Keşmir notları...
Bugün Keşmir dendiğinde, Pakistan hâkimiyetinde olan Âzad Keşmir ile Hindistan hakimiyetinde olan Cammû Keşmir anlaşılır. Bir kısmı da Çin toprakları içerisinde olan Keşmir, üç farklı devletin sınırları içindedir. Genel olarak Hindistan ile Pakistan arasında yaşanan ve sık sık gündeme gelen gerilim haberleriyle ismini duyduğumuz bu coğrafya yıllardan beri İslâm dünyasının kanayan yarası olmuş, maalesef herhangi bir çözüm bulunabilme konusunda da yetersiz kalınmıştır.
Pakistan’da yaşadığım sırada, 2015’te gitme imkanı yakaladığım Âzad Keşmir ve oranın merkez yerleşim merkezi olan Muzafferâbâd, Güney Asya coğrafyasında gittiğim Hindistan, Bangladeş, Nepal gibi yerlerden bir diğeri idi. Bilindiği gibi bugün Keşmir dendiğinde, Pakistan hâkimiyetinde olan Âzad Keşmir ile Hindistan hakimiyetinde olan Cammû Keşmir anlaşılır. Aslına bakılırsa Keşmir, Anadolu veya Makedonya gibi bir coğrafî bölgenin adıdır. Bir kısmı da Çin toprakları içerisinde olan Keşmir, kısaca üç farklı devletin sınırları içindedir.
Genel olarak Hindistan ile Pakistan arasında yaşanan ve sık sık gündeme gelen gerilim haberleriyle ismini duyduğumuz bu coğrafya yıllardan beri İslâm dünyasının kanayan yarası olmuş, maalesef herhangi bir çözüm bulunabilme konusunda da yetersiz kalınmıştır.
- Pakistan’ın hâkimiyetinde bulunan Âzad Keşmir’e kıyasla on kat daha büyük olan Cammû Keşmir, buradan da anlaşılacağı üzere çok büyük bir kısmı ile Hindistan egemenliği altındadır.
Bu coğrafya bir zamanlar tek bir yapı halinde iken bugünlere nasıl gelindiğini anlamak amacıyla kısa da olsa tarihî bir açıklama yapmak yerinde olacaktır. Neredeyse her şeyin karışık bir hal arz ettiği Güney Asya coğrafyasındaki bu talihsiz yerin, tarihî izahat ile bir nebze olsun anlaşılabilir olabileceğini zannediyorum.
Bu bölge tarihte sayısız devletin kontrolüne girmiş, Akhunlar gibi kimi Türk devletleri tarafından akınlara maruz kalmış olsa da bizi daha çok ilgilendiren kısmıyla İslâmiyet sonrası olan döneme eğilmek konunun daha da fazla dallanıp budaklanmaması için yerinde olacaktır. Oraya gittiğimde de şahit olduğum gibi hem yüksek hem de dağlık arazisi dolayısıyla İslâm her ne kadar Hindistan’a daha önce girmiş olsa da buraya girmesi çok da kolay olmamış. Kaldı ki Büyük İskender bile bu bölgeyi aşamadığı için ele geçirememiş.
Meşhur Emevî kumandanı Muhammed b. Kāsım es-Sekafî’nin Keşmir için yaptığı teşebbüs de arazinin zorluğu dolayısıyla akamete uğramış. Bundan yaklaşık 300 yıl sonra farklı iki girişimde bulunan Gazneli Mahmud bile bundan bir netice elde edememiş. Moğol-Çağatay kumandanı Zulcu tarafından 14. yüzyılın ilk çeyreğinde vurulan darbeye kadar başka teşebbüsler de gerçekleşmiş. Nihayet bu tarihten sonra bölge İslâm’la tanışmış oldu.
İslâmiyet’in yayılması ve İslâm kültürünün bölgeye yerleşmesi 16. yüzyılda buraya hâkim olan Bâbürler zamanında büyük hız kazandı.
Günümüze ulaşan eserler de genel olarak Bâbürler döneminden kalma. Fakat bunların bugün maalesef neredeyse tamamına yakını Hindistan kontrolündeki Cammû-Keşmir’de. Özellikle buranın merkezi olan Srinagar’da İslâm mimarisine ait ciddi bir birikim var.
Muzafferâbâd’daki tarihî eserler ise Bâbürlüler’den önce buraya hâkim olan Şiî Gazi Han Çak hânedanı dönemine ait olan, Muzafferâbâd Kalesi adında çok da etkileyici olmayan bir kale ile sınırlı. Zaten Srinagar da İslâm döneminden hatta daha da öncesinden beri Keşmir dediğimiz coğrafyanın başkentliğini yapmış bir yer olma özelliğine sahip.
18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın ilk yarısına kadar varlık gösterebilmiş olan Sih Krallığı’nın nüfuz sahasında bulunan, sonrasında da İngilizlerin hâkimiyetine geçen Keşmir’de günümüze kadar çözülemeyen sorunun başlangıcı 1947’de Hindistan ve Pakistan devletlerinin ayrılması dolayısıyla oldu.
Artık bölgede etki alanı ciddi bir biçimde azalan İngiliz kuvvetleri, bölgede bol miktarda bulunan irili ufaklı yapıları Hindistan veya Pakistan’a katılma konusunda serbest bırakmıştı. 1941 yılında yapılan sayıma göre 4 milyonluk nüfusun 3 milyonunun Müslüman olduğu Keşmir’de ise o sırada yerli hükümdarlara verilen adıyla Hindû bir “mihrâce” bulunuyordu.
Hâkim olduğu topraklarda Müslüman nüfusun çoğunluk olması, doğal olarak buranın Pakistan’a bağlanma ihtimali dolayısıyla işleri ağırdan alarak çekimser davranan bu Hindû hükümdar, bu tavrı dolayısıyla oluşan isyan hareketleri konusunda o dönemin Hindistan Başbakanı Cevahirlal Nehru’dan yardım istemişti. İngiliz genel valisi Lord Mountbatten, bu yardımın ancak Cammû-Keşmir’in Hindistan’a katılmasıyla mümkün olabileceğini belirtince 26 Ekim 1947’de katılım antlaşmasını imzalanmış ve böylece günümüze kadar devam eden sorunun fitili burada yakılmıştı.
- Birleşmiş Milletler’in kararları bu sorunu çözemediği gibi Hindistan ile Pakistan arasında bu mesele yüzünden çıkan iki büyük savaş da herhangi bir sonuç getirmedi.
Neredeyse her hafta bu bölgeyle alakalı bir çatışma haberine rastlanılmasına bakılırsa bu sorun öyle kolay kolay da muhtemelen çözüme kavuşmayacaktır. Bilindiği gibi 2017’de Hindistan’a giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Keşmir sorununun çözümü için arabuluculuk girişiminde bulunmuş, ama bu aracılık teklifi Hindistan tarafından kabul edilmemişti.
Benim Âzad Keşmir’e gidişim bölgede gerçekten de çok güzel faaliyetler yapan İHH aracılığıyla oldu. Başka türlü olması da pek mümkün değildi zaten. Pakistan’da muhabir olarak çalıştığım sırada, İHH ekibinin Keşmir’e gitmek üzere Pakistan’a geleceğini duymuş, ben de bir şekilde o ekibe kendimi dâhil etmiştim.
Normalde Âzad Keşmir’e geçiş için herhangi bir vize işlemi gerekmiyor, fakat buraya Pakistan’ın diğer yerlerine gidildiği kadar da rahat gidilemiyor.
Benim kendileriyle birlikte gittiğim ekibin isimleri daha önce Pakistan İçişleri Bakanlığı’na verilmiş ve oradan kendilerine onay çıkmıştı. Ben ise bunun için geç kaldığım için Keşmir’e bir nevi kaçak olarak girmem gerekiyordu. Ekibin arasında yer almam konusunda herhangi bir problem yoktu ama yolda eğer herhangi bir arama yapılması ve benim kaçak olarak orada bulunduğumun tespit edilmesi durumunda grup beni bırakarak yola devam edeceklerdi. Dolayısıyla ben de grubun programını bozmadan başkent İslamabad’a geri dönecektim.
Bu şekilde hareket gün ve saatini kararlaştırdıktan sonra gideceğim günün önceki akşamı hemen kendime yerel kıyafetler aldım. Kaçak girmem çok da büyük bir problem doğurmazdı belki ama ben gerçekten de Keşmir’e gitmeyi çok istiyordum. Dolayısıyla en ufak bir riski bile bertaraf etmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Herhangi bir durdurulma ve aranma problemi yaşamadan Âzad Keşmir’e, oradan da buranın merkezi olan Muzafferâbâd’a girmek nasip oldu.
- Kartal yuvası olarak tasvir edebileceğim bu bölgenin inanılmaz dağlık ve yüksek yapısı, neden Büyük İskender’in burayı ele geçiremeden döndüğünü tüm netliğiyle anlatıyordu.
Tırmanarak seyreden yolda aynı zamanda doğal ama çok da fazla örneğini görmemem dolayısıyla bana vahşi gelen güzellik etrafımı kuşatıyordu. Belki bir daha asla fırsatını yakalayamayacağım bu toprakları görüyor olmaktan dolayı Allah’a şükrediyordum.
1646’da şehri kuran Bomba Sultanı Muzaffer Han’a izafeten Muzafferâbâd ismiyle literatüre yerleşen şehir inanılmaz derecede dağlık bir yapıda. Bu bölgenin bu şekilde dağlık olması Himalaya Sıradağları çizgisinde olmasından kaynaklanıyor. Himalaya Sıradağları hiç de kısa bir hat değil üstelik. Asya coğrafyasında binlerce kilometre uzanıyor. İslamabad’da pek çok defa çıktığım Dâmenikûh bile bu sıradağlar içinde bir yapı idi. Üstelik bilindiği gibi Himalaya Dağları’nın en yüksek zirvesini oluşturan Everest Dağı bu çizgi üzerinde Nepal’de yer alıyor.
Dağlık ama yeşil bu yapısıyla heybetli bir yapıya sahip olan Muzafferâbâd, Nelum ve Jelum nehirlerinin birleştiği yerde yer almasıyla olağanüstü bir güzellik kazanır. Hint Alt Kıtası'nın nâdir seslerinden biri olan Pakistanlı Müzisyen Nusret Fetih Ali Han’ın muhteşem sesi eşliğinde koca koca dağların ve coşkuyla akan nehrin kenarından geçtiğim o anı nasıl olur da unutabilirim...
Yukarıda da söylediğim gibi Muzafferâbâd, tarihî eser olarak çok da fazla bir şey barındırmıyor. Yine, bölgenin çoğunun Hindistan tarafında olmasının doğal sonucu olarak Keşmir nüfusunun çoğu da o tarafta bulunuyor. Üstelik 2005 yılında yaşanan deprem felaketi gibi felaketler de Muzafferâbâd başta olmak üzere Âzad Keşmir’i ciddi manada vurmuş ve çok büyük nüfus kaybına yol açmıştı. Bu felaket sonrasında Kızılay ve AKUT bölgeye gelmiş ve Türkiye gündeminde de bu olayları yakînen takip etmiştik.
2009 yılında başbakan olduğu dönemde Erdoğan bu depremden etkilenenler için TOKİ tarafından yapılan konutların toplu açılış törenine katılmıştı. Muzafferâbâd’da bir namazımı eda ettiğim yer de işte Erdoğan tarafından açılışı yapılan bu cami idi.
- Zaten biz Türklere sıcak olan bu coğrafya insanları, bir de felakete uğramalarının ardından tarafımızdan gördükleri destekle insanı mahcup edecek seviyede sevgilerini izhar ediyorlar.
Hayatımda unutamayacağım bir an da ekipçe ziyaret ettiğimiz Muzafferâbâd’daki bir hapishanede demir parmaklıklar arkasından tokalaşmak için elini uzatan yaşlıca bir amca idi. Keşmir’e kaçak girişim dolayısıyla, el konulur endişesiyle kameramı yanıma almamıştım ama orada beynime kazıdığım görüntülerle çok istifadeli bir seyahat imkânı bulmuştum hamdolsun.