Geçmişten günümüze Arap Birliği
1944'te imzalanan İskenderiye Protokolü ile temelleri atılan ve 22 Mart 1945'te, Mısır'ın başkenti Kahire'de resmen kurulan Arap Birliği, günümüzde 22 Arap ülkesinin üye olduğu milletler arası bir örgüttür. Temel ortaya çıkış amaçları arasında, üye devletler arasındaki sorunları barışçıl yollarla çözmek ve Arap dünyasının çıkarlarını gözeten politikalarla topraklarında sömürgeci faaliyetler yürüten yabancı güçlere karşı birleşik bir Arap gücü oluşturmak olsa da kurulduğu günden bu yana karşısına çıkan İsrail-Filistin meselesi, Lübnan İç Savaşı, İran-Irak Savaşı, Irak-Kuveyt Savaşı, ABD’nin Irak’ı işgali ve Arap Baharı sorunlarıyla baş etmedeki başarısızlığı ve uluslararası alandaki zayıf etkinliği örgütü hem Arap halklarının hem de diğer dünya devletlerinin gözünde olması gereken yerin bir hayli altında konumlandırıyor.
Arap Birliği; 22 Mart 1945'ten günümüze değin birliğe ev sahipliği yapan Kahire’de altı Arap devletinin üyeliği ile kuruldu. 1944 yılında birliğin kurucuları olan Mısır, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan tarafından imzalanan İskenderiye Protokolü’nde belirtilen Arap milliyetçiliği esasları temel alınarak kurulan Arap Birliği’nin amacı; üye devletler arasındaki ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasî ilişkileri düzenlemek, bu alanlara yatırım yapmak, bölgede ortaya çıkan sorunları barışçıl yollarla çözmek ve bunlarla birlikte Arap dünyasının çıkarlarını gözeten politikalar üreterek topraklarında sömürgeci faaliyetler yürüten yabancı güçlere karşı birleşik bir Arap gücünü var etmektir.
Ancak birliğin kurulduğu 1945 yılında üye devletlerin kimisinin bağımsızlığını henüz kazanmış olması, kimisinin de hâlâ manda sistemiyle yönetilmesi, birlik üyelerinin kolektif bir politika üretebilmelerini engellemiş ve ülkelerin daha çok kendi iç işleriyle ilgilenmesine, halka refah sağlayabilecek bireysel siyasetler yürütmeyi tercih etmesine sebep olmuştu.
Zayıf ekonomiye ve savaşlardan bıkmış yorgun bir halka sahip olan bu devletler, Batılı devletlerin çıkar çatışmalarının göbeğinde yer aldıkları için kurulmalarından itibaren var olan bu sorunlarla günümüze kadar baş etmek zorunda kalmışlardır. Bunların yanı sıra devlet liderlerinin arasındaki düşmanlığa varan çekişmeler de birlikte hareket edememenin önemli nedenlerinden biri olmuştur. Bu sebeplerden ötürü Arap Birliği; 1945’ten itibaren süregelen 78 yıllık tarihinde karşılaştığı krizlere çözüm getirmekten uzak, pasif yaptırım ve kararlarla üye devletlerin halklarının yaralarını saramayan, beklentileri karşılayamayan ve kuruluş amacını gerçekleştirmekte bir hayli zorluk çeken bir örgüt olarak varlığını sürdürmüştür.
Arap Birliği kurulduğu günden itibaren başta İsrail-Filistin meselesi ve bundan kaynaklı doğan çeşitli krizlerle birlikte Lübnan İç Savaşı, 1980 İran-Irak Savaşı, 1990 Irak-Kuveyt Savaşı, ABD’nin Irak’ı işgali ve son olarak da Arap Baharı sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan ilki kuruluşundan hemen üç sene sonra 1948'te cereyan eden1. Arap-İsrail Savaşı’dır.
Arap Birliği ve Filistin-İsrail meselesi
14 Mayıs 1948 günü İsrail’in bağımsızlığını ilân etmesinin ardından Arap Birliği üyeleri Mısır, Lübnan, Irak, Ürdün ve Suriye devletlerinden oluşan Arap orduları yeni kurulan bu küçük Yahudi devletini yeneceklerinden emin şekilde girdikleri Filistin topraklarından büyük bir hezimetle ayrılmışlardı. Savaşın kaybedilmesinin ana sebeplerinden olan ortak hareket edememe sorunu ve liderlerin savaş sırasındaki içten pazarlıklı tavırları aslında Arap Birliği’nde işlerin yürümeyişinin sahaya ayan beyan bir yansımasıydı. Arap Birliği’nin İsrail karşısındaki bu yenilgisi hem halk nezdinde ciddi bir itibar kaybına hem yüz binlerce Filistinlinin mülteci konumuna düşerek diğer Arap devletlerine sığınmasına hem de İsrail’in Filistin topraklarının büyük bölümünü ele geçirmesine neden olmuştur.
Alınan bu ağır yenilginin faturasının Arap liderlere kesilmesinin ardından adeta Filistin davası için ateşli nutuklar atma yarışına giren siyasîler, 1948 Savaşı’nın rövanşı olana değin bu tavırları sürdürdüler. Özellikle Cemal Abdünnasır’ın Mısır’da gerçekleştirilen darbe sonucu başa geçmesi sonrasında Filistin konusunda gerçekleştirdiği cesurca söylemleri zaman geçtikçe Arap Birliği ile İsrail arasındaki yeni bir savaşı kaçınılmaz kılıyordu. Nitekim her iki taraf da savaşmayı arzuluyordu. Araplar kaybedilen toprakları geri alarak İsrail devletini haritadan silmek için, İsrail ise egemenliğini bu topraklarda perçinlemek için savaşa girmekten çekinmiyordu.
- 5 Haziran 1967 günü başlayan 2. Arap-İsrail Savaşı sadece 6 gün sürdü ve 10 Haziran günü Arap ordularının yenilgisiyle sonuçlandı. Savaş sonunda İsrail; Mısırdan Gazze ve Sina Yarımadasını, Suriye’den Golan Tepelerini, Ürdün’den Batı Şeria’yı aldı.
Filistin’i kurtarmak hedefiyle yola çıkan Arap orduları, daha fazla kritik toprak kaybederek bu savaştan ayrıldı. Aynı zamanda bu savaş sonrasında İsrail’i yok etme umutları tükendi ve artık kaybedilen toprakları geri alma amacında olunan yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemin ilk savaşı ise 1973 tarihli Yom Kippur Savaşı oldu. Savaş, Suriye ve Mısır öncülüğünde Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Libya, Fas, Cezayir ve Tunus’un müdahil olmasıyla Arapların siyasî zaferiyle sonuçlandı. Savaş sırasında ABD ve İsrail’in destekçisi olan ülkelere petrol ihracatını kısan veya tamamen kesen Arap devletleri, dünya genelinde yaşanan büyük sıkıntılar sonucu kendi istekleri doğrultusunda ateşkes imzalamayı başarabilmişlerdi. Bunun da yanında o dönem dünya üzerindeki ham petrolün %60’ını üreten Arap devletlerinin ambargosu sonucunda petrol fiyatları dört katına çıkmış ve bu ülkelere büyük bir maddî getiri sağlamıştır.
Petrolün ilk kez siyasî bir silah olarak kullanılması ve başarılı olunması Arap Birliği açısından önemli bir gelişme arz etmiştir.
Yom Kippur Savaşı sonrasında Ekim 1974’te Rabat’ta düzenlenen Arap Birliği zirvesinde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistinlilerin yegane temsilcisi olarak kabul edilmiş ve bunun ardından Arap Birliği’nin Filistin konusundaki caydırıcı somut adımları daha da seyreklik kazanmıştır.
Lübnan İç Savaşı
13 Nisan 1975 günü Filistinli örgütler ile Falanjist militanlar arasında başlayan çatışmaların giderek büyümesinin önünün kesilememesi sonucu bu çatışmalar bir iç savaşa evrildi. İçinde birçok farklı dinden ve etnik kökenden insan barındıran Lübnan’da Sünni, Şii, Maruni ya da Hristiyan grupların hepsi ülkede barış istemekle birlikte ülkenin idaresini de kontrol edebilmek istiyordu. Bu sebeple de çıkan çatışmaların bir iç savaşa dönüşmesi uzun sürmedi. Bunun ardından Suriye, 1976 Haziran’ında Lübnan’daki olayları yatıştırmak için askerî güçlerini gönderdi. Bundan rahatsız olunması sonucu yapılan Arap Birliği toplantısında Lübnan’daki Suriye Birlikleri yerine Arap Caydırma Gücü gönderilmesi kararı alındı. Ancak gönderilen bu ordunun çoğunluğu da Suriyeli askerlerden oluşuyordu. Nitekim bu yolla Lübnan’a giren Suriyeli askerler, İsrail tehdidini ve birtakım güvenlik sorunlarını öne sürerek 30 yıl boyunca Lübnan’da kaldı. 2006 yılında Batılı devletlerin de baskısıyla babası zamanında Lübnan’a gönderilen orduyu gönülsüzce çeken Beşar Esad, geri dönülebileceğinin sinyallerini de vermeyi ihmal etmiyordu zira Lübnan’ın, Suriye’nin bir parçası olması gerektiğini düşünüyordu.
- 1975 yılında başlayıp 1990 yılında sona eren 15 senelik Lübnan İç Savaşı ardında yaklaşık 150 bin ölü ve on binlerce yaralı insan bıraktı. Arap Birliği ise bu dönemde üyesi Lübnan’da cereyan eden savaşı bitirmek adına somut adımlar atmaktan geri durmuştu.
Irak-Kuveyt Savaşı
Irak, 1961 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanan Kuveyt’i kendisinden koparıldığını iddia ederek tanımayı reddetmişti. Aynı zamanda iki devlet arasında süregelen petrol kuyuları konusundaki anlaşmazlık ve Irak’ın Kuveyt’e ödemeyi istemediği borcu da arayı geren nedenler arasındaydı. Nitekim 1 Ağustos 1990 tarihinde Irak Kuveyt’i işgale başladı. Arap Birliği ise 3 Ağustos’ta işgali kınayan bir açıklama yapmakla yetindi ve birliğin iki üyesinin savaşındaki pasif duruşuyla ciddi bir prestij kaybı yaşadı. Devam eden süreçte Irak’ın neredeyse Kuveyt’in tamamını işgal etmesi sonucu BM Güvenlik Konseyi’nin 678 sayılı kararına binaen ABD, 17 Ocak 1991 tarihinde önce hava devamında ise kara saldırılarıyla Irak’ı Kuveyt’ten çıkardı. Böylece Arap Birliği üyesi iki devletin savaşı ancak bir dış müdahaleyle son bulmuş oldu.
2. Körfez Savaşı ve ABD’nin Irak’ı İşgali
Amerika’da Ocak 2001’de yönetime gelen Başkan George Bush, Irak’ın sahip olduğu kitle imha silahlarını yok etmek, Irak topraklarını terör örgütlerinden temizlemek ve ülkeyi Saddam’ın diktatörlüğünden kurtararak demokrasi getirmek için Saddam’ı devirmek gerektiğini açık şekilde dile getiriyordu. Nitekim çok da geçmeden 2003 yılında ABD’nin başını çektiği ordu hava saldırılarıyla birlikte Irak’a girdi. Basra Körfezi’nden de karaya asker çıkartması yaparak ülkeyi güneyden işgale başlayan Amerika güçleri, kısa sürede ülkeyi ele geçirdi. Bu süre içinde Arap Birliği ise herhangi bir tepki göstermemiş üstüne üstlük koalisyon ordusunun kimi birlikleri diğer Arap devletleri topraklarından Irak’a giriş yapmıştı.
Arap Baharı
Tunuslu üniversite mezunu, seyyar satıcı bir gencin meyve arabasına zabıtalar tarafından el konulması sonrası belediye binası önüne giderek kendini yakması sonucu Tunus’ta başlayan protestolar ilk olarak ülke geneline yayıldı. Önü kesilemeyen hükümet karşıtı protestoların dozunun artması sonucu ülkede beliren istikrarsızlık sonrası Kral bin Ali istifa ederek ülkeden kaçtı. Tunus’ta kazanılan bu zafer, diğer Arap ülkelerindeki halkların da ayaklanmasına giden yolda ateşlenen bir fitil oldu. Tunus’un ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek ve Libya’da Kaddafi halk ayaklanmaları sonucu görevlerinden indirildi. Suriye’de başlayan protestolarda ise Beşar Esad rejimi güç kullanmaktan çekinmeyerek yaptığı zulümlerle tahtına tutunmayı başardı. Tüm bu olaylar olurken Arap Birliği, Libya ve Suriye’nin üyeliklerini askıya almakla ve tarafları sükunete davet etmekle yetindi.
Arap Birliği her ne kadar Birleşmiş Milletler’den önce kurulmuş köklü bir örgüt olsa da tarihi boyunca önüne gelen sorunlarla baş etmedeki başarısızlığı ve uluslararası alandaki zayıf etkinliği örgütü hem Arap halklarının hem de diğer dünya devletlerinin gözünde olması gereken yerin bir hayli altında konumlandırıyor.
Günümüzde de değişmeyen Arap Birliği’nin pasif tavırları, elindeki petrol, genç nüfus ve coğrafi konum gibi büyük güçleri siyasî arenada diğer Arap devletleriyle toplu şekilde kullanmayı başaramadıkça yine değişmeyecek gibi duruyor.