“Afganistan’ı okurken, ezberlerden kurtulmalıyız”
Bugünlerde sıcak gelişmelerin yaşandığı Afganistan’ı uzman bir isimle; Sadrüddîn İbrâhîm ile konuştuk. Gelinen son noktayı anlamak için hayati bir öneme sahip olan yakın tarihteki kırılmalardan, ülke sathında kurulan derin münasebetlere kadar pek çok meseleyi kendisine sizler için sorduk.
Afganistan denildiğinde maalesef zihnimize müspet şeyler değil; kaos, çatışma veya belli aralıklarla Kabil’de patlama şeklinde duymaya alışık olduğumuz haberler geliyor. Basit ve net bir soruyla başlamak istiyorum. Afganistan bu duruma nasıl geldi?
Benim kanaatime göre Afganistan’daki bu kırılma Zâhir Şah döneminden sonra oldu. Dâvud Han’ın ona karşı yaptığı darbe neticesinde Afganistan’da da bir bakıma çivi yerinden çıkmış oldu. Bu tarihten sonra Afganistan artık kötü bir vaziyet almaya başladı. Zâhir Şah dönemi son derece rahat bir dönemdi. Savaşın vs. olmadığı, çoğu şeyin yolunda gittiği, insanların bugünkü sıkıntılardan bağımsız rahat bir şekilde yaşadığı, kısacası herkesin kendi hayatıyla alakadar olduğu, toplumun siyasileşmediği bir hava hakimdi. Onun 40 yıllık saltanat döneminin özellikle son 10 yılında ülkede demokratikleşme yolunda da adımlar atılmıştı.
Bu zaman zarfında gerçekten de basın yayın organlarına, parti kurma, siyasi propaganda yapmaya kadar uzanan bir serbestlik ortamı da oluştu. Zâhir Han zamanında yaşanan bu ve benzeri gelişmeler başta Sovyetler olmak üzere komşu ülkeler tarafından da takip ediliyordu. Dâvud Han’ı dolaylı olarak destekleyerek 1973 yılında bir darbe olmuş oldu Afganistan’da. Dâvud Han’la da birlikte cumhuriyet dönemine girilmiş oldu. Hamisi Rusya, daha doğrusu Sovyetler Birliği olmakla birlikte Dâvud Han’ın da iyi bir cumhurbaşkanlığı dönemi geçirdiğini, insanlar için yatırımlarda bulunduğunu söyleyebiliriz. Tabii Zâhir Şah zamanında oluşan serbestlik ortamında ilhamını İhvân-ı Müslimîn’den alan Nuhzet-i İslâmî Hareketi de doğmuştu. Dâvud Han her ne kadar İslam’a olmasa da İslâmî referanslarla oluşturulmuş bir topluma karşıydı. Gulâm Muhammed Niyâzî liderliğinde Kabil Üniversitesi’nde bir araya gelen, özellikle de ilahiyat fakültesinde bulunan Nuhzet-i İslâmî Hareketi’ne bağlı gençler de mevcut duruma bir çözüm bulma gayretindeydiler. Prof. Burhâneddîn Rabbânî, Seyyid Musa Tevana, Vefiyullah Semii, Mühendis Habibürrahman, Doktor Muhammed Ömer, Ahmed Şah Mesud, Seyyaf ve Hikmetyâr gibi Afganistan yakın tarihinin önemli isimleri bu oluşumun içerisindeydiler. Bu isimler bir araya gelerek hükümetin politikalarına karşı koymaya çalıştılar. Fakat neticede Dâvud Han tarafından bu hareket şiddetli bir şekilde ezildi. Öldürülenler, hapishanelere girenler oldu. Hareketi destekleyenler ciddi bir takibata uğradı Afganistan’da. Tabii Dâvud Han da sonunda darbeye maruz kaldı. Afganistan için söz konusu olan bir gerçek vardır ki ülkeyi anlama noktasında unutulmaması gereken bir detaydır bu:
Zâhir Şah döneminden sonra Afganistan’da göreve gelen cumhurbaşkanlarının tamamı dış güçler tarafından başa getirilmiş, fakat kısa bir zaman sonra bu bir nevi atanmış kişiler "patrona" karşı direnmeye, bağımsızlık iddiasına girişmişlerdir. Bu durum ilk olarak Dâvud Han döneminde görüldü. Davud Han, dış güçler tarafından görevlendirilmiş olmasına rağmen 5 yıllık idaresinin ardından Rusya’ya karşı tavır almaya, özellikle Batı dünyasına ve İslam dünyasına yaklaşmaya başlamıştı. Bu durumdan Rusya hoşnut olmadı haliyle, desteklediği Nur Muhammed Tereki ile ülkede bir darbe daha gerçekleştirerek Dâvud Han döneminin sona ermesini sağlamış oldu.
- Darbe sonrası ailesinden 18 kişiyle birlikte öldürülen Davud Han, Sovyetler Birliği tarafından başa getirilmesine rağmen, yönetiminin ilk yılından itibaren Rusya’ya direnmeye, bağımsız hareket etmeye, Sovyetler Birliği’nin politikalarına karşı çıkmaya başlamıştı. Yine Sovyetler Birliği’nin desteğiyle bu sefer de Hafîzullah Emîn bir darbe yapmış ve cumhurbaşkanı olmuştu. Size şaka gibi gelebilir ama aynı şeyler Hafîzullah Emîn de başına geldi.
Sovyetler Birliği her cumhurbaşkanının bir vakit sonra bağımsız hareket etmesine karşı kalıcı bir çözüm bulmak üzere bilindiği gibi bizzat Afganistan’ı işgal etti. Sovyetler Birliği, politikalarını uygulama yönünde Afganistan’a hakim olmak, toplum mühendisliğini bizzat yapmak ve ülkedeki istikrarsızlıktan faydalanarak burayı da Türkistan coğrafyasını yönettiği gibi yönetmek istedi ve işgal gerçekleşti. Hafîzullah Emîn de öldürüldü ve Rusya’nın desteklediği bir isim olarak bu sefer Bebrek Karmal cumhurbaşkanlığına getirildi.
Karmal aynı zamanda Afganistan’ı işgal eden Rus askerlerinin varlığını meşrulaştırma yönünde imzalar da attı ve bu şekilde zaten işgal altındaki ülkenin durumu bir nevi meşruiyet kazandı. Bu süreçlerden sonra da oluşan bu yeni yönetime karşı direnen gruplar yani Mücahidler meydana çıktı. Sonrasında da zaten Sovyetler Birliği’ne karşı silahlı mücadele başlatıldı.
- Çoğunluk Afgan olmak üzere; Türkiye’den, Pakistan’dan, Doğu Türkistan’dan vs. bu oluşuma katılanlar da oldu. 9 yıl süren bir savaşın ardından Sovyetler Birliği buradan çekilmek zorunda kaldı. Her ne kadar çekilmiş olsa da Bebrek Karmal’in ardından getirmiş olduğu bir isim olan Muhammed Necîbullah 3 yıl daha iktidarda kaldı. Afganistan’ı ele geçirmeyi başaramadı Mücahidler. Tabi Sovyetler Birliği ciddi bir ekonomik buhran içerisine düşmüştü bu dönem. Dışarıyla çok fazla alakadar olamıyordu. Uzak olmayan bir tarih sonra da bilindiği gibi Sovyetler Birliği çöktü.
Cemiyet-i İslâmî Partisi Lideri Prof. Burhâneddîn Rabbânî,Hizb-i İslâmî Lideri Gulbüddîn Hikmetyâr,Hareket-i İslâmî Lideri Muhammed Yunus Hâlis,İttihâd-ı İslâmî Lideri Abdürrasûl Seyyâf gibi Sovyetler Birliği işgaline karşı mücadele vermiş olan parti liderleri; Afganistan’da değil, Pakistan’ın Peşâver şehrindeki sakin zeminde faaliyetlerini yapma imkânı bulmuşlardı. Kabul edilmesi gereken gerçek şu ki Sovyetler’e karşı bu oluşumları gerek Amerika gerek Çin gerekse de Suud başta olmak üzere kimi Arap ülkeleri de desteklemişlerdir. Pakistan da bu faaliyetlere yer temin ediyordu, ki zaten Pakistan’ın Afganistan’da yaşananlara tarih boyunca bir dahli olmuştur.
Mücahidler'in de ileride değineceğimiz Taliban’ın da Pakistan’da doğmuş hareketler olması boşuna değildir. Pakistan neden Afganistan’a müdahale etmek istiyor, buna da değineceğim. Bahsettiğim gibi Sovyetler Birliği’nin Afganistan topraklarından çıktıktan kısa bir zaman sonra yıkılması, Mücahidler adını verdiğimiz gruba da bir alan açmış oldu. Mücahidler, Sovyetler Birliği’nden artık kurtulmuş olan Afganistan’ı ele geçirmeye başladılar. Afganistan’daki Muhammed Necîbullah iktidarıyla savaştılar ve galip oldular. Sovyetler Birliği desteğinden mahrum olan Necîbullah da yıkılmış ve bahsettiğim bu hareketlerin düşmanları bir nevi bertaraf edilmiş oldu. Fakat bununla birlikte asıl sorun ortaya çıkmış, Mücahidler arasındaki anlaşmazlık kendisini göstermeye başlamıştı. Prof. Burhâneddîn Rabbânî’nin başında olduğu Cemiyet-i İslâmî Partisi’nin en büyüğü olduğu 4 büyük parti vardı. Aslına bakılırsa aralarındaki bu ayrılık Sovyetler Birliği döneminde kaçmak zorunda oldukları Pakistan’da bu 4 farklı partiyi kurmalarından başlıyor. Bu zaten aralarında anlaşamadıkları konuların olduğunun bir işaretiydi. Bu parti liderlerinin tamamı Dâvud Han zamanında oluşan Nuhzet-i İslâmî Hareketi içerisindeydiler. Yine söylediğimiz gibi bu da Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den esinlenmiş bir hareketti. Kaldı ki hareketin lider kadrosunda yer alanların büyük bir kısmı Ezher Üniversitesi’nden mezun olmuştu. Tabii zamanla aralarında ihtilaf meydana geldikçe hizipleşme durumu ortaya çıkmış ve bu noktada iş ciddi bir hal almıştı. Necîbullah Hükümeti yıkılıp da adını andığımız 4 parti Afganistan’a nihayetinde hakim olmuş oldu.
- Sahnedeki isimler bu kadarla sınırlı değildi. Prof. Burhâneddîn Rabbânî’nin başında olduğu Cemiyet-i İslâmî mensubu, Sovyet Birliği’ne karşı verdiği mücadeleyle çok önemli bir isim olan Şah Mesud da vardır. Afganistan’daki direniş hareketinin kendisi bir nevi lideri mevkiindeydi. Cemiyet-i İslâmî ve Mareşal Dûstum liderliğindeki Cümbüş-i İslâmî ile birlikte Kabil’i ve ülkenin kuzey kısımlarını ele geçirdi. Celâlâbâd gibi ülkenin güney taraflarını Hizb-i İslâmî, Batısını da İttihâd-ı İslâmî ele geçirdi. Neticede bir araya gelmek durumunda kaldılar ve uzun görüşmeler neticesinde bir hükümet kurulması noktasında fikir birliğine vardılar.
Mücahidler’in liderleri 1992 yılında Pakistan Başbakanı Nevvâz Şerîf’in katılımıyla Peşâver’de bir anlaşma imzalamışlardı. Bu anlaşmaya göre Cehbe-yi Necât-ı Millî-yiAfganistan lideri Sıbgatullah Müceddidî iki aylık devlet başkanı olarak kabul edildi. Ondan sonra Rabbâni 4 aylığına devlet başkanı olarak atanacaktı. Bu anlaşmaya göre 4 ay sonra Prof. Burhâneddîn Rabbânî kendi sorumluluğunu 18 ay geçici hükümete devredecekti. Bu geçici hükümet de, yapılacak bir genel seçime ülkeyi hazırlayacaktı. Ama Pakistan’da bulunan Mücahidler’den oluşan bir konsey olan Şurâ-yı Hall ü Akd 1992 yılında Rabbânî’nin hükümetini 4 aydan sonra 18 ay daha uzattı. Fakat Hizb-i İslâmî Lideri Gulbüddîn Hikmetyâr buna muhalefet etti. Böylece anlaşma da bozulmuş oldu yani. Afganistan İç Savaşı da bundan sonra patlak verdi zaten. Yıllarca süren bir iç savaşa şahit oldu ülke. Kimsenin devam edegelen mücadeleden bir netice alamadığı, çok kanın aktığı...
Birbirlerine silah çekecek kadar derin olan bu çatlağın tam olarak sebebi neydi? Bütün partilerin isminde de İslâmî ifadesi var. Bu fikrî olmaktan ziyade baş olma kavgası mıydı?
Dediğim gibi bunların tamamı aynı hareketten doğmuş insanlar. Aralarında herhangi bir fikir ayrılığından bahsetmek mümkün değil. Buradaki mesele tamamıyla lider olma kavgası.Burhâneddîn Rabbânî’nin geçici cumhurbaşkanı olduğu yerde, Gulbüddîn Hikmetyâr’ın partisinden bir isim de başbakan olarak düşünülmüştü. Diğer partilerden bakanlar olacaktı vs. 6 ay böyle devam edecek, sonrasında seçimlerle gelen hükümet yönetecekti. Hikmetyâr’ın bu muhalefeti ülkeyi de iç savaşa sürüklemiş oldu. İç savaşın sürdüğü 4 yıldan fazla zaman zarfında cumhurbaşkanlığı da Burhâneddîn Rabbânî’de kalmış oldu.
Büyük bir kırılma da bu dönemde meydana geldi. Gelelim Taliban’ın sahneye çıkışına:
- 1993 yılında yani iç savaşın hararetli bir şekilde devam ettiği dönemde Pakistan medreselerinde okuyan Afgan talebeler bir araya geliyorlar ve ülkelerindeki bu iç savaşa bir son vermeye, sahadaki tüm unsurları ortadan kaldırarak ülkeye hakim olmaya azmediyorlar. Medrese öğrencilerinin kendi başlarına bir araya gelerek bunu gerçekleştirmelerini düşünmek safdillik olur tabii. Amerika, Suudi Arabistan ve Pakistan başta olmak üzere büyük destekçileri olan bir projeydi aslında bu. Taliban Pakistan’da kurulduktan sonra buradan hareketle Kandahar’a geçti. Burada aynı zamanda bir cami imamı olan Molla Ömer’i kendilerine lider olarak tayin ettiler ve Kandahar'ı ele geçirdiler.
Dediğim gibi Burhâneddîn Rabbânî bu dönemde cumhurbaşkanı hâlâ. İlk zamanlar iyi niyetli bir tavır takınıyor. Taliban ülkenin güneyini hakimiyeti altına alıyor kısa zamanda. Kabil’e yürüyor. Burhâneddîn Rabbânî’nin savunma bakanı olan Ahmed Şah Mesud ile Taliban arasında müzakereler başlıyor. Taliban’ın savaş isteyen tutumu sebebiyle tabii bu müzakerelerden bir netice alınamıyor. 1994 yılında Kabil de Taliban’ın eline geçiyor. Sonrasında kuzeyde Belh ve Mezar-ı Şerîf'i de ele geçiriyorlar. Neticede Pençşir ile Bedehşan vilayetleri hariç tüm Afganistan’ı ele geçiriyorlar. Bu tabii çok uzun bir meseledir. Burada sadece ana hatlarıyla ilerliyorum.
Bu tarihten sonra da Afganistan’da çok güçlenmiş bir yapıya ulaştı Taliban. Buna karşı da bir cephe oluşmuştu. Bu hareketin başında da Burhâneddîn Rabbânî ve Şah Mesud vardı. Bunlara daha sonra Afganistan Özbeklerinin lideri olan Reşîd Dûstum da, Hazaraların lideri Halîlî de katıldı. Bu şekilde Taliban’a direnen ve ismi Kuzey İttifakı olarak geçen bir oluşum meydana geliyor. Ancak Taliban’ın sahip olduğu kuvvet karşısında bu ittifak bir şey yapamıyor. Bu dönemde Burhâneddîn Rabbânî hâlâ Birleşmiş Milletler’in de kendisini tanıdığı ülkenin resmiyetteki cumhurbaşkanı. Taliban’ın yapıp ettikleri görüldükçe Rabbânî etrafında bir kenetlenme oluşuyor. Kuzey İttifakı da bu şekilde ortaya çıkıyor zaten. Az önce bahsettiğim iki vilayet bu birliğin elinde kalıyor ve aralarındaki mücadele devam ediyor.
- Şah Mesud 2001 yılında Taliban tarafından uğradığı bombalı saldırı neticesinde şehit edildi. Bundan sadece 9 gün sonra da 11 Eylül saldırıları gerçekleşti. Amerika, Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırıdan bilindiği gibi el-Kâide’yi suçladı ve el-Kâide de zaten saldırıyı üstlendi. Bu süreçte Üsame bin Ladin de Afganistan’daydı. Amerika Ladin’i istedi, Taliban bunu kabul etmedi. Şah Mesud’un şehit edilmesine zaten çok öfkeli olan Kuzey İttifakı kendisine bu şartlarda Amerika’dan müzakere teklifi gelince kabul etti. Amerika Kuzey İttifakı'ndan bir şeyler yapmasını isteyince “Taliban ezilmeden el-Kâide’ye ulaşmak mümkün olmaz” şeklinde bir cevap aldı.
Taliban’ın Amerika onayıyla kurulduğunu ifade etmiştik. Fakat onlar da Amerika’nın istediğini vermedi. Söylediğim gibi Afganistan'da bir dış güç tarafından kurulup daha sonra da o güce isyan etme geleneğini Taliban da sürdürdü. Bu bakımdan Taliban, Amerika’nın gözden çıkarttığı bir yapıydı. 11 Eylül’den kısa bir vakit önce gerçekleşen Bamyan Buda Heykelleri’nin Taliban tarafından parçalanması, ülkede kadınlara yönelik Taliban politikaları vs. sebebiyle başka tenkitler de olmakla birlikte asıl kırılmayı 11 Eylül sonrası yaşananlar oluşturdu.
Taliban’a karşı Amerika tarafından açık bir tavır alınması da bu zamana denk gelir. Bundan evvel de zaten Afganistan'la çok da ilgilenmiyordu. BM’nin onayı,NATO’nun katılımıyla Amerika Afganistan’a girdi. Bu şekilde Taliban’ın nüfuzu kırıldı. Ve yeni bir dönem başlamış oldu ülkede. 14 yıl süren Hâmid Karzây dönemine girildi.
Burada siyâsî tarihe bir virgül koyup temele ilişkin bir soru sormak istiyorum. Taliban Hanefî ve Mâtürîdî bir yapıya sahip. Amelî ve itikadî bu iki mezhebin de en bâriz vasıfları itidalli oluşları. Bu fikre sahip bir akım nasıl böylesine şedit bir harekete dönüşebiliyor? Zihinlerini besleyen farklı bir oluşum mu söz konusu?
- Taliban Hanefî ve Mâtürîdî gelenekten geliyor olmakla birlikte bunun sonradan değişen bir yapı olduğunu unutmamak gerekiyor. Selefi düşünce bunların yaptıkları faaliyetleri anlamlandırma bakımından son derece müessirdir. İsmen Hanefî ve Mâtürîdî kalsalar da zamanla farklı bir çizgiye evriliyorlar. Dediğiniz gibi itidal gerektiren fikirlerdir bunlar. Her ne kadar Taliban bugün kendisini yine Hanefî ve Mâtürîdî olarak tavsîf etse de gerek siyasi gerek içtimai faaliyetleriyle bu iki yoldan ne kadar da uzakta olduğu açık.
Peki, Amerika işgali altında 20 yıllık bir zaman var. Bu dönemi anlamak günümüz Afganistan’ını aydınlatmak bakımından hiç şüphesiz büyük öneme sahip. Neler yaşandı tam olarak bu dönemde?
Dediğim gibi Amerika BM’nin onayıyla NATO ile birlikte Afganistan’a girmiş oldu. Başında Prof. Burhaneddin Rabbânî’nin, Muhammed Kasım Fehim’in, Özbeklerin lideri Mareşal Dûstum’un, Hazaraların liderin Muhakkik ve Halili’nin, Peştunlardan Üstad Seyyaf’ın, Hacı Abdülkadir’in olduğu Kuzey İttifakı da buna katıldı. Amerika havadan, Kuzey İttifakı de karadan yürüttükleri harekât ile 3-4 aylık kısa bir zaman zarfında Taliban’ı bastırdılar. Afganistan’dan Taliban sökülüp atıldı neredeyse. Tabii Taliban liderleri Afganistan’dan çıkınca Pakistan’a geçtiler. Svat, Ketta, Peşâver, Veziristan gibi yerlere yerleştiler.
Düşünsenize bir vakit Afganistan’ın %90’ına hakim olmuş çok güçlü bir yapı zorla buradan çıkarılıyor ve başka bir yere kaçıyor. Tabii ki mesele burada kapanmıyor. Burada da ciddi bir kırılma noktası söz konusu. Genellikle çok atlanıyor ama Afganistan’ı anlama noktasında çok büyük önem arz ediyor bu durum.
- Taliban’ın çıkarılmasının hemen ardından Afganistan’da nasıl bir siyasi yol izleneceğini belirlemek üzere 2001 yılında Bonn Konferansı gerçekleşti. Peki burada hangi taraflar katıldı? Başta Kuzey İttifakı, sonra Şah taraftarları... Dâvud Han’ın darbesinden sonra Zâhir Şah kaçmış ve İtalya’da yaşıyordu. Onun da bir tabanı vardı. Ayrıca İran, Pakistan gibi bölge ülkelerinden de temsilciler katıldı. Türkiye de vardı. Tabii bugünkü gibi müessir bir ülke değildi Türkiye. Çok sönüktü. İran özellikle çok etkili olmuştu. İran Amerika’ya karşı siyasetiyle bilinmesine rağmen Taliban’a karşı cephe aldı ve Amerika ile birlikte hareket etti. Taliban 1998 yılında Mezâr-ı Şerîf’te 11 İranlı diplomatı öldürmüştü. İran’ın bundan dolayı da Taliban’a karşı bir düşmanlığı vardı. Ayrıca Bonn Konferansı’na İran tarafından desteklenen Şîî gruplar da katıldılar. Burada yapılan en büyük hata Taliban’ın görmezden gelinmesi oldu. Kimse onlara önem verip de masaya çağırmadı. Her ne kadar Afganistan'dan silahla çıkartılmış olsa da Taliban'ın basit bir örgüt olmadığı göz ardı edildi. 5 yıl Afganistan’ı yönetmiş bir kuvvetin bir anda yok olduğunu varsaydılar.
Taliban bu bahsettiğiniz 5 yıllık zaman zarfında halkta bir taban edinebildi mi? Tabanda karşılığı olan bir hareket miydi?
Kesinlikle. Özellikle Peştun bölgelerinde. Bu hareket içerisinde de bu etnik kimliğe sahip çok kişi vardır. Hatta Taliban için bir nevi Peştun hareketi bile denilebilir. O derece yoğundurlar. Eğer bir çözüm bulmak istiyorsak gerçekleri, olan biteni konuşmakla işe başlamalıyız. Belki bir başkasına sorsanız Taliban’ın halkta asla bir karşılığı yok vs. diyecektir. Ama bu gerçeği yansıtmıyor. Taliban’ın Afganistan’ın %90’ından fazlasını hakimiyeti altına alması biraz da bu tabanla mümkün olabilmişti. Amerika’nın hava saldırıları olmasaydı kim kovabilirdi ki Taliban’ı? Bugünü anlamamız için bu kısa geçmişi iyi kavramak gerekiyor. Gündeme de geleceğiz. O zaman sıkıntının nerede başladığını da daha net görebileceğiz. Taliban’ın atlanarak çok sayıda tarafın çağrıldığı Bonn Konferansı’nda geçici bir hükümet kurulması yönünde bir karara varılmıştı. Tabii bu zaman zarfında BM tarafından tanınmakta olan isim yine Burhaneddin Rabbânî’ydi. Kurulacak yeni hükümetin başına kimin geçeceği tartışmaları oldu ki Kuzey İttifakı burada bir hata yaptı. Karzây’ın cumhurbaşkanı olması konusunda onay verdiler. Zâhir Şah’ın da önerisiyle Hâmid Karzây BM'ye sunuldu. Kendi aralarında yaptıkları oylamayla Karzây bir şekilde cumhurbaşkanı oldu. Kurulan bu hükümet geçici olacaktı, 6 aylık. Sonrasında da 18 aylık bir geçiş hükümeti gelecekti ki bunun başında da Hâmid Karzây olacaktı. Bunun üzerinde mutabakata varıldı.
Özbeklere, Taciklere, Hazaralara vs. ayrı ayrı bakanlıklar verildi. Kısaca devlet gruplar arasında paylaşılmış oldu. Tabii Taliban’ın esamisi okunmuyor hâlâ. Rabbânî, Amerika’nın getirdiği bir isim olması sebebiyle her ne kadar karşı olsa da Hâmid Karzây’a cumhurbaşkanlığını devretti. Afganistan’da yeni bir dönem başlamış oldu. Karzay dönemi çok iyi başladı, savaşın vs. olmadığı bir dönemdi... Bu süre zarfında çok büyük paralar girdi Afganistan’a. Sıfırları sayılamayacak cinsten dev meblağlar Afganistan’a verildi. Başta Amerika olmak üzere Avrupa devletlerinden geldi bu paralar... Ancak Afganistan için harcanmak yerine maalesef yolsuzluklara kurban gitti. Cumhurbaşkanının kardeşi, bakanlar, generaller, bunların akrabaları, arkadaşları vs. bu paralar hep onların cebine aktı.
Bu gelen meblağın %20’lik bir kısmı Afganistan’ın altyapısına harcanmışsa %80’i birilerinin cebine girmiştir. Gerçek bu maalesef. Afganistan’a geldiğinizde dikkatinizi hemen çekecek devasa binalar 20 yıldır hükümetin başında bulunanlara veya bunların akrabalarına aittir mesela. Bu gibi servetlerin altında muhakkak siyasi veya siyasilere yakın bir isim çıkar. Bu durum sadece Afganistan’la da mahdut değildi üstelik. İstanbul’da, Dubai’de, Londra’da da muhakkak Afganistan’dan buralara yatırım yapmış bir siyasiyle karşılaşılabiliniyordu. Bu da anlaşılacağı üzere yolsuzluğun en büyük işaretiydi. İlk problem buydu.
6 ay geçici, 18 ay geçiş hükümetlerinin ardından seçimler oldu ve Karzây kazandı. Sükûnetin olması, ülkeye paranın da akması Karzây’a yüksek katılımla gerçekleşen seçimlerde cumhurbaşkanlığını kazandırdı. O dönemler ben ortaokul talebesiydim. Hatırlıyorum o günleri. Öyle bir zaman da daha hiç görülmedi Afganistan’da. Karzây seçimi kazandıktan sonra 3 yıl kadar daha rahat bir ortamda liderlik yaptı. Az önce dedim ya hani bizim Afganistan’daki kuvvetler hep dışarıdan gelirler ama zamanla bağımsızlaşırlar diye. Karzây da aynısını yaptı. Bu da tabii Amerika ile arasının bozulmasına sebep oldu yavaş yavaş. Bu ortamda Taliban da Afganistan’da yavaş yavaş yeniden canlanmaya başladı. Elbette bunda Karzây’in Amerika aleyhine kullanmak üzere Taliban’ı desteklemesinin de büyük tesiri var.
- Hilmend, Kandahar gibi vilayetlerde Taliban toparlanmaya başladı, ancak yine ülkenin kuzey ve batı bölgelerinde mevcut değillerdi. 2005, 2006’dan bahsediyorum. Bu dönemlerde şehirlerde patlamalar da yoktu. Amerika da Afganistan’ın kimi bölgelerine Taliban’ın nüfuz ettiğini görünce saldırılarını yoğunlaştırdı. Adam öldürmeler, çocuk katletmeler, kadınların namusuna el uzatmalar, ev basmalar vs. ahlakına, dinine düşkün Afganistan halkı nezdinde zaten rahatsız olunan Amerika’ya karşı ciddi bir tavır alınmasına sebep oldu. Yaptıkları zulüm, bir yerde de yaptıkları aslında en büyük hata oldu. 2009 yılına kadar Karzây cumhurbaşkanlığı yaptı. Bu tarihte yeni seçimler oldu. Karzây ile Abdullah Abdullah arasında tartışmaların meydana geldiği bir seçimdi bu. Abdullah her ne kadar kazanmış olsa da Amerika’nın onu istememesi sebebiyle hileyle yine Karzây cumhurbaşkanı oldu. Karzây’in 2009’dan sonraki süreçte Amerika ile arası daha fazla bozuldu. Taliban da bununla bağlantılı olarak Afganistan’da daha fazla etkili olmaya başladı. Yine de 2011’e kadar ülkenin sadece güney kesimlerindeydiler. 2011’de Taliban daha agresif ilerleme kaydetti. Başka bölgelere geçmeye başladılar. Kuzeye, batıya sızmalar oldu.
Karzây bir nevi Amerika’ya karşı Taliban’la masaya oturmak istedi.
Evet, öyle. Fakat Afganistan üzerinde oynanan çok derin başka oyunlar da oldu. Burada bir de Pakistan unsuru var. Pakistan asla Afganistan’da istikrarlı bir yapı olmasını istemedi. Ülkedeki kaosun artması için Pakistan özellikle ciddi destek verdi Taliban’a. Her ne kadar ispatlamam mümkün olamazsa da sahada görebildiklerimiz kadarıyla Amerika’nın da Taliban’la işbirliği içinde olduğu vaki oldu. 2008’den sonra CIA, Pakistan İstihbarat Servisi ISI, İngiltere ve Suud istihbaratı Taliban’ın canlanmasına bir nevi yardımcı oldular.
Yani Karzây, Amerika aleyhine Taliban’la masaya oturmak isterken, Amerika da arasının bozulduğu Karzây’a karşı Taliban’la anlaşma yoluna gitti. Buradan her halükarda kârlı çıkan Taliban oldu, öyle mi?
Kesinlikle. Karzây ben Amerika’yı Taliban’a karşı kullanıyorum zannediyordu. Amerika da aynısını Karzây için düşünüyordu. Pakistan Taliban’a destek veriyor, merkezi hükümet hızla zayıflıyordu. Taliban’ın da hızla güç kazandığı bir durum oluştu. Necîbullah hükümeti düştükten sonra zaten ülkenin silah varlığı da Pakistan’a taşınmıştı büyük oranda. Onu kullandılar.
Arada bir toprak meselesi mi var? Pakistan’ın nedir Afganistan’la alıp veremediği?
Evet, toprak meselesi. Devrend Hattı diye bir yer var. Devrend Sınırı olarak da geçiyor. Bu, 1893 yılındaAfgan Emiri Abdurrahman Han zamanında Afganistan ile -o zamanlar Pakistan yok- İngiltere sömürgesi altındaki Hindistan’ın sınırlarını belirleyen bir anlaşmayla karara varılmış bir hat. Bugünkü Afganistan’ın sınırları belirlenmiş yani o zaman. Problem Peştunların bunu kabul etmemeleri. Ülkenin başında da bir Peştun var. Bunun dışında çok sayıda da Peştun isim mevcut hükümette. Öteden beri de öyle olmuş. Peştunlar, biz Devrend Sınırı’nı tanımıyoruz, bizim sınırımız Atag Köprüsü’dür diyorlar.
Daha net anlaşılması bakımından, bugünkü mevcut Pakistan sınırından ne kadarlık bir içeriye girme söz konusu?
2640 kilometrelik bir hat bu. Pakistan topraklarının %60’ına tekabül ediyor. Burası içerisinde çok sayıda önemli Pakistan şehrini barındırıyor. Sınır meselesi çok tartışmalı ve üzerinde detaylı durulması gereken bir mesele. İşte bu sebepten dolayı Pakistan sürekli Afganistan’a karşıdır. Zamanında Pakistan’da 4 partinin desteklenmesi gibi Taliban da desteklendi. Taliban ağırlıklı Peştun olsa da diğer etnik unsurlardan da destek elde ettiler. Kendilerine bağlı gruplar kurdular. 2001 öncesi dönemde giremedikleri Bedahşan’da bile bu sefer yapılanmaya başladılar. 2010’a gelindiğinde Taliban'ın ilerleyişi artık kendisini açıkça belli eder hale gelmişti.
2011 yılında Kabil’e barış elçisi sıfatıyla gelen biri, Prof. Burhaneddin Rabbânî’ye suikast düzenledi ve onu şehit etti. Sarığının altına sakladığı bombayla Rabbânî’nin odasına girip bu şekilde intihar saldırısı gerçekleştirmiş. Bu tarihten 2014 yılına kadar da güçlenme devam etti Taliban tarafında. Yine bu süreçte Türkiye arabuluculuk yapmak üzere devreye girdi. Afganistan, Pakistan ve Türkiye arasında üçlü zirve gerçekleşti. Türkiye çok uğraştı barış olsun diye ama olmadı.
- Taliban zaten Pakistan’ın etkisi altındaydı. Liderleri, üst kadrosu oradaydı. Hâlâ da oradadır. Liderlerinden hiçbiri Afganistan’da değil. Molla Ömer’den sonra Taliban'ın başına Ahter-i Mansûr gelmişti ve o da Pakistan’da yaşıyordu. İran’a gitmişti. Dönüş esnasında 2016 yılında Pakistan Belucistan’ında öldürülmüştü. Molla Ömer de Pakistan’da ölmüştü. Şimdi de bildiğiniz gibi hareketin başında Molla Heybetullah bulunuyor ve yine o da Pakistan’da yaşıyor. Nerede yaşadığı tam olarak bilinmiyor ama muhtemelen Veziristan’da yaşıyor.
Dediğimiz gibi 2014’e kadar çok güçlendiler. Aynı dönemde Obama’nın başında olduğu Amerika Afganistan’da bulunan askerlerinin bir kısmını çekmeye başladı. Bu, geçiş dönemi adı altında yapıldı ama bu zaman zarfında da Taliban’ın güçlenmesi durmadı. Yabancı güçler geri çekilince Taliban kimi yerlere daha rahat hakim olmaya başladı. 2014’ye yine seçimler oldu ve maalesef yine çok kötü bir seçimdi. En büyük adaylardan biri olan Abdullah Abdullah ile Eşref Gani arasında olmuştu seçim. Karzây'ın, 3 dönem cumhurbaşkanlığı yaptığı için, tekrar aday olma hakkı yoktu, Gani’yi destekliyordu. Abdullah birinci turda seçimi kazandı ama karşı taraf kabul etmedi. İkinci turda da Abdullah kazandı ama bu da kabul edilmedi. Hemen hemen bir yıl seçimler üzerine tartışmalar sürdü. ve cumhurbaşkanı seçilemedi. Bunun üzerine Amerika arabuluculuk teşebbüsünde bulundu. Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry idi o zaman. Yaptığı ara bulucuk neticesinde Ulusal Birlik Hükümeti adıyla bir hükümet kuruldu. Eşref Gani cumhurbaşkanı, Abdullah Abdullah da bir nevi başbakan oldu. Yeni bir döneme daha girilmiş oldu ki bu dönem de tek kelimeyle berbat bir dönemdi. Birbirine iki rakip Eşref Gani ve Abdullah Abdullah hiç anlaşamadılar. 4-5 yıl bu anlaşmazlıklar içerisinde geçti. İstikrarsızlık ortamında yolsuzluklar daha da arttı, sermaye ülkeyi terk etti, yoksulluk da zirve noktaya ulaştı. Ve tabii bu ortamda Taliban çok büyüdü. Kabil’de patlamalar da hiç durmuyordu. Sadece 45 bin Afgan askeri bu dönemde öldürüldü. Sadece askerlerin sayısı bu. Sivillerin sayısı 100 binden de fazladır. Daha Karzây döneminde Taliban, 2013 yılında Katar’da da ofis açmıştı. Amerika baktı ki bunlarla olmuyor. Taliban’la müzakerelere başladılar. 2018’de başlayan bu müzakereler 2 yıl kadar sürdü. Amerika Özel Temsilcisi Zılmey Halilzad’ın Taliban’la görüşmeleri de basına yansıdı. Nihayetinde bir anlaşmaya da vardılar bildiğiniz gibi. 2020 yılında anlaşma imzalandı.
- Taliban tarafından Molla Birader, Amerika tarafından da dönemin Dışişleri Bakanı Pompeo anlaşmayı imzaladılar. Anlaşma kapsamında tutuklu olan 5 bin kadar Taliban üyesi serbest bırakıldı. 10 bin tane daha anlaşmaya göre ileride serbest bırakılacak. Bu henüz gerçekleşmedi. Afganistan da saldırılarını durdurma sözü vermişti, fakat devam etti tabii saldırılarına. Her ne kadar pürüzler olsa da anlaşma da bir yerde sağlanmış oldu. Sonra Amerika Trump zamanında da buradan çekilme kararı aldı. "Taliban’la anlaşalım ve artık para, asker harcamalarına burada bir son verelim" demişti. Biden da Afganistan’la alakalı aynı stratejiyi devam ettirdi ve nihayetinde askerler çekildi. Bu da doğal olarak Amerika’ya ve NATO’ya bağlı olan Afgan hükümeti tarafında ciddi bir tedirginliğe sebep oldu. Amerika bir terör örgütünü resmi bir muhatap alarak onu bir nevi meşrulaştırdı. Taliban da bunu kullanma noktasında başarılı oldu. Amerika’yı biz çıkartmaya zorladık, biz olmasaydık Afganistan’dan ayrılmazlardı dedi.
Peki Amerika’nın çekilmesinde Taliban’ın kendilerine yaptıkları saldırıların tesiri var mıdır? Zaman zaman Amerikan askerlerine düzenlenen saldırı görüntüleri servis ediliyor, görülebildiği kadarıyla bu durum Amerika’nın canını biraz yakmış diyebilir miyiz?
İdealist değil de realist konuşmak gerekirse evet, Amerika gerçekten de Afganistan'da kaybetti. Vietnam’ın bir benzerini yaşadı. Çok askeri öldü, çok para harcadı ve bunların karşılığında hedefine de ulaşamadan çıkmış oldu. Demokrasi, insan hakları, terörü yok etme iddiaları vardı, onca yılın ardından arkasında ne bıraktı diye sorarsanız ‘hiçbir şey’ olarak karşılık veririm. Bunları Amerikan karşıtı olduğum için değil araştırmacı sıfatımla söylüyorum.
Afganistan’daki şu andaki durumun 2001 öncesi durum olduğunu söyleyebilir miyiz?
Durum o zamanki kadar da kötü değil. O dönemde ülkenin %95’ini ele geçirmişlerdi. Hükümet sistemi tamamıyla yok edilmişti. Şimdi sistem yerinde. Gerçi şu anda Taliban ülkenin %75’ine hakim bir durumda. 6 şehir merkezi de ellerine geçti. Yine de 2001 öncesindeki durumla kıyaslanamaz. Ayrıca şu anda çok güçlü de bir orduya sahip ülke. Aynı şekilde polis teşkilatı da gayet güçlü. Kıyaslama yapmak mümkün değil yani 2001’le. Bununla birlikte 1 ay sonra neler olacağını da kimse bilemez. 2001 sonrasında eğitim durumu gayet ilerleme kaydetti. Kızlar da erkekler de yüksek öğretim alma imkânı elde ettiler. Pakistan’ın Taliban’ı destekleyerek ülkedeki orduyu çökerme planları bilinen bir gerçek. Bu bakımdan Taliban’ın varlığı kimi halk kesiminde ciddi bir rahatsızlığa sebep oluyor.
Güçlü bir ordu, karşısında güçlü bir örgüt var. Ne öngörülüyor bu durumda? İçinden çıkılamaz bir iç savaşa gider mi ülke? Korkunç neticeleri olur bunun.
- Ben iç savaş olacağını zannetmiyorum. Öyle bir hava almıyorum. İnşallah da yanılmam. Şu bir gerçek ki Taliban da kendi ayakları üzerinde duran bir yapı değil. Dışarıdan destek alan bir örgüt. Sadece Pakistan da değil. Amerika da bunların yanında. Çünkü prim verdi bunlara bir nevi. Taliban’a uluslararası arenada resmi bir örgüt hüviyeti kazandıran Amerika’dır. Hükümeti hiçe sayarak Taliban’a kart vermiş oldu. Amerika bir yerde de Çin ve Rusya aleyhine kullanacak piyon olarak görüyor Taliban’ı. Ama tabii başka oyunlar da var sahada. Taliban Daeş’e karşı. Daeş’ten de Rusya, İran ve Çin çok korkuyor. Bundan dolayıdır İran Taliban’la arayı düzeltme teşebbüslerinde bulunmuştu. Afganistan'ın nereye gideceğine dair kesin bir şey söylemek mümkün değil. Devletle Taliban kanaatime göre bir anlaşmaya varacaktır. Amerika da Rusya da bunu istiyor. Ülkedeki mevcut hükümetin gitmesi mümkün değil. Taliban’ın da bunları kabul etmesi uzak bir ihtimal.
Taliban özellikle geçici bir hükümet meselesinin üzerinde çok duruyor. Bu kurulmadan da ateşkes olmayacağa benziyor. Taliban şimdiki cumhurbaşkanı Eşref Gani’den nefret ediyor. O gitmeden ülkeye barış gelmeyeceğinin imasını da yapıyor. Bence tarafsız isimlerle geçici bir hükümet kurulacak, bundan sonra ateşkes ilan edilecek. Taliban sisteme dahil olmuş olacak ve sonrasında da ülke seçimlere gidecek. Ama Pakistan bunu ister mi, hiç zannetmiyorum. Taliban’ın ideolojik fikri bunu kabul eder mi, bu da çok zor. Kendisine muhalif olanlardan bahsettik ama bir halk tabanına da sahip olduğunu inkar edemeyiz. Bunun da elle tutulur sebepleri var ki bunların başında hükümetteki yolsuzlukların halk tarafından görülmesi geliyor. Rüşvet ve fuhuş gibi Afganistan ruhuna aykırı şeyler çok fazla. Hükümetin bunlara göz yumması ve halkına yabancı, Afganistan'ın insanlarını hiç tanımamaları da cabası. Amerika’da, Avrupa’da eğitim görmüş, Afganistan’a da halkına da yabancı isimler getirilmiş tepeye konmuş.
Eşref Gani’nin kendisi de Amerika’dan gelen biri. 12 yaşından itibaren orada yaşamış. Bu topraklara yabancı biri. Özellikle hükümete halk nezdindeki nefretin en büyük sebeplerinden biri de Gani’dir. Ayrımcılık da sistemde yapılan yanlış işlerden bir diğeri. Yurtdışından gençler getirildi bu dönemde. Halkı tanımayan, toplumun gelenekleriyle alakaları olmayan kişiler. Bu sebeplerden dolayı insanlar nefret ediyor hükümetten. Karşı taraftaki Taliban da bunların açıklarından zemin buluyor haliyle.
- Taliban bünyesinde ise Peştunculuk yapmaları, kadınların modern okullarda okumalarına sıcak bakmamaları, ideolojik taassup gibi bazı noktalarda Afgan halkıyla uyuşmazlıkları var.
Ve tabii Türkiye... İki ülke arasında uzun zamana yayınlan bir münasebet söz konusu. Bugünlerde Türkiye'nin Kabil'deki Hâmid Karzây Uluslararası Havaalanı'nın güvenliğini üstlenmesi gündemde. Nasıl görüyorsunuz bunu?
İki ülke arasında dini, kültürel, etnik, tarihi çok derin bir ilişki var. Türkiye Afganistan’ın hep yanında olmuş bir ülke. Afganistan’da en çok sevilen birinci yabancı ülke de Türkiye’dir. Afganistan’ın bir ucundan diğer ucuna seyahat edip de insanlara Türkiye’yi sormanız durumunda hep olumlu karşılık alacaksınızdır. Taliban bile Türkiye’yi sever. Fakat şu an itibariyle Türkiye tam anlamıyla bir imtihan noktasında. Allah korusun Türkiye eğer dikkat etmezse, halk nezdinde Pakistan, İran gibi bir ülke olabilir. İnsanların zihninde Pakistan da İran da kötü bir imaja sahiptir.
Taliban açıkça, NATO ile birlikte hareket eden bir Türkiye’nin varlığını kabul etmeyeceğini açıkladı. Havalimanını da vermeyeceğiz dediler. Yapılan anlaşmaya göre sadece Amerika değil NATO ülkelerinin tamamının çekilmesi gerekiyordu diyorlar. Katar’da anlaşma imzalanırken Mevlüt Çavuşoğlu da oradaydı. Biz de askerleri çekeceğiz demişti kendisi. Amerika’nın lojistik destek vereceği şekilde Türkiye’nin havalimanını muhafaza etmesi sonradan alınan bir karar oldu. Taliban da bunu kabul etmiyor. Biz Türkiye’yi seviyoruz, bu tarz şeylere karışmamasını, dostluğumuzun devam etmesini istiyoruz diyorlar.
NATO’nun Afganistan’da olduğu dönemde Türkiye de bu çatı altında ciddi bir güç bulunduruyordu ülkede. Bu bir problem oluyor muydu Afganistan için?
Taliban, NATO’nun tüm kuvvetlerini işgalci olarak görüyordu. Ama 20 yıllık zaman zarfında Türk askerlerine karşı herhangi bir saldırı gerçekleşmedi. Halk çok seviyordu Türk askerini. Türk askerinin halkla olan münasebeti çok iyiydi. Yardımlarda bulunuyordu askerler. Zaten Türk askerleri de Taliban’a karşı bir operasyon yapmamıştı.
- Türkiye’yi ikinci vatanı olarak gören biri sıfatıyla söylemem gerekir ki Türkiye’nin tarafsızlığını muhafaza etmesi gerekiyor. Türkiye’nin Taliban’la savaşması beraberinde felaket getirir. Halk nezdinde Türkiye aleyhine bir cephe oluşur. Hiç iyi olmaz bu. Rusya, Pakistan ve İran gibi ülkeler Afganistan’daki etnik kimi grupları destekliyorlar. Halk nefret ediyor bundan dolayı onlardan. Türkiye tüm Afganistan halkını muhatap almış hep, bundan sonra da böyle olması gerekiyor. "Afganistan halkına el uzatalım, refah seviyelerini arttıralım" siyaseti kesinlikle kazandıracaktır. Türkiye’nin ilk yapması gereken hareketin, güçlü isimler göndererek gerek hükümet gerek Taliban’la müzakerelerde bulunması olduğuna inanıyorum. Havalimanına hakim olmanın da ancak buradan sonra konuşulması daha sağlıklı olacaktır.