Bir kaybedişin hikâyesi: Drina Köprüsü

Ivo Andriç'in Drina Köprüsü isimli eseri, Balkanlar'ın tarihini bir köprünün hikâyesiyle özdeşleştirerek anlatıyor.
Ivo Andriç'in Drina Köprüsü isimli eseri, Balkanlar'ın tarihini bir köprünün hikâyesiyle özdeşleştirerek anlatıyor.

Nice su baskınlarına, savaşlara, ölümlere, aşklara, tartışmalara, eğlencelere, kavgalara; nice yaşanmışlıklara şahit olmuş ve fakat 400 seneyi aşkın zamandır dimdik duruşunu hiç kaybetmemiş heybetli bir ecdat yadigarı. Zamanında bölge insanının Vişegrad’ın iki yakasını birbirine bağlayan bir kemerden çok daha fazlası olarak gördüğü, bölgede Müslüman hâkimiyeti sona erince “Vezirin vakfettiği köprü kafirin egemenliğine nasıl girer!” tepkileriyle karşılanmış, bir yönüyle kutsallaştırılmış, efsanelere konu olmuş kadim bir köprü. Bizim için hazin bir kaybediş hikâyesi: Drina Köprüsü..

Bosna’nın yemyeşil dağlarının arasından akan, sesiyle ve esintisiyle insanın içine huzur salan onlarca ırmaktan yalnızca biri, Drina Nehri. Ve bu ırmakları birbirine bağlayan, adı bilinen yahut bilinmeyen onlarca köprü arasından Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü, bölgedeki kullanımıyla Drina Üzerindeki Köprü, bilinen adıyla Drina Köprüsü.

Nice su baskınlarına, savaşlara, ölümlere, aşklara, tartışmalara, eğlencelere, kavgalara; nice yaşanmışlıklara şahit olmuş ve fakat 400 seneyi aşkın zamandır dimdik duruşunu hiç kaybetmemiş heybetli bir ecdat yadigarı.

Zamanında bölge insanının Vişegrad’ın iki yakasını birbirine bağlayan bir kemerden çok daha fazlası olarak gördüğü, bölgede Müslüman hakimiyeti sona erince “Vezirin vakfettiği köprü kafirin egemenliğine nasıl girer!” tepkileriyle karşılanmış, bir yönüyle kutsallaştırılmış, efsanelere konu olmuş kadim bir köprü.

Bizim için hazin bir kaybediş hikâyesi: Drina Köprüsü.
Günümüzde Bosna Hersek'in Sırp bölgesinde yer alan Drina Köprüsü, görebilene çok şey anlatıyor.
Günümüzde Bosna Hersek'in Sırp bölgesinde yer alan Drina Köprüsü, görebilene çok şey anlatıyor.

Bu köprüyü dört bir yanından ırmaklar akan Balkan coğrafyasındaki diğer köprülerden daha tanınır kılan en önemli şey şüphesiz ki Nobel ödüllü bir kitaba adını ve konusunu vermiş olması. Bu anlamda böyle bir eseri bir başka eserle dünyaya tanıtan kitabın yazarı İvo Andriç’i şükranla yad etmek gerekir.

Zira Drina Köprüsü, Bosna’nın Sırbistan sınırında yer alan ve ulaşımı çok da kolay olmayan, ufak Vişegrad şehrinde yer alıyor. Kıyıda köşede kalmış ve unutulmuş onca Osmanlı eseri göz önüne alındığı takdirde İvo Andriç’in Drina Köprüsü’ne kattığı değerin büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.

Bu anlamda Andriç’in; vâkıfı Sokollu Mehmet Paşa ve mîmârı Mimar Sinan kadar köprü üzerinde emeği olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bölge halkı da bu durumun farkında olacak ki, duvarlardaki resimlerden, meydanlardaki heykellere ve hediyelik eşya dükkânlarındaki süslemelere kadar her yerde İvo Andriç’in Vişegrad’da gerçek anlamda sahiplenildiği rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Ancak bu sahiplenmenin kaynağı Andriç’in fikirleri ve ortaya koyduğu muhteşem eser midir, yoksa bölgeye kattığı turistik ve dolayısıyla ekonomik değer midir, bu kocaman bir soru işareti. Şehirde bir gün geçirerek böyle bir soru işaretini nasıl koyduğumu yazının sonunda anlatabilmiş olacağımı umarak yazıma başlıyorum.

Drina Köprüsü, geceleyin doyumsuz bir görüntü sunuyor.
Drina Köprüsü, geceleyin doyumsuz bir görüntü sunuyor.

Sofa'da oturmuş Kapiya’yı seyrederken belli belirsiz bir başlık tahayyül etmiştim kafamda.

Yarım kalmış roman: Drina Köprüsü.

Kulağıma da hoş gelmişti, ancak üzerine biraz düşününce Nobel ödüllü bir romana yarım kalmış deme haddini kendimde bulmamamdan ve zaten kitabın yapısı itibariyle de “tamamlanmaya” pek müsait bir kitap olmamasından mütevellit bu başlıktan vazgeçtim. Onun yerine “sürdürülmesi gereken roman” nitelemesi yapmanın halen mümkün olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kitap Drina Köprüsü’nden Balkan tarihine objektif bir bakış niteliğinde.

  • Andriç, eserinde köprünün inşa edildiği tarihten Birinci Dünya Savaşı’na kadarki süreci, özellikle sosyolojik açıdan muazzam bir anlatıyla ortaya koyarak; köprü üzerinden bölgedeki hayat tarzını, toplum yapısını, insan ilişkilerini, algıları, aşkları, nefretleri, kavgaları ve bütün bunların zaman içerisindeki dönüşümlerini bizlere sunmuş.

Drina Köprüsü sayesinde Birinci Dünya Savaşı öncesi Bosna’yı ve Balkanları bir miktar anlayabiliyoruz. Ancak şu bir gerçek ki Balkan coğrafyası kaleme alınması gereken en acılı, en kanlı dönemini son yüzyılda geçirdi.

Yugoslavya’nın kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı, Yugoslavya’nın dağılışı, Bosna Savaşı, tecavüzler, katliamlar, tehcirler ve daha niceleri…

Vişegrad'ın her yerinde Ivo Andriç'i hatırlatan bir şeye rastlamak mümkün.
Vişegrad'ın her yerinde Ivo Andriç'i hatırlatan bir şeye rastlamak mümkün.

İvo Andriç’ten sonra çok daha katmerli acılara şahit oldu Drina Köprüsü. Dili olsa da konuşsa ama konuşamıyor, konuşturulmayı bekliyor. Ve bu yüzden Drina Köprüsü bana kalırsa sürdürülmesi gereken bir roman. Andriç aslında köprüyü ortadan ikiye ayırarak sürpriz bir sonla bitirmişti romanı, adeta geleceği görürcesine. Köprünün tarihine dair hiçbir şey okumamışsanız köprünün realitede de yıkıldığını zannedebiliyorsunuz hatta. Hayır halbuki yıkılmamış, bu yalnızca roman kurgusunun bir parçası, belki de Andriç’in bir "kehaneti."

  • Ancak romanın kapsadığı dönemin biraz dışına çıkıp Andriç’ten sonrasına, bugünlere geldiğiniz zaman köprünün madden olmasa da manen yıkıldığını, yazarın üzücü bir öngörüde bulunduğunu görebiliyor ve Drina Köprüsü’nü bir kaybediş hikâyesi olarak niteleyebiliyorsunuz.

Hal böyle olunca Andriç’in köprüyü yıkarak sembolize ettiği gerçeğin somut görünümünü romanın içerisinde ister istemez arıyorsunuz. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sırp Çetniklerin katledip Drina Nehri’ne attığı Boşnakları, Bosna Savaşı’nda katledilen on binlerce masum insanı, Srebrenica’yı, Vişegrad katliamını ve daha nicelerini…

Bosna Savaşı sırasında ciddi katliamlara sahne olan Vişegrad, günümüzde sakin bir kasaba...
Bosna Savaşı sırasında ciddi katliamlara sahne olan Vişegrad, günümüzde sakin bir kasaba...

Romanda aradıklarınızı bulamıyor ve Vişegrad sokaklarına düşüyorsunuz. Yürüyor ve düşünüyorsunuz bu yabancı sokaklarda çekilmiş bütün acıları. Yürüyorsunuz, üzerinizde Türk bayraklı bir tişört var, sağda solda tişörtünüze kayan yabancı bakışlar görüyorsunuz. Bu bakışlar Bosna’nın geri kalan bölgelerinde olduğu gibi ışıldamıyor ay yıldızı görünce. Yürüyorsunuz, iki cami görüyorsunuz şehrin içerisinde, ikisinin de kapısı kilitli, yalnızlığa terk edilmişler. Yürüyorsunuz, gece kulüpleri ile dolu dört bir taraf, sağda solda gazinolar, kumar büfeleri...

Yürüyorsunuz, Ali Hoca’yı, Molla İbrahim’i, Rahip Nikola’yı, Tekgöz’ü hatta Lotika’yı bile arıyor gözleriniz, ama hiçbiri yok ortada. Yürüyorsunuz, bir Bosna bayrağı görüyorsunuz ve arkasından o bayrağı gölgede bırakan, Dayton'dan peyda olmuş bir sürü Sırp bayrağı. Yürüyorsunuz ve karşınızda Drina Köprüsü’nü görüyorsunuz, tahayyül ettiğinizden çok daha muazzam. Duruyorsunuz, kameranızı kuruyor ve hayranlıkla bu manzaranın fotoğrafını çekmek istiyorsunuz. “Atam yaptırdı.” bunu diyorsunuz kendi kendinize; paşam Sokollu, mîmârım Sinân.

Vişegrad sokaklarında Türk bayraklı bir tişörtle gezmek, Sırpların öfkeli bakışlarının size çevrilmesine yol açabiliyor.
Vişegrad sokaklarında Türk bayraklı bir tişörtle gezmek, Sırpların öfkeli bakışlarının size çevrilmesine yol açabiliyor.

O sırada Sırp bir kadın geçiyor önünüzden, tişörtünüzdeki Türk bayrağını görüyor ve sert bir şeyler söylüyor size. Şaşırıyor ancak hava tamamen kararmadan hayranı olduğunuz Drina Köprüsü’ne güzel bir fotoğraf çekme isteğiyle işinize dönüyorsunuz.

Az sonra aynı Sırp kadın yeniden önünüzden geçiyor ve yanındaki çocuğa sizi göstererek bir şeyler anlatıyor, olumsuz bir şeyler. Üzerinizde Sırp bayrağı varmış, kendisi kız kardeşi ile birlikte Vilina Vlas’ta tecavüze uğramış bir kadınmış, yanındaki çocuğa kendisine alçakça tecavüz eden Sırp askerlerin birinden hamile kalmış ve bütün bunların sorumlusu sizmişsiniz gibi bir şeyler.

Sanki Srebrenica’da, Vişegrad’da, Stolaç’da, Saraybosna’da katledilen oymuş, toprağından edilen, evi yağmalanan, hayatı alt üst olan kendisiymiş gibi bir şeyler. Peki ya diyorsunuz nedir bu pişkinlik?

Ve ister istemez kendi kendinize soruyorsunuz: “Andriç, kehanetine şahit olmak zorunda kalıp yaşanan bütün acıları görseydi ne yapardı acaba?” Katliamlara karşı mı dururdu, yoksa yaşananlara göz yumup bölgedeki çoğu Sırp gibi destek mi verirdi? Acılara kayıtsız kalabilir miydi?

Kendisini ölümsüzleştirmek için Vişegrad'a Andriçgrad isimli bir yapı inşa ettiren, fakat kendisini zerre kadar anlayamamış Emir Kusturica gibi vatanını yüzüstü bırakıp Sırbistan’a kaçar mıydı mesela? Küstahça katliamların abartıldığını, Bosna askerlerinin kendi halkını öldürdüğünü iddia edebilir miydi? Drina Köprüsü’nün altından akıp giden Boşnak cesetlerini görseydi ne hissederdi? Yahut bugün halen rezil bir şekilde otel olarak işletilen Vilina Vlas’ta Boşnak kadınların fahişeliğe zorlanıp, tecavüz edilerek öldürüldüğüne şahit olsa, Andriç, bölge halkı gibi bütün bu yaşananlara sessiz mi kalırdı?

Yıllarca Müslümanların egemenliği altında barış içinde yaşamış Vişegrad nüfusundaki Boşnak oranının bir senede %60’lardan tek basamaklı sayılara düştüğünü görse dönüp ırkını sorgulamaz mıydı? Üzerinizdeki Türk bayrağını görseydi ne hissederdi Andriç? Sizi Abid Ağa’yı karşılar gibi mi karşılardı, yoksa Arif Bey’i mi? Sizi Sokollu Mehmet’i ailesinden koparıp alan Türklerin torunu olarak mı görürdü, yoksa Sokollu Mehmet’in Drina Köprüsü’nü yaptırmasına vesile olan Türklerin torunu olarak mı? Sizi göstererek kötü şeyler anlatır mıydı Andriç yanındaki çocuğa? Merak ediyorsunuz ister istemez, ne yapardı?

Emir Kusturica tarafından inşa ettirilen Andriçgrad'dan bir kesit...
Emir Kusturica tarafından inşa ettirilen Andriçgrad'dan bir kesit...

Şahsım adına bütün bu sorulara cevap vermek isterim. Kitaptaki Rahip Nikola karakteri ile zihnimde aynileştirdiğim İvo Andriç'in, birçok soydaşının aksine vicdanlı bir insan olarak yaşadığına ve vicdanlı bir insan olarak öldüğüne inananlardanım ben. Bu yüzden eğer Andriç yaşasaydı, bölgede yaşanan Sırp zulmüne sessiz kalmazdı, buna inanıyorum.

Ve bu yüzden Vişegradlıların İvo Andriç’i neden sevdiklerini de tabii olarak merak ediyorum. Ne buluyorlar acaba onda? Andriçgrad’a heykelini diktikleri Sokollu Mehmet Paşa'ya olan hisleri gibi salt bir milliyetçilikle mi yaklaşıyorlar ona da, eserine mi hayranlar, yoksa Andriç onlar için yalnızca bir hediyelik eşya süsünden mi ibaret? Bu benim kafamda koca bir soru işareti.

Drina Köprüsü'nün Osmanlıca kitâbesi.
Drina Köprüsü'nün Osmanlıca kitâbesi.

Sözlerimi bitirirken bize lekelerle dolu, utanılacak bir tarih bırakmayan ecdadımızı şükranla yad etmek istiyorum. Yaşatmayı şiar edinmiş bir dine iman ettiğim için Allah'a sonsuz hamd ediyorum, Elhamdülillah diyorum. Asırlar boyu mazluma sahip çıkmış, zalime karşı dik durmuş ecdadımın bayrağını göğsümde taşımaktan onur duyuyorum.

Ve şu an içime yitirdiğimiz bu toprakların saldığı hazin buruklukla Sofa’ya oturmuş Kapiya’yı seyrediyorum. Gözlerim Kapiya’nın ortasındaki kitabeye ilişiyor.

Dedi târîhin Nihâdî her gören ede duâ, yaptı bu köprüyü su üzre Mehmed Paşa.

Biraz daha burkuluyor içim. Ne bu yazıyı okuyabilecek, ne de Mehmet Paşa’ya dua edecek adam kalmış çünkü buralarda. Kaybetmişiz diyorum, kaybetmişiz.

Vişegrad'ın camileri mahzun ve sessiz şekilde ziyaretçilerini bekliyor...
Vişegrad'ın camileri mahzun ve sessiz şekilde ziyaretçilerini bekliyor...

Drina’nın köprüsü şahit, altından akan suyu şahit, insanı ferahlatan rüzgârı şahit, tarih şahit, Allah şahit ki biz geldik ve geçtik buralardan. Bir daha gelebilir miyiz onu biz bilemeyiz, Allah bilir. Ama şunu biliyoruz ki biz ardımızda mazlum kanıyla bulanmış bir tarih bırakmadık. Babasız kalmış, annesine tecavüz edilmiş çocuklar bırakmadık. Sahipsiz mezarlar, gaip insanlar, kayıp cesetler bırakmadık. Bir köprü, sahip çıkılmayıp yıkılmış bir kervansaray, bir imaret, iki cami ve gök kubbede hoş bir seda bıraktık.

Bizim bıraktıklarımızı Andriç yazdı. Kim bilir belki bir gün Vişegrad sokaklarından bir Andriç daha çıkar ve onların bırakmadıklarını yazar, anlatır bütün gerçekleri dünyaya. Tamamlayamaz ama en azından sürdürür belki bu hazin hikâyeyi. Tamamlayamaz belki ama sürdürür Drina Köprüsü'nü. Tamamlayamaz ama belki sürdürür…

*

Fotoğraflar: Muhammed Furkan Gurbetoğlu