Harem-iŞerîf'teki kippalılar
Glick’in öncülüğünü yaptığı hareme girme konusundaki ısrarın ve bunun siyaset tarafından gördüğü desteğin, sadece ibadet maksatlı barışçıl bir eylem olduğunu düşünmek safdillik olacaktır. Zira özellikle Tapınak Enstitüsü harem bölgesinde üçüncü bir Yahudi mabedinin inşa edilmesi üzerine çalışıyor ve bu uğurda faaliyetler yürütüyor. Bununla alakalı azımsanmayacak hazırlıkların yapılıyor olması bir yana, inşa edilecek mabedin mimari projesinin bile hazır olduğu biliniyor. Bu bakımdan kippalı Yahudilerin harem bölgesinde boy göstermelerinin de burada inşa edilmesi düşünülen mabet ile alakalı planın bir parçası olması hiç de uzak bir ihtimal gibi durmuyor.
İsrail, 1967 yılında elde ettiği galibiyet neticesinde Ürdün’ün hakimiyetinde yer alan Kudüs’ü ele geçirmiş, hem Müslümanlar hem Hristiyanlarhem de Yahudiler için dinî bakımdan önem arz eden ve zapt ettiği topraklar içerisinde yer alan Mescid-i Aksâ ile alakalı bir denge politikasının oradaki mevcudiyeti için faydalı olacağını düşünmüştü. Konulan şartlara göre burada sadece Müslümanlar ibadet edebilecek, Yahudiler ise Ağlama Duvarı’nın altında ibadetlerini yerine getirebileceklerdi. İki farklı yerde ibadet etmekte olan din mensuplarının muhtemel çatışması da bu şekilde önlenmiş olacaktı. Mescid-i Aksâ’nın da içinde bulunduğu harem bölgesine ibadet etmek maksadıyla Yahudiler tarafından yapılan giriş teşebbüsleri bu bakımdan bizzat İsrail tarafından engellenmiş, Mescid-i Aksâ’da ibadet onlar için bir hayalin ötesine geçememişti.
Bu, hiç şüphesiz Filistin topraklarını tamamıyla işgal etme hedefine sahip olan İsrail tarafından bir lütuf olarak değil, bir strateji doğrultusunda bunun bir gereği olarak yapılmıştı. Vakti gelince bu uygulamanın Filistinli Müslümanlar aleyhine değişeceği kaçınılmazdı ki bunun zamanı da artık gelmişti. The New York Times’ta yer alan "In Shift, Israel Quietly Allows Jewish Prayer on Temple Mount" (İsrail, Mescid-i Aksâ'da Sessizce Yahudi ibadetine izin veriyor) başlıklı yazı, son zamanlarda İsrail hükümetinin gizli bir şekilde harem bölgesinde ibadet eden Yahudilere izin verdiğini, ibadet etmek maksadıyla buraya girme teşebbüsünde bulunan kişilerin sayısında ciddi bir artışın olduğunu haber verdi.
- Gerginliğin had safhada olduğu, adeta patlamaya her an hazır barutun kıvılcımını beklediği, Mescid-i Aksâ’nın da içerisinde bulunduğu Doğu Kudüs’te İsrail, öyle anlaşılıyor ki Müslümanlar ve Yahudiler arasında çıkacak gerginliklere de davetiye çıkartmak niyetinde.
Her ne kadar İsrail tarafından Mescid-i Aksâ’nın hassas yapısı dolayısıyla dikkatli olunması yönünde uyarılarda bulunanlar olsa da, Mescid-i Aksa'nın statüsünün değiştirilmesine, burada Müslümanların ibadet ettiği gibi Yahudilerin de özgürce ibadet edebilmelerinin önünün açılması gerektiğine dair söylemler ağır basıyor.
Yahudilerin Mescid-i Aksâ’da ibadet etmeleri konusunda mücadele veren kişi ise Amerika doğumlu bir Yahudi olan Rabbi Glick.
Bu ismin bir aktivistten çok daha fazlası olduğunu eklemek gerekir. 2015 yılındaki İsrail parlamento seçimlerinde İsrail'in merkez sağ siyasi partisi olan Likud’un listesinde 33. sırada yer alan Glick, partisinin 30 koltuk kazanması sebebiyle parlamentoya girememişti ama 2 Knesset üyesinin istifasıyla koltuk elde etme noktasında sıradaki kişi mevkiine gelmişti. Likud Partisi’nin o dönem grup toplantılarına katılan Glick, yine bu parti mensubu olan eski savunma bakanı Moşe Ya'alon’un 2016 yılındaki istifasıyla Knesset’e girme imkânını bulmuştu. Glick aynı zamanda 2021 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday olmuş, fakat İsrail İşçi Partisi’nden rakibi olan Isaac Herzog karşısında başarı elde edememişti. Yahudilerin Mescid-i Aksâ’da ibadet etmeleri gerektiği düşüncesinin öncülüğünü yapan ve böylesi siyâsi bir kariyere sahip olan Glick’e göre Müslümanlar gibi Yahudiler de orada ibadet edebilmelidir, çünkü ona göre “Tanrı tüm insanoğlunun efendisidir ve o her birimizin kendi tarzında burada ibadet etmesini ister”.
- İçerisinde Mescid-i Aksâ’nın da yer aldığı yaklaşık 150 dönümlük sahanın Yahudiler için değeri ise; Süleyman Peygamber tarafından inşa edilip Babilliler tarafından yıkılan ve Romalılar tarafından harap edilen iki kadim ibadet merkezlerinin bu alanda yer almasından kaynaklanıyor.
Tabii yapılan anlaşma, Yahudileri Mescid-i Aksâ’da ibadet etmekten men ederken, buraya yapılacak ziyaretler konusunda bir kısıtlama getirmiyor. Bununla birlikte en ufak tahrik unsuru, misalleri daha önce de görüldüğü üzere, kolaylıkla şiddet görüntülerine sebep olabiliyor.
Bilindiği gibi 2000 yılında başlayan İkinci İntifada’nın ateşini yakan kıvılcım da Mescid-i Aksâ sebebiyle çıkmış, dönemin İsrailli muhalefet lideri Ariel Şaron’un kaba kuvvetle harem topraklarına girmesi ve Mescid-i Aksa'yla alakalı yaptığı açıklamalar Filistinliler tarafından öfkeyle karşılanmıştı.
İsrail yasalarında Müslüman olmayanlar için harem bölgesinde ibadete yönelik bir kısıtlama, caydırıcı bir uygulama olmadığını da eklemek gerekir. İsrail tarafı her ne kadar "belli saatler dışında ibadet yapmamaları" şartıyla buraya Yahudi ziyaretçileri alsa da suistimalin kaçınılmazlığının Müslümanlara verdiği rahatsızlık ortada. İşgal politikasını ısrarla sürdüren İsrail’e karşı, Filistinliler de ısrarla tepkilerini sözlü ve filli olarak ortaya koymaya devam ediyor. Mescid-i Aksâ konusunda ciddi bir hassasiyete sahip olan Filistinli Müslümanlar 2017 yılında haremin girişine yerleştirilen metal dedektörlere de şiddetle karşı çıkmıştı.
İki İsrail polisinin öldürülmesi bahanesiyle böyle bir teşebbüste bulunan İsrail’e karşı eylemlerde bulunan Filistinliler, burada yapılacak bir aramayı özgürlüklerine karşı bir taarruz olarak değerlendirmiş ve İsrail güçleriyle Filistinliler arasında azımsanmayacak çatışmalar yaşanmıştı. Öldürülen Yahudilerin de olduğu bu dönemde İsrail, uluslararası baskının da tesiriyle geri adım atmak durumunda kalmıştı. Bugünkü gelişmeleri anlamak adına o dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, şimdi başbakan olan o zamanki eğitim bakanı Naftali Bennett tarafından tenkit edildiğini de hatırlatmak gerekir.
- Netanyahu’nun 2017’de de önemli rakiplerinden biri olan Bennett’in “Netanyahu, İsrail'in Tapınak Tepesi'ndeki egemenliğiyle ilgili mesaj vermek yerine, oradaki egemenliğini şüpheye düşürdü” şeklindeki ifadesi, iktidara gelmesinin ardından Mescid-i Aksa'da yaşananları da göz önünde bulundurduğumuzda siyasi bir muhalif söylemden çok daha fazlasıymış gibi görünüyor.
2021 yılının Mayıs ayında patlayan ve devam ettiği 11 gün boyunca Hamas’ın İsrail’e sert karşılıkta bulunduğu çatışmaların temelinde de İsrail tarafından Mescid-i Aksâ’ya yapılan tecavüzler vardı. İsrail kuvvetlerinin orantısız güçle saldırması neticesinde harem avlusunda bir ağacın alev almasını zafer çığlıklarıyla Ağlama Duvarı’nda bulundukları yerden kutlayan azgın Yahudi kalabalık ise insanlık tarihine ibretlik bir leke bırakmıştı.
Harem bölgesine Yahudi girişlerinin her ne kadar İsrail polisi tarafından engellendiği söylense de özellikle Netanyahu hükümeti döneminde ihlallerin olduğu bilinen bir gerçek. Yukarıda isminden bahsettiğimiz, Yahudilerin harem bölgesinde ibadet yapmaları konusundaki kampanyanın adeta başını çeken Glick’in ısrarla sürdürdüğü faaliyetler, burada ibadet edilmesine göz yumulan Yahudilerin de sayısında ciddi bir artışa sebep olmuştu. Filistinlilerle ilgili bir gerginlik olmaması adına da bu faaliyetler bir nevi üstü örtülü olarak devam ettiriliyordu. Fakat Naftali Bennett’in iktidara gelmesinden kısa bir zaman sonra mevcut statünün değişeceğinin işaretleri de verilmeye başlandı. Nabız yoklamak için olsa gerek, bir anda harem bölgesinde ibadet eden çok sayıda Yahudi'nin fotoğrafları medyada yer almaya başlamış, hatta burada ibadet eden Yahudi kalabalıktan Bennett’in partisine mensup olan bir isim de başbakanın bu meseleyle alakadar olmasını talep etmişti. İlerleyen zamanda Bennett de tüm dinlerin ibadet özgürlüğüne sahip olması gerektiğine dair sözleriyle buna bir nevi yeşil ışık yakmıştı. Fakat oluşan tepkiler, özellikle de koalisyonunda yer alan Araplar'ın memnuniyetsizliği neticesinde geri adım atmak durumunda kalmış, harem ile alakalı olarak herhangi bir statü değişikliğinin olmadığını beyan eden bir açıklama yayınlamıştı.
Durum kağıt üzerinde böyle olsa da fiilî durum farklılık arz ediyor. Haremin doğu tarafında yer alan tenha kısmında anlaşmaya aykırı olarak her gün ibadet eden Yahudiler polis tarafından herhangi bir engelle de karşılaşmıyorlar.
- Her ne kadar harem Mescid-i Aksâ Vakfı tarafından idare ediliyor, oraya giriş çıkışlar bu vakfın tayin ettiği kişiler tarafından yönetiliyor olsa da iddia edildiği kadarıyla Yahudilerin ibadet etmek maksadıyla buraya girişleri bizzat İsrail polisinin müdahalesiyle vakfın elemanlarının devreden çıkartılmasından sonra mümkün olabiliyor.
Günümüzde Yahudiler tarafından ibadet etmek maksadıyla kullanılsa da Ağlama Duvarı’nın Müslümanlar için de büyük bir değer taşıdığı, burayı yapılan anlaşmayla Yahudilere bırakmanın büyük bir imtiyaz olduğunu düşünen Filistinlilerin bu yaşananlar karşısında öfkeli olmaları hiç de şaşırtıcı değil.
İsrail’in ısrarla sürdürdüğü işgal politikası, hiç şüphesiz "gördüğü taviz karşısında yeni tavizler isteyen" hüviyetini kavramadan anlaşılamaz. 1967 yılında Ağlama Duvarı’nın kendilerine bırakılmasının ardından kısa zamanda buranın yanında mevcut olan bir Arap mahallesini yok etmeleri ve oraya yapay bir Yahudi kimliği vermeleri işgal politikalarını nasıl bir strateji doğrultusunda yürüttüklerini ortaya koyuyor. Muhtemelen Mescid-i Aksâ’ya da önce ibadet etmek bahanesiyle girip sonrasında Müslümanların girmesini engelleyen düzenlemeleri de yapmayı çok önceden düşünmüşlerdir. Zaten topraklarına girmiş bir işgalcinin varlığı Filistinlileri yeterince öfkelendirmeye yetiyorken bir de işgalin hareme kadar ilerlemesi hiç şüphesiz bardağı taşıran son damla mahiyetinde.
Zannedilebileceği gibi haremde ibadet edilmesi noktasındaki ısrar Ortodoks Yahudilerden gelmiyor. İki kadim Yahudi mabedinin burada inşa edildiği konusunda şüpheye sahip olmayan Ortodoks Yahudilere göre, yerleri kesin olarak bilinmeyen bu mabetlerin nerede oldukları tespit edilemeyeceğinden buraların Yahudilere açılarak ayak altı bir yer olması problem teşkil ediyor. Bundan dolayı en tepelerindeki isimler de dahil olmak üzere Ortodoks Yahudilerin hareme giriş konusundaki fikirleri olumsuz.
Bu meseleyi ısrarla sürdüren Glick gibi Yahudilere göre ise kadim Yahudi mabetlerine olabildiğince yakın bir şekilde ibadet etmek büyük bir kazanç. Tabii Glick’in öncülüğünü yaptığı hareme girme konusundaki ısrarın ve bunun siyaset tarafından bulduğu desteğin, sadece ibadet maksatlı barışçıl bir eylem olduğunu düşünmek safdillik olacaktır. Zira özellikle Tapınak Enstitüsü harem bölgesinde üçüncü bir Yahudi mabedinin inşa edilmesi üzerine çalışıyor ve bu uğurda faaliyetler yürütüyor. Bununla alakalı azımsanmayacak hazırlıkların yapılıyor olması bir yana, inşa edilecek mabedin mimari projesinin bile hazır olduğu biliniyor. Bu bakımdan kippalı Yahudilerin harem bölgesinde boy göstermelerinin de burada inşa edilmesi düşünülen mabet ile alakalı planın bir parçası olması hiç de uzak bir ihtimal gibi durmuyor.