Fasih Arapça ve Britanya politikası
Mısır’ın İngilizler tarafından fiilî olarak işgal edildiği 1882 yılı aynı zamanda İngilizlerin bu ülkede uygulamayı düşündükleri planların da başlangıcını ifade ediyordu.
Mısır’a köklü bir şekilde yerleşmeyi kendisinin bölgedeki varlığı için bir şart olarak gören İngiltere bunu sağlamanın yollarını da düşünmeyi ihmal etmemişti.
- Yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyeti altında bulunan Mısır’ı, madden olduğu gibi manen de Osmanlı’dan koparmak bunların başında geliyor, tahrik ettiği Arap milliyetçiliği ile bu maksadını gerçekleştirme hedefini taşıyordu.
İngilizler ayrıca kendi dillerini bu topraklarda yerleştirme gayesi gütmüş, Arapçanın yerine ikâme etmek için kimi teşebbüslerde bulunmuşlardı. İşgal sonrası Mısır’daki kimi ilkokullardan Fransızcayı kaldırmaları ve yerine İngilizceyi getirmeleri bu teşebbüsün ilki olmuştu.
Fransızca 1893 yılında ilkokullardan tamamıyla kaldırılmış, 1907 yılından itibaren ise İngilizce, bütün okullarda ilk sırayı almıştı. Zaten Napolyon’un işgali sonrası Fransızcanın ikâmesiyle bir darbe yiyen Arap dili şimdi de İngilizler eliyle aynı darbeyi yemek durumunda kalmıştı.
İngilizlerin Mısır’da yaptıkları sadece kendi dillerini yaymakla kalmamıştı. Dikkatlerini verdikleri bir diğer nokta da Mısır’ı diğer Arap ülkeleriyle birbirine bağlayan fushâ Arapçası olmuştu. Fasih Arapçayı gözden düşürmek için faaliyetler yürütmüş, onun yapısını bozmak için teşebbüste bulunmuşlardı. Bu tartışma için zemini de fasih Arapça ile halk Arapçası arasında mevcut olan ayrımı kaşımakta bulmuşlardı.
İngilizler Mısırlılara ilerleyememelerinin, Avrupalılardan geride kalmalarının sebebi olarak fasih Arapçayı göstermişlerdi. Bu teze göre, halk kitlelerinin iyi bilmediği ve kullanmadığı fasih Arapçaya bağlılıkları halkın üretimde bulunması önünde de bir engel teşkil ediyordu. Eğer gerçekten ilerleme isteniyorsa halk dilinin geliştirilmesi, bunun ilim ve edebiyat dili haline getirilmesi gerekiyordu.
İngiliz zihni net bir şekilde biliyordu ki propagandanın iyi şekilde ilerleyebilmesi için bunun ilk bakışta cazip de olması gerekiyordu. Bu işin adeta başını çeken kişiler de yok değildi. William Willcocks bunlardan biriydi. Willcocks’un, 1893 tarihinde Kahire’de verdiği “Mısırlılarda Niçin İcad Kuvveti Mevcud Değildir?” başlıklı konferansı tam olarak bu meseleye yoğunlaşmıştı.
- Ona göre Mısırlıların icadda geri kalmalarının ana sebebi okuma ve yazmada fasih Arapçayı kullanmalarıydı. O, kendi milletini örnek göstermiş, İngilizlerin ancak ilim ve edebiyat dili olarak kullandıkları Latinceyi terk etmelerinin ardından ilerleyebildiklerini eklemişti.
Konferansında ileri sürdüğü bu fikirleri 1926 yılında "Syria, Egypt, North Africa and Malta Speak Punic, Not Arabic" başlığı altında kitaplaştıran Willcocks, Mısır’da konuşulan lehçenin Arapça ile alakasının olmadığını, bunun eski Finike dili oluğunu iddia etmişti.
Halkın ona göre öğrenmekte zorlandığı fasih Arapça yerine ammîcenin yerleştirilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaçtı, ancak böyle yapılması durumunda Mısır kısa zamanda, içerisinde bulunulan cehaletten kurtulabilirdi. Kendisini adeta bu meseleye vakfeden Willcocks’un bu söylemleri sadece teoride kalmamış; Shakespeare’dan Mısır lehçesine kimi tercümeler yapmış ve bu lehçede kimi yazılar kaleme almıştı. Üstelik Willcocks bu konuda tek isim de değildi. Onun sahip olduğu görüşlerin aynısı başka İngilizler tarafından da savunuluyordu.
Kâhire’de görevli bir başka isim olan J. Solden Willmore bunlardan biriydi. O, 1901 yılında Londra’da yayınlanan The Spoken Arabic of Egypt isimli eserinde aynen Willcocks’un tezlerini savunmuştu.
Oryantalistler tarafından açılan bu çığır, konuyla alakalı Mısır’da farklı grupların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. İçerisinde Emîr Şekib Arslan’ın bulunduğu grup, Klasik Arapçayı en ideal model olarak kabul ederken, Selâme Mûsâ ve Muhammed Osmân Celâl gibi isimlerin yer aldığı grup aynen İngilizlerin istekleri doğrultusunda fasih Arapçanın terkedilerek yerine halk lehçesinin ikâme edilmesini savunuyorlardı.
Bunun dışında kalan gruplar da vardı. Ahmed Lutfî es-Seyyid fasih-halk lehçesi karışımı ile Mısır’a mahsus yeni bir dilin elde edilmesi gerektiğini savunurken, içerisinde Tâhâ Hüseyin’in bulunduğu grup halk lehçesini ilim ve edebiyat dili olarak kabul etmemekle birlikte fasih Arapçanın asrın ihtiyaçlarına göre ıslah edilmesi gerektiğini söylüyordu.