Aleviyye Tarikatı
Tarikatını kurmadan önce gördüğü bir rüyada, Hz. Ali’nin ona kendi ismini kullanarak bir tarikat kurmasını söylediği için tarikatını Aleviyye olarak adlandırdığı gibi kendisi de el-Alevî nispesi ile anılan Ahmed el-Alevî, 1869 yılında Cezair’in Müstegânim şehrinde doğdu. Şâzeliyye’nin âdâb ve erkân ağırlıklı yapısını örnek alan Ahmed el-Alevî aynı zamanda irfan ve müşahede konularında etkilendiği İbnü’l Arabî, İbnü’l Fârız gibi sûfilerin fikirlerini, özellikle vahdet-i vücûd anlayışını öğretilerinde temel aldı. Ahmed el-Alevî’nin yaşadığı zamanda tüm Kuzey Afrika’ya yayılan tarikat ölümünden sonra, görevlendirdiği müridleri vasıtasıyla bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında genişlemeye devam etmektedir.
Dr. Marcel Carret oturduğu sandalyede karşında hareketsiz duran adamı izliyordu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Cezayir’in Müstegânim kentine taşınan doktor, burada yaşadığı süreç içerisinde ilk defa kendini bu kadar etkileyen bir Müslüman görüyordu. Boydan boya halıyla kaplanmış olan, içleri kitapla dolu olan iki sandık dışında bir mobilya bulunmayan eve hasta bir şeyhi muayene etmek için çağrılmıştı. Şeyh bir minderin üstüne bağdaş kurmuş şekilde, hareketsizce oturuyordu. Fransızca bilmediği için doktorla yanındaki müridinin tercümesi vasıtasıyla konuşuyordu.
- Çok az konuşmasına rağmen ağzını her açtığında; nazik ve derin sesiyle bir şeyler söylediğinde, Marcel Carret’ı karşısındaki adamı bu kadar farklı kılan şeyin ne olduğunu düşünmeye itiyordu.
Şeyh yüzüne kondurduğu bir tebessüm ile doktoru dinlerken, Dr. Marcel Carret ona ciddi bir grip salgınına yakalandığını, her ne kadar hayatî organlarında bir sıkıntı olmasa da riskli bir hastalık geçirdiğini anlatıyordu. Karşısındaki adam dikkatlice onu izlemesine rağmen Dr. Carret’a dediklerini umursamıyormuş gibi gözüküyordu. Doktorun izlenimine göre şeyh hastalığı ile ilgilenmiyordu.
Daha önce hasta olmasına rağmen ilaç almak istemeyen insanlarla karşılaşmıştı ama ilk defa hasta olup iyileşmek istemeyen bir insan görüyordu.
Kontroller için şeyhin elini tutan doktor adamın ne kadar zayıf olduğunu fark etmişti. Bu normal bir zayıflık değildi ve eğer böyle kalmaya devam ederse hastalık karşısında kesinlikle güçsüz düşecekti. Soruları üzerine şeyhin günde sadece bir litre süt, birkaç hurma ve çay tükettiğini öğrenen doktor ısrarla çok daha iyi beslenmesi gerektiğini yoksa öleceğini söyledi. Fakat her sözü gibi bu sözleri de şeyhin kararlarını etkilemedi. Elinden bir şey gelmeyeceğine dair bir hareket yaptıktan sonra şeyh doktora “Bu Allah’ın takdiridir.” diye cevap verdi. Doktor Carret muayenesini bitirdikten sonra, bir daha gelmek üzere şeyhin evinden çıkarken aklında sadece bu adamdan neden bu kadar etkilendiği sorusu vardı.
Şeyhi son bir kez muayene etmek için bir gün sonra şeyhin evine gelen Dr. Carret, şeyhi nasıl bıraktıysa öyle buldu. Minderin üstünde bağdaş kurmuş, hareketsizce oturuyordu, dünden beri hiç kımıldamamış gibi… Sanki bu adam zamanın etkileyemediği bir heykeldi. 1920 yılının baharında, o günün sonunda şeyhle doktorluğu üzerinden kurduğu ilişkiyi bitiren Marcel Carret’in, muayene ettiği Şeyh Ahmed el-Alevî ile vefatına değin sürdüreceği arkadaşlığı başladı.
***
Aleviyye tarikatının kurucusu olan Ahmed el-Alevî 1869 yılında Cezair'in Müstegânim şehrinde doğdu. Tarikatını kurmadan önce gördüğü bir rüyada, Hz. Ali’nin ona kendi ismini kullanarak bir tarikat kurmasını söylediği için tarikatını Aleviyye olarak adlandırdığı gibi kendisi de el-Alevî nispesi ile anıldı. Ailesinin durumu çok iyi olmadığı için düzenli bir eğitim göremeyen ve babasının ona verdiği eğitim ile yetinen Ahmed el-Alevî babasının vefatı üzerine ailesinin geçimini üstlendi. Müstegânim’de bulunduğu süreçte Şâzeliyye’nin tarikatının bir kolu olan Îseviyye tarikatını dahil oldu. Ateş yalamak, yılanlarla oynamak gibi olağanüstü eylemlerin epey yaygın olduğu tarikat bir süre sonra Ahmed el-Alevî’yi tatmin etmemeye başladı.
8 yıl Müstegānim’de kalan el-Alevî, yeni bir tarikat arayışı içindeyken 1894 yılında Fas’a gitti ve Derkâvî şeyhi Muhammed el-Bûzîdî’ye intisap etti. Muhammed el-Bûzîdî’nin yanında kaldığı 15 sene içerisinde kelâm ve tevhîd konularına çok daldığı için hocası derslerini durdurana dek okumalar yaptı, fıkhî konuda kendini geliştirdi. Muhammed el-Bûzîdî’nin 1909 senesinde vefat etmesinin ardından Müstegânim’e geri döndü ve Aleviyye olarak adlandırılan kendi tarikatını kurdu.
Şâzeliyye’nin âdâb ve erkân ağırlıklı yapısını örnek alan Ahmed el-Alevî aynı zamanda irfan ve müşahede konularında etkilendiği İbnü’l Arabî, İbnü’l Fârız gibi sûfilerin fikirlerini, özellikle vahdet-i vücûd anlayışını öğretilerinde temel aldı. Ahmed el-Alevî yaşadığı dönemdeki bazı alimler ve tarikat şeyhleri tarafından dinî hayata bid’at ve hurafeleri soktuğu için eleştirildi. Şiir ve düşüncelerindeki bazı sözler üzerinden çokça tenkit edilmesine rağmen bu eleştiriler tarikatının büyümesini engellemedi. Ahmed el-Alevî hem aşırıya giden tasavvuf erbabı ile hem de tasavvuf yolunu bid’at olarak gören kişilerle yazdığı yazılar üzerinden mücadele etti. Bu çerçevede kaleme aldığı yazılarını Lisânü’d-dîn, el-Belâgu’l-Cezâʾirî gibi dergilerde yayınladı.
1920 yılında dünyanın dört bir tarafından gelen müridlerinin çabalarıyla Müstegānim’deki merkez zaviyeyi kurdu. Merkez zaviyenin kurulması esnasında çalışmalarını yürüten Şeyh Ahmed el-Alevî bir yandan da Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’a ziyaretler gerçekleştirdi. Halife ile görüşmek için İstanbul’a gitmesine rağmen Türkçe bilmemesi ve İttihad ve Terakki Partisi’nin hilafet karşıtı tutumu dolayısıyla Halife ile buluşamadı. 1926’da açılan Paris Camii’nin açılışını yapmak ve ilk hutbesini okumak için davet edilince Paris’e gitti. 1934’e kadar Müstegânim şehrinde ikamet eden Şeyh Ahmed el-Alevî burada vefat etti.
Ahmed el-Alevî’nin yaşadığı zamanda tüm Kuzey Afrika’ya yayılan tarikat ölümünden sonra, görevlendirdiği müridleri vasıtasıyla büyümeye devam etti. Şeyh Ahmed el-Alevî hayattayken Avrupa’da İngiltere’nin Cardiff, Fransa’nın Paris, Hollanda’nın Lahey gibi şehirlerinde teşkilatlar kuruldu. Ölümünün ardından Ahmed el-Alevî o yüzyılın en çok tanınan sufilerden biri oldu. Bu tanınırlıkta bizzat Ahmed el-Alevî tarafından görevlendirilen müridlerin payı çok büyüktü. “Halktan abdest suyu haricinde herhangi bir şey istememe” düsturu ile yola çıkan Müridler hem İslâm coğrafyasının hem Batı dünyasının büyük bir bölümüne Aleviyye tarikatını tanıttı.
Geleneksel sufi yollarını takip eden Aleviyye tarikatında ayakta ya da oturarak uygulanan cehrî zikirler oldukça yaygındır ve “halvet” çok önemli bir yer kaplamaktadır. Her şeyin amacının Allah’ı hatırlamak ve bilmek olduğunu düşünen Ahmed el-Alevî müridlerine namaz, oruç ve kelime-i tevhidin zikri ile geçen 40 günlük halvetler yaptırmıştır.
- Modernizm karşısında eleştirel bir konum almasına rağmen Ahmed el-Alevî müridlerini Fransızca öğrenmeye, çocuklarını Fransız kolejinde okutmaya teşvik etmiştir.
1932’de Cezayir’e yolculuk yapan Fransız entelektüel Frithjof Schuon’un Ahmed el-Alevî ile tanışıp, sonra ona intisap etmesinin ardından Aleviyye tarikatının ve Ahmed el-Alevî’in öğretileri Avrupa’ya farklı bir kanaldan da yayılmıştır. İhtida edip Îsâ Nûredddin ismini alan Schuon, Ahmed el-Alevî’nin fikirlerinden oldukça etkilenmiştir. Kendisine intisabı üzerinden Ahmed el-Alevi’ye bağlanan Martin Lings, Şâzeliyye tarikatına giren René Guénon gibi isimlerle birlikte gelenekselci ekolü oluşturmuştur. Ahmed el-Alevî’nin fikirleri bu yeni ekol üzerinde çok etkili olmuş ve onların yazılarıyla farklı bir veçheye bürünmüştür. Bugün hâlâ Aleviyye tarikatı dünyanın dört bir yanında çalışma yapan müridler sayesinde genişlemeye devam etmektedir.