Şehir unutmaz! Öyleyse ey Şehir! Kalk ve hatırlat!
Ey şehir! Şu ân tam da senin insana en fazla ayna tutma vaktindir! Çünkü şehir şuurunu en fazla yitirdiğimiz, senin ruhuna en fazla kastettiğimiz, ihtarına, hatırlatmana ve ihtiyar'ına en fazla ihtiyaç duyduğumuz ân bu ân, gün bugündür. Ey şehir! Kalk ve konuş öyleyse! “Nasıl yok ettin İstanbul'un ruhunu böyle! İstanbul'un, Konya'nın, Kayseri'nin ve sair İslâm şehirlerinin ruhuna nasıl kastettin, söyle!” diye haykır artık!
Şehirlerimize çifte saldırı var: Biri içerden, diğeri dışarıdan. Dışarıdan saldırı, Moğol ve Haçlı dönemi saldırılarını çok andırıyor neredeyse. İki asırdır, Batı emperyalizminin İslam dünyasını yerle bir etmesi, kasıp kavurması, Müslüman şehirlerin gelişimini, çiçeklenmesini durdurmakla kalmadı, Müslüman şehirleri ölü mezarlıklara, harabelere dönüştürdü.
- Oysa 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı bütün şehirlerini yeniden inşa ve ihya etmişti. Balkanlardaki şehirlerinden Yemen'e kadar... Şehir unutmaz! Öyleyse ey Şehir! Kalk ve hatırlat! Arap dünyasındaki şehirlerini silbaştan yeniden inşa etmiş, taptaze bir heyecan armağan etmişti şehirlerine.
Birinci Dünya Savaşı'nda en büyük yıkımlardan biri, Osmanlı'nın yarım asırda özene bezene dirilttiği, yeşerttini şehirlerin büyük yara alması oldu. Fakat Müslüman şehirlere yapılan tecavüz ve saldırı, son çeyrek asırda olduğu kadar tahripkâr olmadı. O güzelim Halep, ölüler kentini andırıyor artık! Bağdat kaç kez tecavüze uğradı! Beyrut da hekeza!
Müslüman şehirlerin son çeyrek asırda uğradığı tecavüzün suçluları en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Bunun için Müslüman şehirlerin uğradığı tecavüz ve yıkımın hesabını soracak bir şehir mahkemeleri kurulmalıdır. Müslüman şehirleri katleden emperyalistlerden hesap sorulmalıdır!
- İkinci saldırı, içerden yapılan saldırı. Bu da yenilgi ve eziklik psikolojisi içindeki saldırıların açıkça itiraf etmesidir! İçerde önemli Müslüman şehirleri âcilen korumaya almalıyız! Burada Batı'nın gözünün içine baka baka, suçlarını suratlarına çarpmalıyız! Ama içerde yaşanan şehir katliamının sorunlarını her platformda dile getirmeliyiz.
Şehirlerin ruhu
İnsan, âlemin ruhudur. Âlemin ruhu, kendini en iyi şekilde şehirde ifade ve ifşa eder. Kutlu kitabımız, peygamberlerin şehirlere gönderildiklerini hatırlatır bize. Fahr-i Kâinât Efendimiz de, kendisini, “şehir” olarak tarif eder: “Ben” diye buyurur Efendimiz, “ilmin şehriyim” (medînetü'l-ilm).
Şehirlerin de bir ruhu vardır. İnsanlarınkinden daha nârin, daha saf, daha temiz, daha derin bir ruhtur şehirlerin ruhu. Şehirleri kuranlar insanlardır; yıkanlar da. İnsan, nisyan hâline yuvarlandığı zaman, şehirler isyan hâline geçerler. İnsana ne olduğunu, insanın başına neler geldiğini hatırlatırlar. İnsanlar ölebilir; ama şehirler aslâ ölmez. Şehirleri öldüren şey, insanın nisyan hâlidir: Unutma hâlidir: Kendisine yüklenen “emanet”, ubûdiyet ve hilâfeti terk etme, kendi ruhuna kastetme hâlidir.
- Şehirler bilir ki, insan, nisyan hâline geçtiği zaman, ölüm vakti çoktan gelmiştir. Şehirler unutmaz aslâ: Şehirler, bütün engellere, insanın nisyan hâllerine rağmen, kendilerine verilen yükümlülüğü, delicesine ölümsüzleştirme mücadelesi verirler.
Şehirler, Efendimiz'in kendisini ‘şehir’ olarak tavsif ettiğinin şuuruyla hareket ederler adeta. Bitkiler, taşlar, âlemler, semâvât ve arz, kaosa yol açmadan, ilâhî düzeni hakkıyla tesis etme yükümlülüğünü hakkıyla yerine getirdikleri için Müslim'dirler, Allah'ın iradesine teslim olmuşlardır.
Bu nedenle, şehirler, bu şaşmaz ‘ubûdiyet’ ve teslimiyetle, kevnî âyetler / işâretler olduklarını, insanların kendilerine bakarak ilâhî ilmi, kudreti, ilâhî celâl ve cemâl sıfatlarını idrak etmelerini, ubûdiyetlerini ve hilâfetlerini yerine getirmelerini durmadan hatırlatırlar insana.,
İşte şehirler, emaneti ve hilâfeti üstlenen insana, kevnî âyetler olarak yükümlülüklerini hatırlatan ayna işlevi görürler. Böylelikle bir ‘elçi’ gibidirler şehirler: Peygamberlerin mekânı olduklarının şuurunda gibidirler sanki: Peygamberlerin insanlara emanet, ubûdiyet ve hilâfet mükellefiyetlerini hatırlattıkları mücadelelerin canlı şahitleridir çünkü.
Şehirler, Efendimiz'in kendisini kendileriyle tavsif ettiğinin şuurundaymışçasına hareket ederler ve insanlara kendilerine zulmettikleri durumları da, yükümlülüklerini yerine getirdikleri durumları da en iyi yansıtan, en müşahhas aynaları tutmak yükümlülüklerini katıksız bir ‘teslimiyet’le yerine getirirler.
Emanet ve üç şahsiyet
İnsan, kendisine yüklenen emaneti, Mekke sürecinde, ilâhî şuurla donanarak vücut buldurtur; böylelikle Mekke sürecinde münferit Müslim şahsiyet teşekkül eder.
İnsan, mükellef kılındığı ubudiyet yükümlülüğünü Medîne sürecinde peygamberî şuurla kuşanarak insanlığın vicdanına dönüştürür ve hayatın kendisi kılar; böylelikle Medîne sürecinde müşterek mümin şahsiyet teşekkül eder. Ve nihâyet insan, hilâfet mükellefiyetini medeniyet sürecinde tahakkuk ettirme yükümlülüğünü yerine getirme yolculuğuna çıkar, ilâhî şuurun teminat altına aldığı peygamberî şuurla şaşmaz bir irtibat kuran beşerî şuuru inşa eder; böylelikle medeniyet sürecinde cihanşümûl / kürevî muhsin şahsiyet teşekkül eder.
İşte şehir, medeniyet sürecinde, artık ilâhî elçi'nin olmadığı bir zaman diliminde elçilik görevini yüklenircesine adetâ peygamberî sözün sözcülüğünü üstlenir ve Yüce Rabbimizin Cemâl sıfatının bütün Rahmet kanatlarını gererek tecellî ettiği, insanın ayağının nerede, nasıl ve niçin kayacağını ya da vahyin insana nerede, nasıl ve niçin müslim, mümin ve muhsin şahsiyetleri tahakkuk ettirmesi gerektiğini gösteren muhteşem bir ayna tutar.
Şehrin yüreği, nisyan hâlindeki insanın nasıl isyanın eşiğine sürüklendiğini haykırmak için isyan eder, güm güm atar. Şehir, insanın nisyanına isyan için şahlanır, şaha kalkar.
Dünyanın en güzel, en âdil, en ruh ve hayat dolu kutlu şehirlerini imar eden bir medeniyetin mirasyedi çocukları olarak, şehirlerin ruhuna bizden çok kasteden toplum yok yeryüzünde. Bir Şam'ın, bir Halep'in, bir Üsküp'ün, bir Saraybosna'nın ruhu hâlâ var! Ama İstanbul'un ruhu sırra kadem basmış durumda. Konya, betonarme yığınlarının altında can çekişiyor! Kayseri, mermer ve çelik saldırısına direnmeye çalışıyor! Sivas, Erzurum, Bursa ruhunu yitiren “barbarların” saldırıları karşısında metamorfoza uğramış gibi sanki!
- Ey şehir! Şu ân tam da senin insana en fazla ayna tutma vaktindir! Çünkü şehir şuurunu en fazla yitirdiğimiz, senin ruhuna en fazla kastettiğimiz, ihtarına, hatırlatmana ve ihtiyar'ına en fazla ihtiyaç duyduğumuz ân bu ân, gün bugündür.
Ey şehir! Kalk ve konuş öyleyse! “Nasıl yok ettin İstanbul'un ruhunu böyle! İstanbul'un, Konya'nın, Kayseri'nin ve sair İslâm şehirlerinin ruhuna nasıl kastettin, söyle!” diye haykır artık!