Gaspın kanunu da var
İşgali ve gaspı kanuni bir çerçeveye oturtan İsrail, gayri meşru uygulamalarını Filistinlilere dikte etmeyi sürdürüyor. Uluslararası kamuoyuna da, mülklerin el değiştirme sisteminin “kanuni” olduğunu iddia ettiği kâğıt parçalarını gösteriyor.
Hâlidiyye Sokağı, Mescid-i Aksâ’ya yürüme mesafesinde, el Vâd Caddesi ve Gıramî Sokağı arasında bulunan konumu itibariyle, stratejik öneme sahiptir. Burası, tıpkı 1967’deki işgalden sonra buldozerlerle yıkılarak sakinleri göçe zorlanan Mağâribe Mahallesi gibi, işgal ve gasp tehlikesiyle karşı karşıyadır. Mağâribe’de, evleri yıkılmayan aileler de zorla buralardan çıkarılıp, ölümle tehdit yolu kullanılarak, evlerinin satılmasına zorlanmışlardır. Bugün Mağâribe Mahallesi’nde az sayıda Müslüman aile yaşamaktadır. Mağâribe’den sonra Şurafâ ve Hâlidiyye mahalleleri de aynı akıbetle yüz yüze bulunmaktadır.
1948’deki ilk Arap-İsrail Savaşı’ndan önce, Hâlidiyye Sokağı’ndaki Yahudiler, 99 yıllığına kiraladıkları evlerde oturuyordu. Savaşla birlikte Kudüs eski şehir Ürdün’ün kontrolüne girince, buradaki Yahudiler de mahalleyi terk edip başka yerlere gittiler. 1948-1967 arasında şehirdeki Ürdün yönetimi sürerken, Hâlidiyye Mahallesi ve diğer yerlerde Yahudilerin kiraladığı veya satın aldığı mülkler, “Düşman mülklerinin idaresi” isimli bir vakıf tarafından kontrol ediliyor, bu yerlerin Filistinlilere kiralanması da bu vakıf kanalıyla yapılıyordu.
1967’deki İsrail işgaliyle birlikte, Yahudiler yeniden Hâlidiyye Sokağı’na dönmeye başladılar. Yakın dönemlerde yaşanan birkaç örnek dikkat çekicidir: 2017 yılının aralık ayında, Ebu Meyyâle ailesinin 1948 öncesinden bu yana kullandığı atölye, işgalci yerleşimcilere verildi. Yerleşimci Yahudi, burayı müzik aletleri yapan bir atölyeye dönüştürdü. Yine aynı yıl, Subleben ailesinin evi de İsrail tarafından gasp edilerek yerleşimcilere teslim edildi. Ve son olarak da, Ebu Asab ailesi evlerinden zorla çıkarıldı, yerlerine yerleşimciler iskân edildi. Ailenin reisi Hatem Ebu Asab’ın, normalde Batı Kudüs’teki Katamun’da bir eve sahipti. 9 Nisan 1948’de gerçekleşen Deyr Yasin Katliamı’ndan sonra, binlerce kişiyle birlikte Ebu Asab da bölgeyi terk etmek durumunda kaldı. Eski şehre taşınan Ebu Asab ailesi, Şam Kapısı civarında oturan dedelerinin yanına yerleştiler. 1950’lerin sonundan itibaren de Hâlidiyye Sokağı’nda yaşıyorlardı.
- İsrailli radikal yerleşimci dernekler ve uluslararası Yahudi fonları üzerinden gerçekleştirilen bu gasplar, en yoğun olarak Kudüs’ün Silvan, Şeyh Cerrah ve eski şehir bölgelerinde görülüyor.
Yahudilerin evleri ve arazileri zorla alarak gasp etmeleri, yeni bir uygulama değil. Aksine bu, Filistin topraklarına yerleşimlerin başladığı 1800’lü yıllardan beri devam ediyor. Osmanlı’nın son dönemlerinde türlü ayak oyunlarıyla, tarım faaliyetleri veya turizm adı altında bölgeye sistematik olarak sürdürülen yerleşimcilik, bugün artık işgal devleti eliyle uygulanıyor.
Osmanlı döneminde, Kudüs’e “hacı” olarak gelen Yahudilerden bazılarının kendilerine verilen 3 aylık resmî ikamet süresini aşarak Filistin’de kaldıkları ve Filistin topraklarında arazi satın almaya giriştikleri bilinmektedir. Bilhassa Yafa Limanı’ndan rüşvetle ve sahte Filistin pasaportlarıyla giriş yapan Yahudiler, ilk başta Filistin’i karış karış gezerek saha araştırmaları yapmışlardır. İlk arazi alımları da Yahudi fonları ve şirketler üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu durumun tespit edilmesi üzerine Osmanlı tarafından Yahudilere toprak satışını yasaklayan kanunlar çıkarılmıştır.
Filistin’in kuzeyindeki Celile bölgesinde, özellikle tarımcılık faaliyetleri adı altında toprak satın alınırken, Yahudilerin kullandığı başlıca yöntemler şunlardı:
- Değerinin çok üzerinde para ödemek,
- Simsarlar aracılığıyla satın almak, (Bu uygulamada, Filistinli görünümlü Yahudiler aracılıkta rol oynamıştır)
- Vefat eden Filistinlilerin isimleri üzerinden satın almak,
- Tehdit ve silah zoruyla satın almak.
Bugün de bu yöntemler kullanılmaya devam ediyor.
Savaş şartlarında evlerini terk etmek durumunda kalan Filistinliler için, İsrail özel bir kanun çıkardı: Gaiplerin Mülkleri Yasası. Bugünkü birçok gasp, işgal ve el koyma faaliyeti, bu kanun temelinde yürütülüyor:
İsrail’in 1950’de çıkardığı bu kanun, Kasım 1947’ye kadar İsrail devleti sınırlarını terk eden veya göç edenleri “gaip” olarak tanımlıyor. Söz konusu kişilerin araziler dâhil bütün mülkleri, evleri ve banka hesapları “gaip mülkü” sayılarak, mülkiyet hakkı devlete aktarılıyor. Yine bu kanuna ek olarak yapılan bir başka düzenleme (“Üçüncü nesil yasası”), ilk sahibi “gaip” kabul edilen bir evde oturan Filistinlilerin üçüncü neslinden sonra o evin otomatikman Yahudilerin eline geçmesini sağlıyor. Bu düzenlemelere istinaden, savaş nedeniyle 1948’den önce yaşadıkları arazi ve mülkleri terk etmek durumunda kalan Yahudiler, yeniden buraları ele geçirebiliyor. Ateret Kohanim gibi nüfuzlu yerleşimci dernekleri, mahkeme süreçlerini hızlandırarak, Filistinliler temyizle uğraşırken daha mahkeme bitmeden sâkinlerini evlerden çıkartabiliyor.
Söz konusu kanuni düzenlemeler, 1948 öncesinde Yahudilere satılan veya 99 yıllığına kiraya verilen bütün mülklere Yahudilerin dönüşünü bir şekilde mümkün kılıyor.
Ancak Ebu Asab ailesi gibi binlerce Filistinli, 1948 şartlarında terk etmek durumunda kaldıkları evlerine geri dönemiyor. Kudüs eski şehirde, durumları bu şekilde olan yaklaşık 200 aile var. Batılı aktivistler kendilerine destek verse de, evlerinde çok uzun süre kalamayacaklarının farkındalar. Bugün Hâlidiyye Sokağı’nda bulunan birçok dükkanın kapalı ve kilitli olduğunu görmemiz mümkündür.
İşgali ve gaspı da kanuni bir çerçeveye oturtan İsrail, gayri meşru uygulamalarını Filistinlilere dikte etmeyi sürdürüyor. Uluslararası kamuoyuna da, mülklerin el değiştirme sisteminin “kanuni” olduğunu iddia ettiği kâğıt parçalarını gösteriyor. Hadiseleri dışarıdan izleyen bizler ise, “İsrail güçleri… ailesini evinden zorla çıkararak evlerini yerleşimcilere teslim etti” konulu haberleri okumaya devam ediyoruz, maalesef.