Etiketlere lanet eden adam: Necib Mahfuz
Mısır’ın büyük romancısı Abdülaziz Necib Mahfuz, hem siyasete hem de sanata aynı anda ilgi duyan bir entelektüeldi. Mahfuz'un hayatını önemli ölçüde şekillendiren olayların başında 1919 Mısır Devrimi gelir. Necip Mahfuz’un hayatındaki ikinci önemli olay isyandan birkaç yıl sonra ortaya çıkan sara nöbetidir. Mahfuz genç bir adam olduğunda hayattaki en büyük sevdası artık kitaplardır. Hayatta onun için nefes alıp vermeyi anlamlı kılan üç şey vardır: Okumak, yazmak ve yürümek. Nobel Ödülü'ne layık görülmesiyle tartışmaların odağına düşen Necip Mahfuz'la ilgili şu sorunun yanıtı önemlidir: Eğer Necip Mahfuz'un, Camp David Anlaşması'ndaki destekleyici politik tavrı olmasaydı o ödülü kazanabilir miydi?
Mısır’ın büyük romancısı Abdülaziz Necib Mahfuz Birinci Dünya savaşından yaklaşık üç yıl önce 1911 yılında el-Cemaliye’de dünyaya geldi.
Daha sonra yazacağı birçok romana da konu olacak olan el-Cemaliye; Kahire’ye bağlı ve daha çok orta sınıfa mensup insanların yaşadığı bir yerdir. Mahfuz’un çocukluğunun bitmesine denk gelen zamanlarda Kahire ve el-Cemaliye baş döndürücü bir hızla batılılaşmaya başlar. Kahire, ‘Avrupaileşme’ fikrini en izbe sokaklarına kadar hisseder.
Böylesi bir ortamda Mahfuz için iki mekân önemlidir. Biri entelektüel hayatın tüm canlılığı ile yaşandığı el-Ezher diğeri de şehrin kalbinin attığı el-Halil çarşısıdır.
Mahfuz’da siyaset ve sanatın kodları
Mahfuz hem siyasete hem de sanata aynı anda ilgi duyan bir entelektüeldi. Sanata olan eğilimini annesinin ince kişiliğine yorarken siyasete olan düşkünlüğünü babasına borçlu olduğunu söylemektedir. Mahfuz "Babam evde konu her ne olursa olsun meseleyi bir şekilde Sa’d Zağlul, Muhammed Ferid veya Mustafa Kamil’e bağlardı." demektedir.
1919 Devrimi Mahfuz'u derinden sarsar
1919 yılına gelindiğinde Mısır bir isyanın eşiğindedir. Mahfuz henüz küçük bir çocuktur; ama ülkenin ve babasının gerginliğini daha o yaşta ruhunda hissetmeye başlar. Olaylar kısa sürede patlak verir. Sa’d Zağlul’un İngilizlerden Mısır’ı terk etmelerini talep etmesi ve sonrasında gelen tutuklamalar halkı sokağa dökmüştür.
Olayları kontrol altına almakta zorlanan General Reginalt Wingate, isyanı silah kullanarak bastırmayı tercih eder.
- Mısır’da halkın üzerine ateş açılır. Yüzlerce bağımsızlık yanlısı Müslüman ve Hristiyan Mısırlı öldürülür, o zamanki ismiyle İsmailiye (Tahrir) Meydanı kan gölüne döner. Tüm bu olayların sessiz ve küçük tanığı Abdülaziz Necip Mahfuz’dur.
İsyanın daha fazla büyümesine izin vermeyen Büyük Britanya, efsanevi komutanları Allenby’i ülkedeki kargaşayı bastırması için görevlendirir.
Allenby, Wingate’in aksine barışçıl bir politikadan yanadır. Silah kullanmak yerine isyancılarla müzakere yolunu tercih eder.
Tüm bu yaşananlar Necip Mahfuz’un çocukluğu geride bırakmasına ve erken olgunlaşmasına sebep olacaktır, özellikle olayların duygusal etkileri ilerleyen yıllarda daha belirgin hale gelecektir.
İlk sara nöbeti ansızın yakalar
Necip Mahfuz’un hayatındaki ikinci önemli olay isyandan birkaç yıl sonra ortaya çıkan sara nöbetidir. O dönemin koşullarında tedavisi imkânsıza yakın görülen bu hastalığa yakalan pek çok çocuk ölmektedir. Mahfuz bir şekilde hayatta kalır; ama bu hastalık Mahfuz'da yalnızca fiziksel değil, ruhsal açıdan da büyük bir tahribata neden olur. Mahfuz bu durumu açıklarken kendisini Dostoyevski ile karşılaştırır. Dostoyevski de sara hastalığına yakalanmış, o da hayatta kalmayı başarmıştır.
Gençlik yılları ve kitapların dünyası
Mahfuz genç bir adam olduğunda hayattaki en büyük sevdası artık kitaplardır. El-Maarrî, el-Mütenebbî ve İbnü’r-Rûmî gibi isimlerin tesiriyle felsefe okumaya karar verir ve Kahire Üniversitesi'ne kaydını yaptırır. Mahfuz, hayatının sonuna kadar talebe kalacaktır; çok dinler, sık okur ve sorulmadıkça konuşmayı tercih etmez. Hayatta onun için nefes alıp vermeyi anlamlı kılan üç şey vardır: Okumak, yazmak ve yürümek.
Her çeşit kitabı okuyan Mahfuz konu her ne olursa olsun sırasıyla önce üç saat okur sonra yazar ve ardından mutlaka uyumayı tercih ederdi. Kendisinin ifade ettiğine göre sırayı bozduğunda asla üretemezdi.
Tartışmaların odağındaki ‘Nobel Ödülü’
Nobel çeşitli alanlarda Batı’nın verdiği simgesel bir ödül; bugün dahi bu ödülün ideolojik saiklerle verildiğine dair tartışmalar üst perdeden yapıla gelmektedir. Necip Mahfuz’un eserinin edebi değeri bu ödülü daha önce kazanmış birçok yazarın çok önünde olduğu edebiyat eleştirmenleri tarafından kabul görür; ama tartışılan konu şudur:
Eğer Necip Mahfuz'un, Camp David Anlaşması'ndaki destekleyici politik tavrı olmasaydı o ödülü kazanabilir miydi?
Nitekim Enver Sedat’ın da aynı dönemde Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesi tartışmaları daha da derinleştirmektedir.
Camp David aslında ABD Başkanlarının dinlendiği kampın ismidir. Öte yandan Mısır ve İsrail arasında Başkan Jimmy Carter’in öncülüğünde yürütülen anlaşmanın da ismidir. Sonrasında Enver Sedat’ın suikastının da gerekçesi olduğu ifade edilen bu anlaşma Arap dünyasını ikiye bölmüştür. Bir kısım İsrail ile görüşmeyi ihanet olarak görürken, Mahfuz gibi kimi aydınlar görüşmelere daha ılımlı yaklaşmıştır.
Büyük yapıtı: Es-Sülasiye
Türk Edebiyatı'nda Batılılaşma süreci Tanzimat Fermanı ile başlar. Mısır için ise Batılılaşmanın başlangıcı olarak Napolyon’un Mısır topraklarını işgali gösterilir. Ardından Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Fransa'ya gönderilen Rıfâ'a et-Tahtavî ve birçok talebe önce tercümeler yoluyla sonra verdikleri eserlerle entelektüel dönüşümü sağlamıştır.
Mısır'daki bu entelektüel dönüşüm, Türk fikir dünyasındaki dönüşüm kadar sarsıcı ve sancılı olmuştur. Doğu-batı arasında sıkışan bir medeniyetin panoramasını romana aktaran kişi, Es-Sülasiye –Kahire Üçlemesi- ile Necip Mahfuz olmuştur.
Esasen üç serilik kitabın bölümleri olan Beyne'l Kasrayn, Kasru'ş-Şevk ve Es-Sükkeriyye Mısır’da bazı cadde ve sokaklarının ismidir. Mahfuz bunları sembolik olarak eserlerinde işler. Bu cadde ve sokaklardaki batılılaşma serüvenini ortaya koyar. Bu değişim üzerinden Mısır insanının ferdi dönüşümünü ve çatışmasını okuyucuya ulaştırır.
- Romanı önemli kılan boyut onlarca farklı karakterin realist bir gözle işlenmesi ve kahramanların gerçek hayattan seçilmiş kişiler olmasıdır. Mahfuz bu kişiler üzerinden doğu-batı arasında kalan bireyler, Mısır halkının gelenekle olan hesaplaşması ve modernite konularını gündeme getirir. Mahfuz, bunların yanında Mısırlı seçkinlerin bencilliği, yolsuzluk ve bağnaz inançlar arasında köhnemiş kişileri de ustaca işler.
Necip Mahfuz Arap Baharı ve peşinden gelen Sisi Darbesini görmeden, 13 yıl evvel yani 2006 yılında hayata gözlerini yumdu. Ardından onlarca öykü, roman ve senaryo bırakarak...
"...Son sözü kalpler söyler.”
(Necip Mahfuz – Arayış)