Bir “Hayaleti” aramak
Hristiyanların Müslümanlar karşısında peşpeşe hezimete uğradığı 12'nci yüzyılda, Avrupa topraklarında bir söylenti yayılmaya başladı. Halk arasında kulaktan kulağa aktarılan bu hikâye, Hindistan'ın ötesinde, Müslümanları yenebilecek kadar kudretli Hristiyan bir kralın varlığına dair bir efsâneydi: Rahip Kral John efsânesi.
"Kralların kralı, hakimlerin hakiminden dostu Konstantinopolis Prensi Emmanuel’e. Ben, Rahip Kral John; erdem, zenginlik ve güçte cennetin altındaki herkesi aşmış, 82 halktan haraç alan kralların kralı. Hindistan’ın ötesine uzanan topraklarda üç Hindistan’ı görkemli hâkimiyeti altına alan Kral…"
Miladi 12. asır Hristiyanlar için her bakışlarında hüzünlendikleri açık bir hezimet tablosunu ortaya koyuyordu. Kilise’nin tüm otoritesini kullanarak kurduğu, Avrupa halklarından müteşekkil Haçlı Ordusu peş peşe çıkılan seferlerin ardından dahi herhangi bir kazanç sağlayamıyordu. Sefere çıkan Hristiyan orduları Müslüman askerler tarafından yenilgiye uğratılırken Avrupa zihinlerinde oluşturulan Müslüman ve İslâm algısı da bir bir yıkılıyordu. Haçlılar gerisingeri ülkelerine yolculuk ederken yanlarında sadece kuşanmış oldukları silahları değil, Doğu’nun keşfedilmeye hazır hazinelerini de götürüyordu.
Ticaret malları, yazma eserler, Avrupa’nın henüz tanışmadığı zenginlikler ve en önemlisi “Doğu’ya” dair yeni bir tasavvur Batı’ya doğru yola çıkıyordu.
Kilise Avrupa’nın “imanını” korumak için uygun gördüğü adımları atmakla mükellefti. Bu görevler arasında tabii olarak halkı kötülüklerden, yani saf Hristiyan düşüncesini zedeleyecek “sapkın inanç ve düşüncelerden” korumak da vardı. Sadece bu yükümlülükten dolayı değil, dinî ve ekonomik sebeplerle başlatılacak olan Haçlı seferlerinin meşruiyetini sağlamak için de ortaya konulan söylemlerden İslâm kendi payına düşeni alıyordu. Hz. Muhammed’in bir sihirbaz olduğu, Afrika’da ve doğudaki kiliseyi sihirle yıktığı, cinsel hürriyeti ilan ederek başarı kazanmaya çalıştığı, saldırgan ve şehvet düşkünü bir din ortaya koyduğu söylentileri yayılıyordu.
Elbette Avrupa dünyasında tek bir İslâm imajı yoktu. Kilise üyeleri arasında daha nesnel ve daha ayrıntılı bir İslâm algısı mevcutken öte yandan İspanya’daki Müslüman mevcudiyeti ve bu Müslüman varlığı ile kurulan ilişkiler de başka bir tasavvur oluşturuyordu. Lakin kilisesinin kendi çıkarlarını gözeterek yaptığı propagandalarla halkın arasına sızan ve oraya yerleşen imaj, İslâm’ın vahşiliklerle dolu bir pagan dini olduğu iddiasından oluşmaktaydı.
Fakat Haçlıların, anavatanlarına döndüklerinde beraberlerinde getirdikleri yenilgiler ve Doğu’nun zenginlikleri, oluşan algıyı yerinden etmeye başlamıştı. “Mukaddes” Hristiyanlık “Kötü” İslâm karşısında mağlup ediliyor, “Kutsal” kilisenin elinden, “Tanrı onların yanında olmasına rağmen” hiçbir şey gelmiyordu. Üstelik Haçlılarla birlikte ülkeye gelen yenilikler, soyluların yemek masasına giren malzemeler, ipekler, halılar, kumaşlar, değerli taşlar ve yazma eserler gösteriyordu ki doğulular sanıldığı gibi barbar ve ilkel bir yaşam sürmüyordu.
Gelişmeler eski algıyı zihinlerde silikleştirirken, Avrupa’nın aklına yeni bir soru iliştiriyordu “Bu yeni Müslümanları yenebilecek miyiz?”
Avrupa halkları üst üste mağlup edildikleri Müslümanlarla savaşmaya artık gönüllü değildi. Kilise ise varlığını korumak için başka bir Haçlı ordusu toparlamayı umut ediyordu. Fakat insanlar bu kadar yılmışken uzak topraklardaki bir savaş için onları toplamak mümkün gözükmüyordu, en azından bunun için onlara güç verecek bir neden yoksa...
İşte Rahip Kral John efsanesi böyle bir ortamda ortaya çıktı. Efsanenin, halkı savaşa teşvik etmek adına Kilise tarafından mı uydurulduğu, yoksa hiç bilinemeyecek bir nedenden dolayı mı ortaya çıktığı meçhul. Ama tam da kilisenin ihtiyacı olan etkiyi oluşturdu. Rahip Kral John’un hikâyesi Avrupa halkalarına bekledikleri gücü bahşetti.
1165’de Konstantinopolis’ten bir haber yayıldı. Prens Emmanuel’e doğudan, doğunun da doğusundan bir mektup ulaşmıştı. Kendisini Rahip Kral John olarak tanıtan bu kişi Kilise’nin adını ilk defa duyduğu birisi değildi.
Bundan 20 sene önce, 1145’te Freising Piskoposu Otto Babil Kudüs’ün tarihini anlattığı kitabında Rahip Kral John’u Suriye kiliselerinde adı geçen, doğuda yaşayan Nasturi bir Kral olarak tanıtmıştı. Perslerle savaşmış ve onları mağlup etmişti fakat batıya doğru ilerleyemeden ülkesine geri dönmek zorunda kalmıştı.
Emmanuel’e Rahip Kral John adına bir mektup ulaşınca bu kralın varlığına dair inanç daha da kuvvetlendi. Gerçekten de, doğuda yaşayan Nasturi Hristiyan topluluklar varken, Avrupa’nın hakkında çok az bilgi sahibi olduğu Asya’da çok güçlü bir krallığın varlığı imkansız değildi.
- "…Ülkem fillerin, develerin, cücelerin, devlerin, tek gözlü adamların, keçi ayaklı insanların, Yecüc ve Mecüc’ün vahşilerinin evi, İnsan etiyle beslenen ve ölmekten çekinmeyen varlıkların… Ülkemin nehirlerinden bal ve süt akar, ne zehirli bir bitki biter ne de bir hayvan birini yaralar… Bölgemde, bitmek bilmeyen dalgaların yükseldiği kumdan bir deniz var. Kimsenin aşıp geçemediği... Üç günlük bir yolculuk denizi aşmaya yardımcı olursa kocaman dağlar ve onun eteğine uzanmış bir nehir göze çarpar. Durmadan hareket eden nehri aşacak biri yoktur, nehir yalnız yılda dört gün durulur…”
Üstelik, kaleme aldığı mektubunda kendini üç Hindistan’ın ve Babil’e kadar uzanan toprakların sahibi, kudretli bir kral olarak tanıtan John’un ülkesi birçok unsur tarafından gizlenmekteydi. Avrupalılar böyle bir ülkeyi hiç duymamalarını, ülkeyi çevreleyen kumdan bir deniz ve azgın bir nehre bağladı. Batıdaki Hristiyanlara yardım etme sözü veren lakin Dicle nehrinde ordusuyla beraber sıkışan Rahip Kral John’un hikâyesi tüm Avrupa’da yayıldı.
Kısa sürede aslı Latince olan mektup bütün Avrupa dillerine çevrildi. İnsanlar sokaklarda uzak diyarlardan onlara yardıma gelen ve Müslümanlara Hristiyanlığın gücünü gösterecek olan kudretli kralın hikâyesini anlatır oldu. Mektubun Eden Bahçeleri gibi Hristiyan öğeleri içermesi; cüceler, devler, ölümsüzlük suyu gibi efsanevi unsurlarla bezenmiş olması, popülerliğini daha da arttırdı.
- Herkes Rahip Kral’ın efsanevi ülkesini görmek istiyordu. Bu isteği gerçekleştirmenin tek yoluysa John’un ordusunu Dicle kıyısından alacak yeni bir ordu kurmaktı: Bir Haçlı ordusu…
Böyle bir atmosferde, 1187’de fethedilen Kudüs’ü geri almak üzere üçüncü Haçlı seferleri başlatıldı. Bu seferle birlikte kısmen bir başarı elde edebilen Hristiyanlar hız kesmeden dördüncü ve beşinci haçlı seferlerini geçekleştirirken Dicle’nin ötesinde sıkışmış Rahip Kral John unutuldu.
Fakat Efsanevi Kral’ın hikâyesi Batı’nın beşinci Haçlı seferleri sonucunda Müslümanlar karşısında tekrar mağlup duruma düşmesinden hemen sonra tekrar gün yüzüne çıktı. 13. yüzyılın ortasında, Cengiz Han’ın Asya’dan Müslümanların üzerine yürüyen bir ordunun komutanı olarak zuhur etmesiyle Avrupa hafızası unutmaya yüz tuttuğu o tozlu hikâyeyi hatırladı. Müslümanları yenmek için doğudan hareket edecek güçlü bir Kral…
Rahip Kral John, doğuda büyük başarılar kazanan Cengiz Han’dan başkası olamazdı. Moğol ordularını beklediği Hristiyan birlikler sanan Kilise Cengiz Han ile müttefiklik kurmak için görüşmelere başladı. Fakat temsilciler gidip geldikçe, bazen de gidip bir daha dönemeyince, Avrupa ve Kilise Cengiz Han ulu bir kral olmadığını, aksine Hristiyan ve Müslümanlar arasında ayrım yapmayan barbar bir pagan olduğunu anladı.
Bulduklarını sandıkları Rahip Kral’ı ikinci kez kaybetmenin getirdiği hayal kırıklığı Avrupa’da Rahip Kral’ın öldüğüne dair haberlerin yayılmasına sebep oldu. Birkaç farklı versiyonu üretilmiş olsa da en yaygın hikâye Cengiz Han’ın anlaşma yaptığı John’a ihanet ederek, haince onu öldürmüş ve kızını kaçırmış olmasıydı. Her ne kadar, Avrupa’nın inkisarından payına düşeni alan Rahip Kral’ın hikâyesi tedvir edilse de, ölümünün ancak bir hıyanet karşılığında gerçekleşebileceğinin düşünülmesi John’un Avrupalıların gözündeki büyüklüğünü hala koruduğunun deliliydi.
Efsanevi Kral’ın ölümüyle ilgili söylentiler yayılmasına rağmen Kilise Rahip Kral’ı aramaktan hiç vazgeçmedi, Asya’ya birçok temsilci gönderdi. Rahip Kral’ı ve olağanüstü ülkesini arayan bu temsilcilerin hiçbiri ne Kral’a ne de ülkeye dair bir delil bulabildi.
Asya’ya gitmek üzere görevlendirilen rahiplerin sayısı azalırken Rahip Kral’ın hikâyesi de tekrar raflara kaldırıldı. Ta ki Avrupalılar Afrika’yı tanıyana kadar... 14. yüzyılda Afrika topraklarına yeni ticaret yolları bulmak maksadıyla yolculuğa çıkan Avrupalı tacirlerin bu bölgede bir Hristiyan krallığın varlığına dair duyumlar alması Rahip Kral John’u Avrupa hafızasında tekrar canlandırdı.
Bu zamana kadar hep yanlış yere baktıklarını düşünen Avrupalılar mektupta bahsedilen üç Hindistan ile Afrika’nın kastedilebileceğini varsaydılar ve gözlerini Afrika’ya çevirdiler. Sadece kilise tarafından değil Avrupa Krallıkları tarafından gönderilen elçiler rahip kralı aramak için Afrika’ya doğru yola çıktı. Afrika’yı keşfetmek sadece efsânevî Kral’ı bulmayı sağlamıyor aynı zamanda yeni ticaret yollarına kavuşma anlamına da geliyordu.
Uzun yıllar süren aramanın sonucunda Portekiz’den yola çıkmış olan iki elçi 1487’de Rahip Kral’ın görkemli ülkesini buldular: Habeşistan.
Fakat efsanevi topraklar hiç de sandıkları gibi değildi. Mektupta anlatılan gerçeküstü varlıkların yokluğu bir yana, Habeşistan güçlü bir ülke bile değildi. Müslüman sayısı gün geçtikçe artarak Hristiyan sayısına ulaşırken Krallık ülke içindeki irili ufaklı isyanları bastırmaya çalışıyordu.
Yine de Avrupalılar, yüzlerce yıl sürmüş bir arayışın nihayete ermesinden doğan bir mutluluk ile bu kusurları göz arda etti ve Habeşistan kralı ile müttefiklik kurmak için kollarını sıvadılar. Habeşistan Kralı Lebna Dengel de inşa edilmeye çalışılan bu ilişkiden çok memnundu; yeni ticaret yollarına ulaşabilir, iç isyanlar için müttefik ülkelerden yardım alabilirdi. Fakat kafasında tek bir soru işareti vardı: “Avrupalılar niçin ona Rahip Kral John diyordu?”
Uzun yıllar sürdürülen ikili ilişkilerin sonunda Batılılar Habeşistan kralının Rahip Kral olmadığını anladı. Bu sefer; Avrupa’nın yenilgilerinden dolayı ortaya çıkmış, bir kahraman olarak kurgulanmış Rahip Kral John’un hikâyesinin kapağı bir daha hiç açılmamak üzere kapandı. Avrupa’nın, Amerika’nın keşfi ve bunu takip eden gelişmelerle kazandığı güçle doğudan gelecek bir kurtarıcıya ihtiyacı kalmayınca John da çıktığı yere geri döndü. Avrupa zihninden, Avrupa hafızasına…
Bugün birçok araştırmacının da kabul ettiği gibi, Rahip Kral John sadece tarihin en büyük efsanelerinden biri olarak var olmuştu. Avrupa’nın 12. yüzyılda aldığı yenilgilerden dolayı kurguladığı, sonra da peşine düştüğü, Müslümanları yenmeye muktedir bir hayaletti. Yine de Rahip Kral’ı arama çabaları sonraları coğrafi keşiflerle sonuçlanan keşif hareketlerini başlattı ve Avrupa'nın arzuladığı güce farklı bir yoldan ulaşmasını sağladı.