırlıkları aylar öncesinden başlayan Altın Jübile törenlerinin en önemli anı, Kraliçe Victoria’nın ünlü Westminister Abbey Kilisesi’ndeki törenlere başkanlık etmek üzere geçit resmine katılmasıydı. Halkın coşkulu tezahüratları eşliğinde kiliseye ilerleyen Kraliçe, daha sonra seçkin bir davetli topluluğuna yemek verdi. Saray protokol görevlilerinin hazırladığı plana göre, Kraliçe, yemek sırasında Hindistanlı prens ve mihracelerle konuşurken, kendisine Hindistan’dan özel olarak getirilmiş bir hizmetçi eşlik edecekti. Uzun bir deniz yolculuğunun ardından Londra’ya ulaşan bu hizmetçi, Abdulkerim adlı Müslüman bir Hintliydi.
1863’te Agra’nın güneyindeki Jhansi kentinde dünyaya gelen Abdulkerim, Hacı Veziruddin adlı bir adamın altı çocuğundan biriydi. Hastanede çalışan Veziruddin, yetenekli oğlu Abdulkerim’in eğitimine özel önem gösterdi. Kendisine tutulan eğitmenin yardımıyla Farsça ve Urduca öğrenen Abdulkerim, Agra’daki bir hapishanede kayıt görevlisi olarak işe başladı. Hapishanenin İngiliz müdürü John Tyler, Abdulkerim’in zekâsından ve iş yapma becerisinden etkilenmişti.
Hapishanedeki 34 tutuklunun dokuduğu özel halıyı, 1886’da Londra’da düzenlenen özel bir sergide Kraliçe’ye sunan John Tyler, ondan sürpriz bir talimat aldı: Hintlilerin el becerisinden çok etkilenen Victoria, Altın Jübile’de kendisine eşlik etmeleri için, iki Hintli hizmetkârın seçilmesini istiyordu. Agra’ya dönen Tyler’ın bu iş için seçtiği iki kişiden birinin Abdulkerim olması elbette sürpriz değildi.
Abdulkerim’in Kraliçe Victoria’nın özellikle dikkatini çekmesi, kutlama törenleri bittikten sonra verilen bir kır daveti sırasında oldu. Abdulkerim’in, yanında getirdiği Hint baharatlarıyla hazırladığı bir tavuk körisini çok beğenen Victoria, bu yeni tarifin kendi özel menüsüne eklenmesini istedi. Kraliçe’nin Hindistan kültürüne yakın ilgisi böylece başladı ve Abdulkerim’den Urduca dersleri alma merakına kadar uzandı. Önceleri, direktiflerini Abdulkerim’e uşakları vasıtasıyla ileten Kraliçe, bir süre sonra onu doğrudan kendi maiyetine dâhil etti. Kraliçe, çok sevdiği Hintli hizmetkârına resmî bir sıfat da verdi: Munşi Hâfız Abdulkerim. Münşi, Müslüman Hint kültüründe, “özel hoca” anlamına geliyordu.
Her gün uzun saatlerini Abdulkerim’le geçirmeye başlayan, Urduca öğrenen ve İslâm’la ilgili birçok konuya ilgi duymaya başlayan Kraliçe Victoria’daki bu ilginç değişim, kraliyet ailesinin üyelerini ve devlet protokolünü derin bir endişeye sevk etti. Çok sevdiği eşi Prens Albert’i 1861’de kaybeden Kraliçe Victoria, sadece hayat arkadaşını değil, günlük rutininde kendisine yardımcı olan güvenilir bir yardımcıyı da yitirmişti. Albert, protokol düzeninden günlük vazifelere, Kraliçe’nin eli-ayağı olmuştu.
Kocasının ölümüyle büyük sarsıntı yaşayan Victoria, bir süre sonra İskoçyalı bir yardımcı edinmişti: John Brown. Prens Albert kadar olmasa da, Brown, Kraliçe’nin işini büyük oranda kolaylaştırmıştı. 1883’te de Brown’u kaybeden Kraliçe, o tarihten bu yana kendisine günlük yaşamında eşlik edecek kişisel bir hizmetkâr tutmayı tercih etmemişti. Bu da, birçok işin aksamasına veya ertelenmesine yol açıyordu. 1887’de sürpriz bir şekilde Kraliçe’nin hayatına giren ve sarayda hızla yükselen Müslüman bir Hintli, Abdulkerim, işte şimdi hem Albert’in hem de John Brown’un yerini almış görünüyordu.
Kraliçe ve Abdulkerim’in günlüklerinden, ikili arasında herhangi bir romantik ilişkinin yaşanmadığı anlaşılıyor. Abdulkerim’i evladı yerine koyan ve ona sarayda büyük imtiyazlar bağışlayan Kraliçe, sadece bu tavrıyla bile İngiliz elitlerinin ve saray idaresinin aklını başından alıyordu. Kraliçe ile yolculuklara çıkan, ona tatillerde eşlik eden, günlük özel dersler veren, kimsenin katılmadığı uzun sohbetler yapan Abdulkerim, yine Victoria’nın izni ve teşvikiyle eşini ve ailesini de Londra’ya getirdi. Tüm aile, Kraliçe’nin özel koruması ve himayesi altında ağırlanıyor, en üst düzey imkânlar ayaklarının altına seriliyordu. Neresinden bakılırsa bakılsın, inanılması güç bir hikâyeydi bu.
Kraliçe’nin çevresinin ve saray erkânının Abdulkerim’e düşmanlığı artık aleni hale gelmişti. Kıskançlık, endişe ve merakın iç içe geçtiği bu kıskançlığın çok sevdiği genç dostuna zarar vermesinden korkan Victoria, Abdulkerim ve ailesi üzerindeki koruyucu perdeyi daha da kalınlaştırdı. Kraliçe sağ ve tahttayken, Abdulkerim’e herhangi bir kimsenin dokunabilmesi mümkün değildi artık. Kraliçe, Abdulkerim ve ailesini Londra’da ağırlamakla kalmadı, onlara Agra’da geniş araziler de hibe etti. Saray ressamları Abdulkerim’in yağlıboya tablolarını yaparken, İngiliz yerel basınının en gözde konusu yine Abdulkerim’di.
- 1899’da artık ölüm hastalığına yakalanan ve ömrünün son devresini yaşayan Kraliçe, vasiyetinde Abdulkerim’i de unutmadı. Ölümünden sonra kendisi için yas tutacak dar ekip içerisinde onun da olmasını istedi. Bu, sadece kraliyet ailesi üyelerine bahşedilen bir şerefti normalde.
Kraliçe Victoria’nın 22 Ocak 1901’deki ölümü, kraliyet ailesi ve saray yönetimi için, artık Abdulkerim’den kurtulma fırsatıydı. 59 yıldır annesinin ölümünü ve tahta çıkmayı bekleyen Veliaht Prens Edward, Victoria’nın son 14 yılını birlikte geçirdiği bu genç adamdan elbette nefret ediyordu.
Kraliçe Victoria’nın 22 Ocak 1901’deki ölümü, kraliyet ailesi ve saray yönetimi için, artık Abdulkerim’den kurtulma fırsatıydı. 59 yıldır annesinin ölümünü ve tahta çıkmayı bekleyen Veliaht Prens Edward, Victoria’nın son 14 yılını birlikte geçirdiği bu genç adamdan elbette nefret ediyordu.
Tarihin en ilginç serüvenlerinden birinin başrolünde oynayan Abdulkerim, hafızasında inanılmaz anılarla birlikte döndüğü Agra’da sekiz yıl daha yaşadıktan sonra, 1909’da hayata gözlerini kapadı.
İngiliz saray yetkililerinin ve tarihçilerin bütün ayrıntılarıyla bildikleri ama görmezden gelmeyi tercih ettikleri bu hikâye, Hint asıllı İngiliz yazar Shrabani Basu’nun 2010’da yayımlanan “Victoria and Abdul” adlı kitabıyla yeniden gündeme taşındı. Kitabın yayımlanması ise, Basu’ya belki de hayatının en kıymetli armağanını kazandıracaktı:
Kitabın yayımlanmasından hemen sonra, tanıtım resepsiyonu için Hindistan’ın Bangalore kentini ziyaret eden Shrabani Basu, bir telefon aldı. Yeni Delhi’deki British Council’le temas kuran Begum Qamar Jehan adlı bir kadın, Abdulkerim’in özel günlüğünün kendisinde olduğunu söylüyordu. 85 yaşındaki Begum, Pakistan’ın Karaçi şehrinde yaşıyordu ve isterse günlüğü Basu’ya ulaştırmaya hazırdı. Bu elbette Basu için inanılmaz bir durumdu.
Randevuların ve vizelerin ayarlanmasını takiben, Shrabani Basu hızlı bir şekilde Karaçi’ye giderek Begum ve ailesini ziyaret etti. Artık gözleri görmeyen Begum, yakınlarının yardımıyla Abdulkerim’e dair ne varsa hepsini Basu’ya verdi. Basu için, eldeki malzeme gerçekten paha biçilmez kıymetteydi: Abdulkerim’in 10 yıl boyunca Londra’da tuttuğu günlük, sayısız fotoğraf, gazete kupürü, sarayın resmî mührünü taşıyan kâğıtlar… Abdulkerim’in uzaktan yeğeni olan Begum, 1947’de Pakistan’la Hindistan’ın ayrılması sırasında yaşanan olayların ardından Karaçi’ye gelirken, belgeleri de yanında getirmeyi ve korumayı başarmış.
Yeni belgeler ışığında kitabını güncelleyen Shrabani Basu, aynı isimle sinemaya aktarılan filmin de senaryosunun ilk halini kaleme aldı. “Victoria and Abdul” filmi, dünyanın birçok ülkesinde gösterildi ve çok beğenildi.
Münşi Hâfız Abdulkerim, ölümünün üzerinden 110 yıl geçmişken böylece yeniden şöhrete kavuşurken, yaşadığı sıra dışı hayat da günümüzde hâlâ insanlara ilham vermeyi ve merak uyandırmayı sürdürüyor.