Soykırıma giden yol
Srebrenitsa’da yaşanan soykırımın üzerinden 25 yıl geçti. İçimizi parçalayan bu elim hadise Avrupa’nın göbeğinde, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleştirildi. Bugün hala toplu mezarlardan yeni kurbanların kemikleri çıkartılıyor. Kimlik tespitleri yapılan kurbanlar her yıl 11 Temmuz’da, Potoçari’deki şehitlikte düzenlenen tören sonrası toprağa veriliyor. İki yıl önce Srebrenitsa’da yapılan anma etkinliklerine katılma imkanı buldum. Srebrenitsa’daki anma etkinliklerinde gördüklerim ve hissettiklerimi anlatmadan evvel Bosna’da savaş sürecine nasıl gelindiğini, Srebrenitsa Soykırım’ının adım adım nasıl gerçekleştiğini, soykırım sonrasında neler yaşandığını aktarmak istiyorum.
Yugoslavya Dağılıyor ve Sular Isınıyor
Srebrenitsa’da yaşanan katliamın başlangıcı Yugoslavya’nın parçalanmasına dek uzanıyor.
Bugün üzerinde yedi bağımsız devletin bulunduğu Yugoslavya toprakları, 1991 yılına gelindiğinde bağımsızlık hareketlerine sahne olacaktı. İlk olarak Slovenya ardından da Hırvatistan bağımsızlığını ilan etti. Kendisini Yugoslavya’nın doğal mirasçısı olarak gören ve devletin yönetimini de elinde bulunduran Sırplar bu bağımsızlık hareketlerine karşı askeri müdahalede bulunarak karşılık verdiler.
Sırplar askeri müdahale gücünü ordu içerisindeki Sırp çoğunluktan alıyordu. Zira “Avrupa’nın Son Bolşevik Ordusu” olarak adlandırılan Yugoslav Federal Ordusu’nun içerisinde yer alan erlerin büyük çoğunluğu ve komutanların tamamı Sırp’tı. Sırpların karşı çıkmaları ve askeri müdahalede bulunmalarına rağmen, Avrupalı devletlerin desteğini arkasına alan Slovenya ve Hırvatistan topraklarındaki kontrolü sağladı.
Yugoslavya’nın parçalanmasını fırsat bilen Bosnalı Hırvat ve Sırplar da Bosna Hersek topraklarını kendi aralarında paylaşmak için Boşnakları da içine alan birer cumhuriyet kurduklarını açıkladı. Hırvatlar, 18 Kasım 1991’de başkenti Mostar olan Hersek-Bosna Hırvat Cumhuriyeti‘ni, Sırplar ise 9 Ocak 1992’de başkenti Banja Luka olan Sırp Cumhuriyeti‘ni ilan etti.
1992 yılına gelindiğinde, yapılan referandum ile Müslüman Bosnalılar, Yugoslavya’dan ayrılma kararı alıyor ve bağımsızlığını ilan ediyordu. Bosna Hersek’in bağımsızlığı Avrupa devletleri ve Birleşmiş Milletler tarafından tanındı. Buna karşın Sırplar ve Hırvatlar bu karara şiddetle karşı çıktılar.
Bosnayı ele geçirmek isteyen Sırp ve Hırvatların bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, Sırpların kontrolündeki Yugoslav ordusunun ve istihbarat birimlerinin silahlandırdığı Bosnalı Sırplar, Müslüman Boşnaklara yönelik etnik temizlik başlattı. Boşnaklar ise liderleri Aliya İzzetbegoviç liderliğinde kuzeyde ve doğuda Sırplara, güneyde ve batıda da Hırvatlara karşı ülkenin bütünlüğünü korumak için savaştı.
Tarihler 6 Nisan 1992’yi gösterdiğinde Saraybosna Sırplar tarafından kuşatılmıştı. Bu kuşatma tam üç yıl sürdü.
Bosna kuşatmasını esnasında kendi imkanları ile orada bulunan gazeteci Coşkun Aral, arkada patlayan bomba ve silah sesleri arasında, kameraya şunları söylüyordu:
Yaşamla ölümün kol kola gezdiği Saraybosna’da insan avcılarının kurşunlarına hedef olmamak için sürekli hareket halinde ve koşma halinde olmak gerekiyor.
O bunları söylerken, arkasından bir genç koşarak geçiyordu.
Savaş Yaklaşıyor
Bosna Savaşı öncesinde Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in özel koruma ekibinde yer alan Bosnalı Müslüman Naser Oriç, Miloşeviç’e eşlik ettiği özel toplantılarda şaşırtıcı olaylara şahit oluyordu. Bir şeylerin hazırlığının yapıldığını seziyor ancak yaşananlara tam olarak anlam veremiyordu.
Bu dönemde Miloşeviç, Sırbistan’da milliyetçi söylemler kullanarak konuşmalar yapmaya başlamıştı. Miloşeviç, Kosova Savaşı’nın altı yüzüncü yıldönümünde, Kosova’da Gazimestan mitingini gerçekleştiriyor ve büyük bir Sırp kalabalığa hitap ediyordu. Naser Oriç o gün gördüklerinden sonra meselenin ciddiyetini daha iyi anladığını söylüyor ve şunları aktarıyordu:
“O gün her yerde Çetnik simgeleri ve üç parmak işaretleri yer alıyordu. Meydanı dolduran binlerce Çetnik Sırp’ın milliyetçi sloganları arasında konuşan Miloşeviç’e dikkat kesilmiştim. Osmanlı’ya veryansın ederken “Türkler asla Sırplardan daha kuvvetli değildi, sadece şanslıydılar” diyordu. Miloşeviç’in “Sırplardan daha üstün bir ırk yoktur. Bunu, kanımız pahasına, tüm dünyaya ispatlayacağız” sözlerinin ardından yaptığı Çetnik selamı, benim için fotoğrafı net bir hale getirdi. O gün, Yugoslavya’nın sonunu ve “Büyük Sırbistan” hayaliyle başka ülkelerin üstüne yürüyüşün başlangıcını gösteriyordu.”
Naser Oriç, Müslüman Bosna halkını bekleyen tehlikenin farkına varmıştı. 1991 yılı yazında doğduğu yer olan Potoçari’ye gidiyor oradan da Srebrenitsa’ya geçiyordu.
Srebrenitsa’da geçirdiği günleri şöyle anlatıyordu: “Srebrenitsa’ya giderek, yetkililerle görüştüm. Durum hakkında uyarılarda bulundum. Ancak ilginç bir şekilde ne resmî kurumlardaki yetkililer, ne de etrafımdaki dostlarım bana inanmıyordu. Ben ise Çetniklerin saldıracağından emindim. Kendimce hazırlık yapmaya başladım. Yugoslavya Ulusal Ordusu, yerel Sırp nüfusu aktif olarak silahlandırdı. Bizde silahlanmaya çalışıyorduk ama bu silahlar, sayı ve teknoloji olarak, Sırpların sahip olduklarıyla kıyaslayamazdı. Sırpların sahip olduklarıyla kıyaslayınca, bizimkisi, denizde bir damla gibiydi.”
Ne var ki Naser Oriç söylediklerinde haklı çıkacaktı. Çok geçmeden Sırplar ağır silahlarla Potoçari’ye saldırdılar.
Soykırım Nasıl Gerçekleşti?
Srebrenitsa Bosna Hersek’in doğusunda, Sırp sınırına yakın bir bölgede yer almaktadır. Yaşanan savaş öncesinde, büyük çoğunluğu(%75) Müslümanlardan oluşan şehrin nüfusu otuz altı bin civarındaydı. Savaş çıktıktan sonra Biyelina, Brutunaç ve Zvornik gibi bir çok bölgeden kaçarak şehre sığınmak zorunda kalan binlerce Müslümanın ulaşmasıyla şehrin nüfusu altmış bine kadar yükseldi. Nüfusun bu denli artması ve var olan Sırp kuşatması şehirde su, gıda ve tıbbi malzemelerde kıtlık yaşanmasına sebep oldu.
Savaşın başlaması ve Srebrenitsa’nın Sırplarca kuşatılması sonrasında yaşanan süreci kronolojik olarak ayrıntılı bir biçimde aktaracak olursak...
Srebrenitsa’nın 21 Nisan 1993 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilmesine kadarki süreçte yaşananlar:
- İlk yıllarda Srebrenica’yı, Naser Oriç’in başlarında bulunduğu Müslüman direniş örgütü savundu. Dünyanın en güçlü ordularından olan Yugoslavya Ordusu’nun bütün imkanlarını kullanan Çetnik Sırplar’a karşı Bosnalı Müslümanlar, bölgeye uygulanan ambargodan ötürü, hafif muharebe silahlarla ve ellerinde bulunan az sayıda mermi ile karşı koymaya çalışıyordu.
1993 yılına gelindiğinde Srebrenitsa’nın etrafındaki çember giderek daralmaya başladı. Sivil ölümlerin artması ve olası bir facianın önüne geçilmesi adına Birleşmiş Milletler harekete geçti.
21 Nisan 1993: Bosna topraklarında savaş devam ediyor, Sırplar sivillere yönelik kıyımlarını sürdürüyorlardı. Çok sayıda sivilin ölümü Birleşmiş Milletleri harekete geçirdi ve Bosna’nın çeşitli şehirlerinde güvenli bölgeler kuruldu. Birleşmiş milletler tarafından kurulan "güvenli bölge"lerden biri de Srebrenitsa’daydı.
Srebrenitsa şehri Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilmesine rağmen şehrin etrafındaki kuşatma kaldırılmadı. Şehir güvenli bölge ilan edilmesi gerekçe gösterilerek silahtan arındırıldı. Bu Bosnalı Müslümanların ellerindeki silahları kendilerini korumaya gelen Birleşmiş Milletler(BM)’e teslim etmesi anlamına geliyordu.
- Birleşmiş Milletler Srebrenitsa Barış Gücü Komutanı Thom Karremans’ın elindeki megafonla Müslüman Bosnalılara “Yaşamlarınız Birleşmiş Milletler’in garantisi altındadır.” diyerek pencereden yaptığı anons Boşnakları sevindiriyor ve alkışlarla karşılık veriyorlardı.
22 Mayıs 1995: Güvenli bölge ilan edilmesine rağmen Sırp saldırganlar zaman zaman şehre ağır silahlarla saldırıyorlardı. Srebrenitsa altı yüz civarında Hollandalı Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerinin koruması altında bulunuyordu.
Bosna’daki BM güçlerinin komutanı Bernard Janvier Birleşmiş Milletler’e rest çekerek; “Ya Srebrenitsa’daki asker sayısının artırın ya da mevcut askerleri de çekin.” dedi. Janvier’in destek talebi reddedildi.
5 Temmuz 1995: Sırplar bölgeye binlerce asker, tank ve top sevkiyatı yapmışlardı. 5 Temmuz sabahı Ratko Mladiç liderliğindeki Sırplar, şehrin güneyini bombalamaya başladılar.
Müslüman Bosnalı savaşçılar Barış Gücü askerlerine teslim ettikleri silahlarının geri verilmesini istedilerse de bu talepleri reddedildi.
Bombardımanların sıklaşması ve atılan bombaların BM Barış Gücü gözlem noktalarına kadar ulaşması üzerine Birleşmiş Milletler Srebrenitsa Barış Gücü komutanı Hollandalı Thom Karremans BM merkezinden yardım istedi.
9 Temmuz 1995: “Bosna Kasabı” olarak da bilenen Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karadziç, Ratko Mladiç’e Srebrenitsa’nın alınması emrini verdi. Sırplar şehri ele geçirmek için “Kriviya 95” operasyonunu başlattılar. Yaptıkları saldırılar neticesinde BM Barış Gücü askerlerin gözetleme mevzilerine saldırdılar ve 30 Hollanda askerini rehin aldılar.
10 Temmuz 1995: Srebrenitsa Barış Gücü komutanı Albay Karremans, Sırpların BM’ler mevzilerini bombalaması üzerinde, Birleşmiş Milletler merkezinden hava desteği istedi. BM koruma gücü komutanı Fransız General Janvier bu talebi geri çevirdi. Sırplar Srebrenitsa’ya yaklaşınca Karremans hava desteği çağrısını yineledi. Janvier bu kez isteği kabul etti. Hava desteği henüz şehre ulaşmadan Sırplar ilerlemeyi durdurdu. Hollandalı komutan Karremans Sırplar’a, ertesi gün 06:00’a kadar güvenli bölgeden çekilmedikleri takdirde NATO uçaklarının büyük bir hava saldırısı başlatacağını söyledi.
11 Temmuz 1995:
Saat 06:00
NATO desteği gelmedi.
Saat 09:00
NATO desteği gelmeyince Albay Karremans hava desteği talebini yanlış formla gönderdiğini, düzeltip tekrar göndereceğini söyledi.
Saat 10:30
Destek talebi Komutan Janvier’e ulaştığında ise gelen cevap şaşırtıcıydı. Uçakların yakıtı bittiğinden İtalya’daki üslerine döneceklerini söyledi.
Saat 11:00
General Janvier Sırpların niyetinden emin değildi.(!) Bu sebeple hava desteği talebini yeniden erteledi. Gün ortasında çoğunluğu kadın, çocuk ve zayıflardan oluşan yirmi binden fazla Müslüman Bosnalı, Potoçari’deki ana Hollanda üssüne sığındı. Fransız General Janvier, talepten dört saat sonra hava desteğine onay verdi ve uçaklar havalandı.
Saat 14:40
Saatlerce süren kararsızlık sonrası havalanan iki Hollanda F-16’sı Srebrenitsa’yı kuşatan Sırp mevzilerine göstermelik iki bomba bıraktı. Sırplar bu saldırıya, ellerindeki Hollandalı askerleri öldürecekleri tehdidiyle karşılık verdiler.
Saat 16:15
Ratko Mladiç, Srebrenitsa’ya girdi. Yanında Sırp kameramanlar da vardı. Şehre girerken kameralara dönerek şunları söylüyordu: “Şu anda 11 Temmuz 1995. Sırp Srebrenitsa’sındayız. Tam da Sırp Kutsal Günü’nün arefesinde bu kasabayı Sırp milletine armağan ediyoruz.
Türklere karşı olan isyanın anısına Türklerden(Bosnalı Müslümanlardan bahsediyordu) intikam alma vakti geldi.
Srebrenitsa sokaklarında yürüyen Mladiç, “Rauf Selmanoğlu Sokağı”nın tabelasını gördüğünde askerlerine şu emri veriyordu: “Bunu indirin. Müslümanların sokak levhalarını kaldırın. Haydi! Tırmanın. On kere mi söyleyeceğim.”
Saat 20:00
Kameralar Hollandalı askerlerin komutanı Albay Karremans ve Ratko Mladiç’i çekiyordu. Mladiç bağırıp çağırıyor ve emirler yağdırıyor, Hollandalı komutan ise başı yerde ellerini bağlar vaziyette durarak adeta ondan emir alan bir subay görüntüsü çiziyordu.
Saat 23:00
Srebrenitsa’da bir okulun öğretmenler odasında; Mladiç, Karremans ve Bosnalı Müslümanları temsilen orda bulunan öğretmen Nesip bir masanın etrafında. Mladiç Nesip’e dönerek şöyle söylüyordu:
Silahlarınızı teslim etmek zorundasınız. Teslim eden herkesin hayatlarını hayatlarını garanti ederim. Halkını yok olmaktan kurtarmalısın.
Mladiç bu sözleri Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanının önünde söylüyordu. İki gün önce otuz askerini Sırpların rehin aldığı Albay Karremans ise sessizce yerinde oturuyor ve başını önünde duran kağıtlardan kaldırmıyordu.
12 Temmuz 1995:
Müslümanlar ellerinde kalan silahları teslim ettiler. Mladiç Srebrenitsalılarla buluştu. Televizyon kameraları karşısında kimseye birşey yapılmayacağını ve herkesin güvenle Srebrenitsa dışına çıkarılacağı garantisini veriyordu.
Çocuklara şeker ve çikolata dağıtan Miladiç onlara şöyle sesleniyordu: “Size Allah yardım edemez ama Mladiç edebilir.”
Sonraki otuz saat içerisinde otuz üç bin kadın ve çocuk otobüslere bindirilerek bölgeden tahliye edildiler.
Sırplar 12-70 yaş arası erkeklerin savaş suçlusu sanıkları olduklarını, bu gerekçeyle de sorguya çekileceklerini söylediler ve onları ayırmaya başladılar. Binlerce erkek kamyonlarda, fabrikalarda ve depolarda hapsedildi.
Hollandalı askerler olan biteni izlemekten başta hiçbir şey yapmadılar.
Bununla da yetinmeyen Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri kendilerine sığınan Müslümanları da Sırplara teslim ettiler.
13 Temmuz 1995 ve sonrası:
Hollandalı Barış Gücü askerleri Potoçari’yi terk etti. Sırplar, 60 kadar kamyon ve otobüse bindirdikleri Müslüman erkekleri esir değişimi için Tuzla’ya gönderilecekleri söylediler. Ancak söyledikleri gibi olmadı. Mladiç, Srebrenitsa’ya girdiğinde dile getirdiği intikam nutuklarını öylesine söylememişti.
- Binlerce Müslüman Bosnalı erkek dağlarda, fabrikalarda ve sair yerlerde katledildi. Öldürülenler kimliklerinin tespit edilmemesi için parçalara ayrılarak veya yakılarak toplu mezarlara gömüldü.
Savaş Nasıl Sona Erdi?
11 Temmuz 1995 günü ve sonrasında yaşananlar ve sekiz binin üzerinde Müslüman Bosnalının Sırplar tarafından acımasızca planlı olarak katledilmesi sonrasında BM’ye ve NATO’ya olan tepkiler artmış ve müdahale çağrıları yinelenmeye başlamıştı. NATO ise yaşanan bunca katliama karşı sessizliğini korumaya devam ediyordu.
28 Ağustos 1995 günü Saraybosna’nın merkezindeki pazar yerine Sırplar tarafından yapılan top saldırısında 48 kişi yaşamını yitirdi. Bunun üzerine NATO uzun süren sessizliğini bozdu ve 30 Ağustos 1995 tarihinde Bosna’daki Sırp hedeflere yönelik ”Kararlı Güç Harekatı” bu başlattı. Operasyon, 21 Eylül 1995’te sona erdi. Müdahale esnasında çok sayıda Sırp hedefleri vuruldu ve Sırplar barış masasına oturmaya ikna oldu.
Katliam değil Soykırım!
Srebrenitsa’da yaşananlar sadece katliam olarak ifade edilecek kadar basit değildi. Sırplar yalnızca Müslüman olmalarından ötürü bir halkı ve o halka mensup olan insanları yok etmek niyetiyle sistematik olarak kıyım gerçekleştirmişler ve bu eylemlerini de gizlemek istemişlerdi.
Yapmış oldukları toplu kıyımların üzerini örtmeye çalıştılar. Ölüleri parçalayarak ve yakarak tanınmayacak hale getirmeye çalışmışlar, farklı mezarlara toplu olarak gömerek gizlemek istemişlerdi.
Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Adalet Divanı, 2007 yılında, Srebrenitsa ve çevresinde yaşanan olayları, mevcut delilleri de değerlendirdikten sonra “soykırım” olarak nitelendirdi.
Her Yıl Yeni Mezarlar Açılıyor
Bugün hala yapılan kazı çalışmalarında yeni toplu mezarlar ve bu mezarlarda da kurbanlara ait kemikler bulunuyor.
Yapılan DNA analizleri neticesinde kimlikleri tespit edilen kurbanlar her yıl 11 Temmuz’da Potoçari’de gerçekleştirilen törenin ardından toprağa veriliyor.
Suçlu Hollanda mı Fransa Mı?
Yaşanan olaylarda ilk günden beri ön planında hep Hollandalı Barış Gücü Askerleri oldu. Srebrenitsa’ya masum sivilleri korumak için gelmişlerdi.
Srebrenitsa Sırp güçlerince işgal edildiğinde Ratko Mladiç ve Hollandalı komutan Karremans’ın görüntüleri kameralara yansımış, Karremans’ın Mladiç karşısında el pençe durması gözlerden kaçmamış, konuşmanın ardından kadeh kaldırarak gülüşmeleri ise büyük tepki toplamıştı.
Bu görüntülere rağmen Thom Karremans hiçbir zaman yargılanmayacak, Hollanda devleti ise mahkemece “kısmen” suçlu bulunacaktı. Mahkeme “Hollandalı askerlerin, Sırplara teslim edilen üç yüz kişinin öldürüleceğini öngörmesi gerektiğini” ifade ederek, öldürülen üç yüz erkeğin ailelerine tazminat ödenmesine hükmedecekti.
Srebrenitsa’da yaşanan soykırımın Fransa’nın tutumu sonucunda yaşandığı da dile getirildi ama Fransa bu konuda hiçbir zaman yargılanmadı. TBMM tutanaklarında da yer bulan iddialar şu şekilde:
Washington’da askerî konularda araştırma yapan BASIC adlı kuruluş tarafından yayımlanan bir raporda, çeşitli kaynak, belge ve New York’taki Birleşmiş Milletler Merkezine çekilen kriptolara dayanılarak “Srebrenica katliamının Fransa’nın tutumusonucu yaşandığı” görüşü savunuldu.
Katliamların sorumlusu Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac olduğu savunulan raporda, BM Barış Gücü komutanı Fransız General Bernard Janvier’in, 24 Mayıs 1995’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kapalı oturumunda, Bosna’da güvenlikli bölge ilan edilen Srebrenica, Zepa ve Gorazde’nin, Sırplara karşı artık savunulmaması görüşünü ortaya attığı ifade edildi.
Bu gizli oturumdan bir ay sonra, Fransa istihbaratının, Sırpların Srebrenica ve Zepa’ya saldırı için hazırlandığını öğrendiği bildirildi. Bu bilgilerin General Janvier’e, BM Barış Gücü komutanı olarak değil, Fransa’nın subayı olarak iletildiği bildiriliyor.
- 5-11 Temmuz tarihleri arasında, Srebrenica’yı korumakla görevli BM Barış Gücü’nün Hollandalı askerlerinin komutanı, BM Barış Gücü Komutanı Fransız General Janvier’den, 5 kez NATO’nun duruma müdahale etmesini istediler. BM Barış Gücü Komutanı Fransız General Bernard Janvier bu taleplerin tümünü geri çevirdi.
Ayrıca, raporda, General Janvier’in Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’tan gelen talimat sonucu, NATO’nun müdahalesinin reddedildiği kaydedildi. Bu bilgiye kaynak olarak, Fransa ve BM yetkilileri gösterildi.
Raporda, Lahey’de, 11 Temmuz 1995’te çok gizli bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda, BM Barış Gücü’nde görevli Hollandalı subaylar, Sırpların kısa süre içerisinde başta Srebrenica olmak üzere, bu bölgeye saldıracaklarını ilettiler.
Toplantının yapıldığı günün akşamı, General Janvier’in, saat 20.15’te, Paris’ten bir telefon aldığı belirtildi. General Janvier telefon görüşmesi yapıp döndükten sonra, Sırp kasabı Ratko Mladic’in kenti ele geçirmeyi planlamadığını ve NATO’nun müdahalesine gerek olmadığını bir kez daha söyledi; ancak, Srebrenica onaltı saat sonra Sırpların eline geçti. Ardından, iki gün sonra da Zepa düştü ve Sırplar Gorazde’ye dayandılar.
BM’nin o günkü Genel Sekreteri B. Butros Ghali, BM Barış Gücü komutanlarının kendi emirlerini dinlemediğini, sadece kendi başkentlerinden aldıkları talimatlara göre hareket ettiklerini söylemişti.
BASIC’in ele geçirdiği, Srebrenica düşmeden haftalar önce, BM’nin eski Yugoslavya eskiÖzel Temsilcisi Yasuşi Akaşi’nin, New York’ta, merkeze, Genel Sekreter Yardımcısı Kofi Annan’a çektiği 1 Haziran 1995 tarihli kriptoda, NATO’nun müdahalesiyle ilgilikararın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a ait olacağı ve Chirac’ın da müdahaleye karşı olduğu yolundaki düşüncelerini iletti.
Savaş Suçlularına Ne Oldu?
Srebrenitsa’da yaşanan soykırım esnasında Sırpların komutanı olan Ratko Mladiç, 16 yıl saklandıktan sonra yakalandı. Ardından Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından yargılandı. Soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten dolayı ömür boyu hapse mahkum edildi.
Srebrenitsa’nın alınması emrini veren dönemin Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karadziç 13 yıl boyunca saklanarak yaşadı ve ardından yakalandı. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından yargılanan Karadziç’e 40 yıl hapis cezası verildi. Verilen cezaya savcıların itiraz etmesi üzerine temyiz yargılaması yapıldı ve cezası ömür boyu hapse çevrildi. Bosna kasabı olarak da bilinen Karadziç bugün dünyanın en insancıl hapishanesi olarak bilinen Lahey yakınlarındaki Scheveningen gözaltı merkezinde tutuluyor.
Srebrenitsa’da işlenen savaş suçlarından dolayı yargılanan eski Yugoslavya devlet başkanı Slobodan Miloşeviç Lahey’deki hücresinde ölü olarak bulundu.
Mahkeme Salonunda İntihar
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 2017 Aralık ayında görülen temyiz duruşmasında, Bosnalı Hırvatların altı sorumlusunun 1992–1995 yıllarındaki savaşta işledikleri suçlardan 2013’te aldıkları cezalara yaptıkları itiraz karara bağladığı esnada daha önce mahkeme salonlarında görülmemiş bir hadise yaşandı.
Mahkeme, davanın sanıklarından 72 yaşındaki Bosnalı Hırvat Slobodan Praljak’ın 20 yıl hapis cezasını onadı. Bu kararın okunmasının ardından “Praljak suçlu değil!” diye bağıran eski komutan, elinde tuttuğu şişedeki potasyum siyanür zehrini içerek intihar etti.
23 Yıl Sonra, Srebrenitsa’da
11 Temmuz 1995 yılında gerçekleşen soykırımın üzerinden 23 yıl geçmiş. Saraybosna’dayım.
Gece gözüme uyku girmiyor.
İmsak vaktinde Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dan Srebrenitsa’ya doğru yola çıkıyoruz.
Otobüsün en önünde muavin koltuğunda oturuyorum.
Bosna’nın yollarını bilen bilir, yemyeşildir. Her köşesinde ayrı bir güzellik vardır. Yol aldıkça ilerledikçe insanın içi açılır. Öyle olunca hep yola çıkmak yolda olmak istersin Bosna’da. Bosna’ya ikinci gelişim. Yine yollardayım. Bu sefer yaşadığım duygular daha farklı. Belki daha anlamlı. Yazarken dahi tüylerimi diken diken eden bir acı ve gerçekliğe doğru yapılan bir yolculuk bu. Srebrenitsa’ya doğru yapılan bir yolculuk.
Srebrenitsa, Bosna Hersek’in kuzeyinde, Sırbistan sınırına çok yakın bir şehir. Yollar bir gidiş bir de geliş olmak üzere çift yönlü. Bölünmüş yollar yok denecek kadar az. Öyle olunca gidilen mesafeler kısa olsa da uzun sürelerde katediliyor. Böylece yavaş da olsa büyük bir kedere doğru ilerlemeye devam ediyoruz.
Bir süre daha ilerledikten sonra Bosna Hersek bölgesinden ayrılıp Sırp Cumhuriyeti bölgesine geçiyoruz. Bu bölgeye geçtikten sonra Sırp Cumhuriyeti polislerini görmeye başlıyoruz. Srebrenitsa anma etkinlikleri her sene çok yoğun bir katılımla gerçekleşiyor. Öyle olunca yolda önlem amacıyla belirli aralıklar halinde dizilmiş bekleyen polisleri görüyoruz.
Bosna’nın içinde Sırp Cumhuriyetinin ne işi var ve onların polisleri de nerden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Oysa dışarıdan bakıldığında haritada tek bir Bosna Hersek devleti varmış gibi gözüküyor.
Bosna Hersek Cumhuriyeti, 92-95 yılları arasında yaşanan savaş sonrası imzalanan anlaşma ile iki Federasyona bölünmüş. Biri Hırvat ve Müslümanların oluşturduğu Bosna Hersek Federasyonu diğeriyse Sırplar’dan oluşan Sırp Cumhuriyeti. Devlet başkanı sekiz ayda bir bu üç toplumun temsilcileri arasında el değiştiriyor. Yöneticilerin seçimi de ayrı ayrı yapılıyor. Yani her toplum için ayrı ayrı seçimler söz konusu. Yine Meclis de bu şekilde karma bir şekilde. Hal böyle olunca yasaların çıkarılması, karar alınması, ülkenin yönetilmesi de haliyle bir o kadar karmaşık ve zor.
Bir süre daha yol aldıktan sonra Sırp Cumhuriyetine bağlı polisler otobüsü durduruyor ve herhangi bir güvenlik tehdidi olmadığına dair arabayı arayıp bir kağıt veriyorlar. Bu kağıdı otobüsün önüne yapıştırıyoruz ki tekrar aynı kontrol söz konusu olmasın.
Tekrar yola koyulup çok sürmeden Srebrenitsa’nın Potoçari köyüne yaklaşıyoruz. Köye doğru yaklaştıkça kalabalık da artmaya başlıyor.
Köye ulaşıp otobüsü park ettikten sonra Soykırım mezarlığına doğru yürümeye başlıyoruz ve çok geçmeden ulaşıyoruz.
Her sene anma etkinliklerinde televizyondan gördüğüm o mezar taşlarına bakıyorum. Dakikalarca mezar taşları arasında dolaşıyorum. Ürpermemek mümkün değil. Kendi kendime soruyorum: Neden? Bu kadar insan; silahsız, masum bunca sivil nasıl öldürülebilir? Hangi amaç ve saiklerle, ne uğruna.
Sabahın erken saatleri olduğundan çok büyük bir kalabalık yok. Anma etkinliği öğleden sonra yapılacağı için mezarlığın içerisinde dolaşmaya devam ediyorum.
Bu esnada objektifime takılan bazı kareler:
Yorulduktan sonra bir köşe başında oturuyorum. Kıyıda köşede oturduğumu görünce Bosnalı abilerimiz yanlarına çağırıp üzerine oturdukları kilimde bana da yer açıyorlar. Geceden uykusuz olduğumdan kilimin üzerinde bir süre uyuyakalıyorum. Uyandığımda başımın altına bir çanta sırtıma da bir örtü koyulduğunu gördüğümde duygulanıyorum.
Vakit öğleden sonraya gelince her taraf iyiden iyiye kalabalıklaşmaya başlıyor. Herkes öğle namazı ve cenaze namazı için abdestlerini alıyor. Vakit ilerledikçe ortamdaki insan sayısı ile birlikte duygu yoğunluğu da artıyor.
Vakit tamam oluyor ve anma etkinliği başlıyor. Bir grup çocuk bembeyaz elbiseleriyle ortaya toplanıyorlar ve “Bosna, Sen Benim Annemsin” marşını söylemeye başlıyorlar:
"Anne, anne, hâlâ seni rüyamda görüyorum
Kız kardeşim, erkek kardeşim, hâlâ sizi her gece rüyamda görüyorum
Yoksunuz, yoksunuz, yoksunuz
Sizi arıyorum, sizi arıyorum, sizi arıyorum
Nereye gitsem sizi görüyorum
Anne, baba, neden yoksunuz?
Bosna’m, sen benim annemsin
Bosna’m, sana anne diyeceğim
Bosna annem, Srebrenitsa kız kardeşim
Yalnız kalmayacağım!"
Marşın ardından konuşmalar oluyor ve sonra cenaze namazına geçiyoruz. Mezarlık içerisinde ve mezarlıkların arasında şehitlerin cenaze namazını kılıyoruz. Güneş tüm sıcaklığıyla en tepede.
Cenaze namazından sonra, bu sene kimlikleri tespit edilen soykırım mağduru şehitlerin tabutları omuzlara alınıyor ve defnedilmek üzere kabirlerinin başlarına getiriliyor.
Bu yazıya rahmetli Aliya’nın sözüyle son vermek istiyorum. “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”