Güç ve zarafet simgesi bir taç
Emir Timur’un imparatorluğunu ilân etmesiyle birlikte yükselişe geçen başkent Semerkand’da, imarın yanı sıra ilmî ve kültürel faaliyetler de hızla gerçekleştirildi. İmparator’un talimatıyla dört bir yandan şehre getirilen âlim ve sanatkârlar, Semerkand’ı kısa sürede, İslâm tarihinin en önemli şehirlerinden biri haline getirdi. Devamındaki birkaç asırda ortaya konan pek çok ilmî ve mimari eser, bugün “Semerkand” denince zihnimizde canlanan o tahayyülü vücuda getirdi.
Ve şimdi bakışlarını Semerkand üzerinde gezdir! O, yeryüzünün kraliçesi değil mi? Tüm kentlerin kaderini ellerinde tutmuyor mu?
Günümüzde Özbekistan sınırları içinde kalan Semerkand, insanoğluna yaptığı ev sahipliğini 2.500 yılı aşkın vakittir sürdüren bir şehir. Dünya tarihinin en önemli rotalarından İpek Yolu üzerinde bulunması sebebiyle bir dönem ticarî olarak hayli kıymetli görülen bu kadim belde, kendisine “biçilen paha” nispetinde de pek çok mücadeleye sahne oldu ve Perslerden Samanilere, Moğollardan Harezimşahlar'a kadar pek çok kavmin kontrolü altına girdi.
Semerkand, 8. asırda İslâmî bir kimliğe bürünüşünün ardından ticaretteki öneminin yanına ilim ve kültür merkezi unvanlarını da ekledi. Uzun yıllar boyunca Müslümanların idaresinde kalan şehir, 1220 yılında, Cengiz Han hükümdarlığındaki Moğollar tarafından işgal edildi. Yalnızca işgalle yetinmeyen Moğol ordusu, adeta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamacasına bir yağmayı da şehrin tarihine kazıdı. Yaklaşık 150 yıl boyunca kendine gelemeyen Semerkand, 14. asrın ikinci yarısından itibarense eski şaşalı günlerine dönmeye başladı.
Semerkand, Emir Timur’un imparatorluğunu ilân etmesiyle birlikte yeniden yükselişe geçti. Yeni imparatorluğun başkenti olarak ilân edilen şehirde imarın yanı sıra ilmî ve kültürel faaliyetler de hızla gerçekleştirildi.
- İmparator’un talimatıyla dört bir yandan şehre getirilen âlim ve sanatkarlar, Semerkand’ı kısa sürede, İslâm tarihinin en önemli şehirlerinden biri haline getirdi.
Devamındaki birkaç asırda ortaya konan pek çok ilmî ve mimari eser, bugün “Semerkand” denince zihnimizde canlanan o tahayyülü vücuda getirdi.
Şüphesiz ki o dönemler inşa edilen ve bugüne değin ayakta kalmayı başaran ihtişamlı yapıların en önemlisi Registan Meydanı. Günümüzde, her gün dünyanın dört bir yanından gelen binlerce turisti ağırlayan bu meydan, İslâm sanatının zirvelerinde gezinen eserleri bir arada bulunduruyor. Uluğ Bey, Şirdar ve Tillakari medreseleri gibi sanatın ince ince işlendiği, yalnızca birini dahi görmenin büyük keyif vereceği yapıların tek kadraja sığdırılmasına imkan veren ve Amerikalı edebiyatçı Edgar Allan Poe'nun "tüm kentlerin kraliçesi" olarak tanımladığı Semerkand'ın güç ve zarafet simgesi tacı mahiyetini taşıyan Registan; Doğu’nun masalsı atmosferini ziyadesiyle hissettiren ve ziyaretçilerini zihni bir zaman yolculuğuna çıkaran eşsiz bir meydan.
Uluğ Bey Medresesi
Registan Meydanı’ndaki yapıların ilki olan medrese, Timur İmparatorluğu’nun 4. sultanı Uluğ Bey tarafından yaptırılmış ve kendisinin ölümünden sonra da hatırasına atıfla ismiyle anılır olmuştur. Devrinde, bölgenin en büyük ilim merkezlerinden olan Uluğ Bey Medresesi, aynı anda 100’den fazla talebenin eğitim aldığı bir yapı olarak hizmet vermiştir.
1417’de inşaatına başlanan yapı 1420’de tamamlanmış ve kendisi de aynı zamanda gök bilimci olan Uluğ Bey, matematik ve astronomi derslerinin bazılarını bizzat vermiştir. Alt katında derslikler, üst katındaysa her birinde iki talebenin kaldığı yatakhaneler ve yemekhaneden oluşan medrese, mimari açıdan peşinden gelecek eserlere de ilham kaynağı olmuştur.
Uzun yıllar boyunca ilmî faaliyetlere ev sahipliği yapan Uluğ Bey Medresesi, 18. asırda depo olarak kullanılmaya başlanmış, 1900’lerin başlarında yeniden gerçek hizmet alanına döndürülse de Sovyetler Birliği döneminde tamamıyla kapatılmıştır. Depremler ve bakımsızlık sebebiyle onlarca yıl atıl halde kalan yapı, 1950’lerden itibaren başlayan ve Sovyetler’in son döneminde hızlanan restorasyon çalışmaları sayesinde bugünkü görünümüne kavuşmuştur.
Şirdar Medresesi
Bölgenin Özbek hanlarının eline geçmesinden sonra, Semerkand Valisi Yalangtuş Bahadır tarafından inşa ettirilen yapı, 17 yıllık bir çalışmayla tamamlanmıştır. Medresenin yapımına 1619’da başlanmış ve kendisinden yaklaşık 200 yıl önce tamamlanan Uluğ Bey Medresesi’nin simetriği olarak planlanmıştır. Yaklaşık 4.000 metrekarelik bir alana kurulan medrese, dönemin önemli mimarlarından Abdulcebbar tarafından projelendirilmiş ve tamamlanmıştır.
Şirdar Medresesi, Timur İmparatorluğu’nun sonrasında, geç dönemde inşa edilmiş olsa da yapının neredeyse tamamında Timurlu mimarisine sadık kalınmıştır. Kullanılan çiniler, ince işçilik ürünü motifler, kubbeler ve minareler, Uluğ Bey Medresesi’nden ilhamla ve büyük özenle bir araya getirilmiştir. İslâm sanatının en önemli yapılarından olan medrese, ihtişamlı kapısının üzerinde bulunan kaplan ve güneş sembolleri sebebiyle “Şirdar” olarak isimlendirilmiştir.
Sonraki dönemlerde hemen karşısındaki Uluğ Bey Medresesi’nin akıbetini paylaşan Şirdar, uzun yıllar boyunca atıl bir halde kalmıştır. Bölgede meydana gelen depremler ve bakımsızlık sebebiyle yıpranan bina, 1950’lerin ortalarından itibaren başlayan restorasyon çalışmalarıyla yenilenmiş ve günümüze kadar ayakta kalmıştır.
Tillakari Medresesi
Şirdar Medresesi’nden 10 yıl sonra, yine Yalangtuş Bahadır tarafından yaptırılan Tillakari Medresesi, Registan Meydanı’nın kuzeye bakan kısmına inşa edilmiştir. 120 metrelik ön cephesiyle meydanı dolduran ve Uluğ Bey ve Şirdar medreseleriyle birlikte meydanın benzersiz görüntüsünü oluşturan bina, 1660 yılında tamamlanmış ve ilim faaliyetlerine başlamıştır.
Dış görünüşü itibarıyla kendisinden önceki eserlerle pek çok ortak noktası bulunan medrese, iç kısmında uygulanan farklı tekniklerle diğerlerinden ayrılmıştır. Binanın batı yakasının iç kısmında, cuma cemaatine hizmet vermesi maksadıyla bir cami inşa edilmiş ve bu caminin tepesine de göz alıcı mavi bir kubbe kondurulmuştur.
- Kubbenin iç kısmı ve duvarlardaki latif süslemelerde bolca kullanılan altın da medresenin isminin dayanağı olmuştur; zira Farsça kökenli “Tillakari”nin meali, “Yaldızlı”dır.
Medresenin önde kalan ana yapısı, Uluğ Bey ve Şirdar’la benzerlik gösterse de bu iki binaya rağmen daha küçüktür. Nizamiyenin doğu ve batı taraflarına talebeler için 16 yatakhane yapılmış ve bu yatakhaneler, binanın dış cephesine simetrik olarak konumlandırılan nişlerle, estetik birer mimari unsur olarak kullanılmıştır.
Semerkand’ın ticarî ve sosyal manada önemini yitirmesi ve ilerleyen asırlarda yaşanan işgallerle birlikte, iki komşusuyla benzer bir akıbete uğrayan Tillakari Medresesi, depremler ve bakımsızlık sebebiyle epeyce zarar görmüştür. Sovyetler Birliği döneminde, diğer binalarla eşzamanlı olarak başlayan çalışmalarda detaylı bir restorasyon geçiren bina, Semerkand’ın kalbi Registan Meydanı’nda, komşuları Uluğ Bey ve Şirdar'la birlikte ziyaretçilerini bekliyor.