Güney Koreli yönetmen Lee Chang-dong, ilk sahneden itibaren şiir hakkındaki tüm romantik beklentilerimizi alt üst edeceğinin mesajını veriyor. 💭⠀ ⠀ 🌿Pastoral bir senfoni edasında bizi karşılayan doğa manzaralarıyla açılır Şiir filmi; fakat kamera manzaraya yaklaştıkça nehirde yüzen bir ceset olduğunu fark ederiz. Lee Changdong, son sahneye kadar bize sürekli şunu sorar: Şiir nedir? ⠀ ⠀ 🎞 Ana karakterimiz Mija, torunuyla Güney Kore'nin taşrası diyebileceğimiz bir şehirde yaşıyor ve yaşlı hasta bakıcılığı yaparak hayatını kazanıyor. Mija basit ve sıradan bir kadın. Her gün yolumuzun kesiştiği ve hikâyeleri hakkında belki de hiçbir zaman bir fikrimizin olmayacağı anonim insanlardan; fakat müstakil serüveninde neşeyle karışıyor hayata. Kimse farkında olmasa bile her zaman şık giyiniyor mesela. Peki, bu yaşlı ve sıradan kadının hikâyesinin şiirle ne alakası var?⠀ ⠀ Alzheimer olduğu haberini aldıktan sonra Mija, toplum merkezinde şiir kursu başlayacağını öğreniyor ve katılmaya karar veriyor. Her yerde şiiri arıyor. Oysa şiir, Mija'nın başına gelenler de dâhil, hikâyesi yetersiz kalana görünmez. Mija da şiirin yanı başında olduğundan habersiz, çünkü hikâyesi henüz tamamlanmamış. ⠀ ⠀ 📌Mija'nın hayatı şiir yazma fikriyle birlikte değişmeye başlıyor, etrafındaki her nesneye içindeki asıl cevheri keşfedebilmek için aşkla bakarken, torununun bir genç kızın intihar etmesine neden olduğunu öğreniyor. Sonrası ise organize bir kötülüğe dayanamayarak kendini yok etmeye çalışan hafızanın ve bir direniş biçiminin ta kendisi olarak hafızayı var olmaya ikna etmeye çalışan şiirin mücadelesi.⠀ ⠀ Şiir filmi, yaşlı bir kadının hayatının son zamanlarında kelimelerini kaybederken can havliyle şiire tutunmasının öyküsü. Film nihayete ererken açılışına benzer bir şekilde Mija gözden kaybolur ve hocasının masasına bir buket çiçekle birlikte bıraktığı şiiri Agnes'in sesiyle hayat bulur. Tek bir şiir, hiç tanışmamış olmalarına rağmen iki kadının ortak sesi olur, hayatları da şiirleri de birbirlerini tamamlar. 🧡