Tekkeler ve cumhurbaşkanları
O eski muttaki, mütevazı, gösterişsiz ve nümayişsiz, fakirlik libasına bürünmüş şeyhlere, kanaat erbabı, edeb timsali dervişlere hiç rastladığınız oluyor mu? Ortalık Cumhuriyet şeyhleri, dervişleri ile dolu! Bunların bazılarının hangi güç odaklarının, hangi istihbarat servislerinin oyuncağı olduğunu kestirmek de mümkün değil.
Bilmiyor olabilirsiniz, bakın tekkeler 95 yıl önce neden kapatılmış:
“Osmanlı döneminde tekkeler, gitgide, çalışmaksızın tevekkül felsefesini işleyen yerler haline dönüşmüştü; hâlbuki insanları daha yaşarken dünyadan uzaklaştırıp onları uhrevî âleme çekmek, çağdaş yaşam ile bağdaşamazdı. Toplum yeni bir enerjiye, yeni bir atılıma gereksinim gösteriyor; çağdaş yaşam, insanları çalışmaya, bu çalışmanın yaşarken ödülünü almaya çağırıyordu... Ayrıca tekke ve zaviyelerin başında bulunanlar siyasal amaçlarla ve çoğu kez dini siyasete âlet ederek mâsum vatandaşları suça yöneltiyorlardı.
- Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamazdı. İşte 30 Kasım 1925'te kabul edilen bir yasayla tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırıldı.”
Gülmeli mi, ağlamalı mıyız? Bu tebessümü hüzne çeviren, yıllarca önce bu resmî siteye konulan bilgilerin geçen zamana ve değişen yönetimlere rağmen olduğu gibi durması. Atatürk Araştırma Merkezi başkanlarını yıllardır kim tayin ediyor? Bu resmî ideoloji teslimiyeti nereye kadar gidecek? Bir medeniyet ufkunuz yoksa, bir sözünüz de olmaz; sürüp gidene teslim olursunuz.
Bir de devlet ideolojisinin gayri resmî siteleri var. Onlar tekkelerin kapatılması gerekçeleri arasında mürettep Menemen Vak’asını da sayıyorlar. Yani beş yıl sonranın olayı, o günden seziliyor ve şakkadak mürtecilerin tekkesi kapatılıyor! “Atatürkçü bilgilenmede mantık aranmaz, gerçeğe sadakat beklenmez!” Bu siteyi hazırlayan Atatürkçülerin tarih bilmek gibi bir mecburiyeti olmadığını da hatırdan çıkarmayalım.
Tarihi unutturmak Cumhuriyet ideolojisinin esası!
Tekkeler 1925’te kapatıldı.
Yıl 1919. Mustafa Kemal, 13 Ağustos 1919’da Erzurum’dan Norşinli Şeyh Ziyaeddin Efendi'ye bir mektup yazıyor:
"Ziyaeddin Efendi Hazretlerine; faziletli Efendim,
Zât-ı fâzılanelerinizin Umumî Harpte Osmanlı ordusuna ifa eylemiş olduğunuz değerli hizmetlerinize ve makam-ı muallâ-yi hilafet ve saltanata göstermiş olduğunuz kalbi rabıtaya yakından muttali bulunuyorum. Bu sebeple zat-ı âlinize kalpten pek büyük hürmetim vardır. Bugün Makam-ı Hilafetin, saltanat-ı Osmaniye'nin ve vatan-ı mukaddesimizin düşmanlarımız tarafından nasıl rencide edilmekte ve Şark vilayetlerimiz Ermenilere hediye edilmesinde ısrar olunmakta olduğundan haberdarsınız. İstanbul'daki hükümet bu düşmanlara karşı aciz kalarak millet ve memleketi müdafaa edememekte olduğu ortadadır. (...) Her tarafta teşekkül eden millî ve vatanî cemiyetlerin delegelerinden mürekkep Erzurum'da toplanan bir kongreyle Şarkî Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyet teşekkül etti ve millî birliğimizi dahil ve harice karşı temsil etmek üzere Heyet-i Temsiliye kabul edildi. Buna dair beyanname ve nizamnameden çok yüce zatınıza takdim ediyorum. Zat-ı âlinizin cemiyetimizin en muhterem azasından bulunduğunuz cihetle cümlece müsellem olan himmet ve gayretlerinizin teşkilatımızın o havalide muzır düşman telkinlerinin izalesine yardım ve katkısı olacağından mutmainim. Birkaç güne kadar Garbî Anadolu ve Rumeli'den gelecek olan delegelerle umumî bir kongre Sivas'ta yapılacaktır. Cenab-ı Hakk'ın avn ü inayeti ve peygamber-i zîşanımızın feyz ü şefaati ile umum milletimizin bir noktada müttehit (birlik olma) olduğunu ve hukukunu müdafaaya kadir bulunduğunu cihana göstereceğiz. Yakında Meclisi açtırmak ve millete bağlı kuvvetli bir hükümeti iktidara geçirerek vatanı selamete çıkarmak gerçekleşecektir. Muhabbet ve hürmetlerimin kabulünü rica ve o havalideki bilcümle vatandaşlarıma selâmlar ithaf eylerim Efendim Hazretleri.
İmza: Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal"
Şeyh Ziyaeddin Efendi, gönüllü birlikler kurarak savaşa katıldı
Şimdi devletin resmî sitesinde yazılanlarla bu mektupta ifade edilenleri birlikte mütalaa edelim. Devletin sitesindeki iddialar doğru ise, Mustafa Kemal ne demeye şeyhlerden medet umdu?
Bu mektup sadece Norşin Şeyhi’ne gönderilmedi, başka şeyhlere de benzer mektuplar yazıldı. Ayrıca mektupta “Umumî Harpte Osmanlı ordusuna ifa eylemiş olduğunuz değerli hizmetler”den söz ediliyor. Yani Birinci Dünya Savaşı’nda Ziyaeddin Efendi ne yaptı ki, böyle bahsedilmesine ihtiyaç hissediliyor?
Şeyh Ziyaeddin Efendi, gönüllü birlikler kurarak savaşa katıldı, savaşta sol kolunu kaybetti, Muhammed Said ve Muhammed Eşref adlı iki kardeşi de şehid düştü…
Sırf Ziyaeddin Efendi değil ki, Birinci Dünya Harbinde tekke alayları teşkil edildiğini en önce Atatürk Araştırma Merkezi bilmek zorunda. Bilmemek en iyisi! Bilmek bizim sorumlu kılar. Gerçek bir devlet kurumu ya doğruyu yazar ya da böyle saçma sapan cümlelerle sayfalarını doldurmaz.
Muhafazakâr iktidarlar zamanında ‘Cemevleri’ hürriyeti
Tekkeler ve zaviyeler 1925’te “seddedildi”, yani engellendi. Bu bir “inkılâp kanunu”dur! Kanun olarak yürürlükte olduğu gibi, Anayasa’da tahkim edilmiştir.
Yani Türkiye’de resmen açık bir tek tekke dahi yoktur. “Cemevleri” yakın dönemin muhafazakâr iktidarlarının hürriyet ortamında aleniyet kazanmıştır, fakat diğer dergâhlar böyle bir resmiyet kazanma konusunda görünür bir çaba içinde olmamışlardır. Neden acaba?
Özal Halvetî tekkesini ziyareti etti
Tabiatıyla devletin en tepesi, “tekke, dergâh, zaviye, şeyh, mürid, derviş…” vb. kelimeler geçtiğinde olumsuz bir çehre takınmak ve menfi cümleler kurmak zorunda idi. Bu mecburiyeti ilk defa 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal kırdı.
Ohri’de, 17. yüzyıldan sürüp gelen Halvetî tekkesinin 1993 yılında yüksek seviyede bir misafiri vardı. Cumhuriyetin 70. Yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Balkanlarda yeni kurulmuş bir devlet olan Makedonya’yı resmî olarak ziyaret etti. Göl kıyısında, eski Osmanlı eserlerini muhafaza eden bu şirin kasabada Turgut Özal kendinden önceki cumhurbaşkanlarının asla yapmayacağı/yapamayacağı bir şey yaptı ve Halvetî tekkesini ziyareti programına aldı. Özal tekkeye yalnız gitmedi. Heyete dâhil olan paşayı da götürdü…
Turgut Özal Türkiye’de bunu yapabilir miydi? Yapmak istese de Türkiye’de tekkeler kapatıldığı için, böyle bir ziyaret mümkün olmazdı. Özal tekke ziyaret ederek bir “anayasa suçu” işlemişti! Onun böyle suçlar işlemeye temayülünü biliyoruz: Özel televizyon yayıncılığına geçilirken, “anayasa bir defa ihlal edilse ne olur!” diyen oydu.
Peki Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı bir dış gezide neden tekkeye gitti? Bir cümle ile söylersek: Türkiye’nin âlî menfaatleri için! Aslında Turgut Özal, bu ziyaretle Balkanları 1912’de terk etmemizden sonra da tarihin devam ettiğini gösterdi. Türkiye’de tekke ve zaviyeler bilinen gerekçelerle kapatılmıştı, Türkiye dışında ise açıktı. Hatta Mevleviler, bir süre asitaneyi, yani merkez tekkeyi Haleb’e taşıdılar. Suriye’de, Mısır’da, Kıbrıs’ta Mevlevî tekkeleri epeyce bir müddet açık kalmaya devam etti.
Balkanlarda ise, bir zamanlar Yugoslavya sınırları içinde kalan coğrafyalarda tekkeler açıktı. Kendiliğinden kapananlar müstesna, faal olan tekkeler, bu coğrafyada aynı zamanda Osmanlı varlığının, Türk kültürünün sürekliliğini sağlayan unsurlar arasında yer alıyordu.
Turgut Özal’ın Ohri’de tekke ziyareti şu anda başka ülkenin siyasî sınırlar içinde kalmış bir Türkiye’nin ziyareti idi.
- Bir Türk veya Türkiyeli Balkanlarda dolaşırken en fazla nelerden etkilenir? Elbette, eski mimarî eserleri, camiler, hanlar, hamamlar, çarşılar, evler, çeşmeler ve tekkeler…
Bilhassa tekkeler!
Faal olan camiler günün belirli saatlerinde kullanılan mekânlardır. Diğer mimarî eserlere farklı fonksiyonlar verilmiş olabilir. Tekkeler ise, kurumlaşmış yapılarıyla her saat görülebilir.
Bu ayıp bitmeli
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ile ilgili kanunu artık tartışabilmeliyiz. Onun gerekçesi olarak gösterilen, “hayatta en hakiki mürşit (müsbet) ilimdir” sözünü de aynı çerçevede düşünmeliyiz. Müsbet ilim bize birçok konuda yardımcı oluyor. İşimizi kolaylaştırıyor. Fakat, varoluşumuz ve hayatımızın manası hakkında bize söyleyebileceği bir şey var mıdır? Müsbet ilimin verileri kendiliğinden bizi doğru, dürüst, ahlâklı kılacak bir muhteva taşır mı?
- 20. yüzyılımızın büyük düşünürü Nureddin Topçu fizikten ahlâka cesaretle yükselmemiz gerektiğini söylüyor.
- Fizikten ahlâka yükselirken yol göstericimiz ne olacaktır?
- Hacca vardım der isen
- Kanda vardın hacca sen
- Kılavuzsuz kuş uçmaz
- Bunca dağu dereden...
Balkanlar ve tekkeler, zaviyeler... Bu öyle birkaç satırla anlatılabilecek bir bahis değil. Bir yeri ele geçirmekten kat kat zor olanı, orada yaşayanları kesip biçmeden insanî bir yapı kurmaktır. Osmanlı bunu fethettiği yerlerde başarmışsa, bunda tekke ve zaviyelerin birinci derecede rolü olmuştur.
Cumhuriyet tarikatları devam ediyor!
Gelelim esas soruya: Tekkeler neden engellendi?
Osmanlı tarikatları kapandı,
Cumhuriyet tarikatları devam ediyor!
Rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun bir görüntü kaydına rastlamıştım. Şeddeli ve çok uzun bir “eşşek” lâfzı çekiyordu. Önce garipsedim. Bir sözde tekke şeyhi ile ilgili idi bu öfke. Üstüne üstlük hemşehrisi olan bir “şeyh”, daha doğrusu “müteşeyyih!” Fakat o zatın bahse mevzu sözlerini duyunca gücüm yettiğince Kadir Bey’in sözünü ben de tekrarlamaktan kendimi alamadım.
Cumhuriyet ve şeyh?
Hani “Cumhuriyet şeyhler ve dervişler ülkesi olmayacak”tı, Atatürkçüler her fırsatta bu sözü tekrarlayıp durmuyorlar mıydı? Bu Mustafa Kemal’i işi gücü namaz kılmak, ibadet etmek olarak gösteren “şeyh”e neden “Geri dur, bre nâdan! Atamızın adını ağzına alma, o senin iddia ettiğin gibi değildi” diyen neden çıkmadı?
Hem laiklik satacaksın, hatta dinsizliğin propagandasını yapacaksın, hem de sıkı dindar olarak bir Cumhuriyet şeyhinin dilinden düşmeyeceksin! “Şeddeli” işi oralara kadar vardırıyordu ki, Mustafa Kemal’i seyyid ilan ediyor, Peygamber soyundan inmiş gibi gösteriyordu. Ne din ilimleri mensuplarından ne de tasavvuf cenahından bu rezilliğe karşı ses yükselmiyordu.
Müteşeyyih ve daha niceleri var!
Peki, bu müteşeyyih yegâne mi?
Daha niceleri var!
- Tekkesini şov merkezine çevirmiş bir müsvedde de bir zamanlar televizyon televizyon dolaşıp “ebedî şef” reklamı yapmıyor muydu? Tarikatlar adına konuştuğunu ima eden cüppeli bir hoca da yakınlarda “Atatürk’e karşı söz söylenmez” buyurmadı mı?
Peygamberimize karşı her türlü sözü söyleyenlere, onun adına Peygamberimiz hakkında nefret dili oluşturanlara… Kur’an’a “çöl kanunu” diyenlere söz söylenmez ha? Bunlara söz söylemeyeceksek kime ne diyeceğiz ki? 12 Eylül sonrası Kenan Evren diğer partilerle birlikte CHP’yi da kapattı. Siz bugüne kadar bir CHP’linin ağzından Kenan Paşa’nın övüldüğünü duydunuz mu?
Gelelim işin hakikat veçhesine: Türkiye’de tarikatlar gerçekte kapatılmamıştır. (Kanun seddi/engellenmesi diyor) Yapılan tarikatleri sisteme uyumlaştırma faaliyetidir. 1925’ten sonra tekkelerin çok azı sâlim yolunda devam etmiş, büyük kısmı “Cumhuriyet tekkesi” haline gelmiştir. Bu işler gizli yapılır olduğu için, gerçek bir murakabe imkânı da kalmamıştır.
Bunların bazısı korkudan böyle yapmış olabilir. Fakat zamanla korkunun oluşturduğu bir sistem ortaya çıkmıştır. Bir kısmı da tarikatın esaslarından saptıkları için böyle davranışlar içine girmişlerdir.
Türkiye şeyhler dervişler memleketi olamaz; yıl 1925. Aradan geçti 95 sene. Türkiye hâlâ şeyhler ve dervişler memleketi değil mi? Bir eli yağda, diğer eli kim bilir neyde olan şeyhler dervişler kaynamıyor mu ortalık?
O eski muttaki, mütevazı, gösterişsiz ve nümayişsiz, fakirlik libasına bürünmüş şeyhlere, kanaat erbabı, edeb timsali dervişlere hiç rastladığınız oluyor mu?
Hiç demeyelim, fakat nadiren oluyor.
Ortalık Cumhuriyet şeyhleri, dervişleri ile dolu! Bunların bazılarının hangi güç odaklarının, hangi istihbarat servislerinin oyuncağı olduğunu kestirmek de mümkün değil.
- Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ile ilgili kanun dâhil bütün devrim kanunlarını tartışmanın zamanı gelmiş de geçmek üzeredir. Bugün medlûlü kalmamış devrimlerin sürdürülebilir olmadığı da apaçık ortadadır.
Devrim kanunlarını tartışamayan, hatta nihaî olarak iptal edemeyen bir ülkede, gerçek mânâda fikir hürriyetinden, din hürriyetinden, hatta ilim hürriyetinden söz edilemez!