Ramazan: Kötü hâlden güzel ahlâka hicret ayı
Hep bir özlem duyulur eski Ramazanlara ama bu özlem manevi midir yoksa maddi midir çok da ifade edilemez. Neden eskilerde alınan orucun lezzeti bugünlerde alınmaz ki? En basit ifadeyle sokaklarda yenilip içildiğini görmek bile derinden yaralıyor insanı, Ramazan’ı hissetmekte zorlanıyor. Şahsî yapılan bir ibadet değildir oruç aslında, toplumsal olarak Ramazan’a yakınlaşmak neden bu kadar zor? Bu soruların cevaplarını Prof. Dr. Sadettin Ökten’le konuştuk.
‘Yeni hayatımız Ramazan'a göre düzenlenmiş bir hayat değil’ diyorsunuz bir kitabınızda. Ramazana göre düzenlenmiş bir hayat nasıl olur? Böyle bir hayatı kişiler inşa edebilir mi yoksa toplumsal değişim mi gereklidir?
Ramazan ayı ve Ramazan ayında yapılması gerekenler İslâm Medeniyeti’nin genel çerçevesi içinde ele alınmalı. Çünkü bu ay ve bu ay içinde Müslümanların yapması icab eden hareketler İslâm Medeniyeti’ne özel. İslam Medeniyeti diger bütün medeniyetlerde olduğu gibi hayatın tümünü kuşatan ve ayrıca daha öncesine ve sonrasına da uzanan farklı ve özgün bir tasavvura sahiptir. Kendisine müntesip olan bireyleri böyle bir tasavvura göre kurgulanmış bir hayatı yaşamaya çağırır. Dolayısıyla Ramazan, İslâm Medeniyeti’ne göre tasarlanmış bir hayatın içinde şüphesiz toplumsal ölçekte gerçek mânâsını ve etkinliğini kazanır.
Bu dönemde toplumumuzda yaşanan hayat İslâm medeniyet tasavvurunun öngördüğü hayat tarzı olmadığı için Ramazana göre bir hayattan bahsedemiyoruz. Bu noktada İslâm medeniyet tasavvuruna intisabı ve duyarlılığı olan bireyler, Ramazanı şahsi gayretleri ile belli ölçekte yaşamaya çalışıyorlar. Ancak Ramazan’ın tam mânâsı ile ve İslâm medeniyet tasavvurunun ölçülerine uygun yaşanması toplumsal bir hâdise. Bu sıralar toplumumuz modernitenin önerdiği hayat tarzı ile İslâm medeniyet tasavvurunun öngördüğü hayat tarzı arasında bir yerde durduğu için Ramazanı da o yerde ne kadar yaşanabilirse o ölçüde yaşıyor.
Modernitenin içinde moderniteye yabancı
Tarihî süreç içerisinde irdelediğimizde ‘Ramazan’ nasıl bir değişime uğradı sizce?
Esas itibariyle değişen Ramazan değil. Ramazanı idrak eden ve yaşamaya çalışan insanın hayat tarzı değişmiştir. ‘Birey, içinde yaşadığı toplumdan bağımsız olamıyor’ demiştik. Bu bağımsız olamama her bireyde farklı düzeylerde olmakla birlikte kendini hissettirir. Yaşadığımız dönemde idrak ettiğimiz Ramazanlar modernitenin hayat tarzının ağırlıklı olarak hâkim olduğu hayatımızda kendine bir yer bulmaya çalışıyor. Eski dönemlerde ise toplumda İslâm medeniyet tasavvurunun öngördüğü hayat tarzı hâkim olduğu için Ramazan, bireyde ve toplumda kendini, kendi evinde hissediyordu.
Özetlemek gerekirse, bugün biz modernitenin öngördüğü hayat tarzı içine, moderniteye yabancı olan bir unsuru yani Ramazan’ı yerleştirmeye çalışıyoruz. Eski dönemlerde ise Ramazan İslâm medeniyet tasavvurunun içinde temel bir öge olduğu için hayatın tabi akışına göre gayet kolay, feyizli ve bereketli bir tecrübe idi.
Osmanlı’da Ramazanlar nasıl geçerdi? O zamanların adetleri neden günümüze kadar yaşayamadı?
Osmanlı’da Ramazanların nasıl geçtiğini bizzat yaşamadım. Fakat yaşayanlar ile beraber bulundum ve onları dinledim. Çocukluk ve gençlik yıllarımda her ne kadar Osmanlı tarih olmuş ise de o döneme ait Ramazan hayatının bilfiil devam etmiş olduğunu şimdi idrak ediyorum.
- Kısaca söylemek gerekirse, Ramazan dünyevi ilgilerden olabildiğince tedric edilerek, bir ibadet yoğunluğu içinde, gerçek bir hayat ve nefis muhasebesi demektir. Bu muhasebe bir boyutu ile bireysel yapılsa da diğer bir boyutu ile toplumsaldır.
Ramazan’ın toplumsal boyutunu insanlara hizmet ve ikram ile idrak ediyorduk. İnsan varlığı unutmakla maluldür. Hayatın gayesini ve ehemmiyetini hatırlatan ve toplum ölçeğinde yaşanan en önemli zaman dilimi Ramazan idi. Bu ayda kendisini muhasebeye çeken birey aynı zamanda gönlünü ve zihnini arındırıp şahsını bayram ile beraber gelecek olan yeni bir doğuşa hazırlıyordu.
Kilit sözcük ibadet
Mânevî ibadetlerin en çok coştuğu bir aya gireceğiz. Peki, sadece mânevî ibadet ayı mıdır Ramazan? Başka hangi yönleriyle öne çıkar ve davranışlarımızda görünür hale gelir?
Bu soruda kilit sözcük ibadet kelimesidir. Büyüklerimiz bize şöyle öğretmişlerdi: İnsanın her hareketi ve düşüncesi ibadet olabilir. Olmalıdır. Buna gayret etmelisiniz. Nasıl ki her anınız ve varlığınızın her donanımı Allah’ın lütfu ise, siz de o lütfun şükrünü ibadetle, yani O’na olan kulluğunuzun şuur ve itaati ile yerine getirmelisiniz. Ramazan ayı ise bu şükrün yerine getirileceği en müsait zaman dilimidir.
Yine büyüklerimizden işittiğimiz üzere şahsî ibadetlerin yanında topluma karşı olan vazifelerimizi de Allah’ın rızasını tahsil amacı ile yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Bu da hizmet ve merhametle oluyor. Şu halde Ramazan mânevîyatı, iç dünyamızda Allah’a olan rabıtamız derinleşir ve güçlenirken aynı zamanda kötü ahlaktan güzel ahlaka bir hicreti gerçekleştirmek demektir. Bu hicret dış dünyamıza muhabbet içinde hizmet etmekle görünür hâle geliyor.
Ramazan AVM kültürüne yabancı
Ramazan ayının mahalle kültürü içinde daha canlı yaşandığını biliyoruz. AVM kültürü Ramazan’ın ruhunu boşalttı mı?
Mahalle kelimesi ilk bakışta belli sınırlarla çevrili fiziksel bir mekânı işaret ediyor. Fakat bunun ötesinde onun kavram olarak ve mânevî bir anlamı da var. Mahalle, İslâm medeniyet tasavvuruna göre maddeten ve mânen örgütlenmiş bir topluluğun adı. Bu toplulukta bireyler birbirlerine maddî bağların ötesinde mânevî bağlar ile de bağlıdırlar. Birbirlerini severler sayarlar ve korurlar. Dolayısıyla Ramazan İslâm medeniyet tasavvuruna göre örgütleniş bir toplumsal yapı içerisinde ki ona bu soru kapsamında Mahalle diyoruz, gayesine ve işlevine uygun olarak yaşanabilir.
AVM’ye gelince: Bu kavram yine bir mekânı ifade etmekle beraber bunun ötesinde belli özellikleri olan bir toplumsal yapıyı da tanımlar. Bu yapıda birey esastır. Kedini çok güçlü olarak kabul eden, öteki bireylerle ciddi bir rekabet içinde yer alan ve hayatını kazanç - kayıp esasında, maddî ölçekte planlayan birey. AVM kavramı ve mekânı bu tür bireylerin oluşturduğu ve bu tür bireylerden oluşan topluma hitap eden bir olgudur. Ramazan anlam ve işlev itibariyle bu gerçekliğe yabancı kalır. AVM ile ifade edilen realitenin içine Ramazanı dâhil ettiğinizde ve bunu gerçekçi bir şekilde çözümlediğinizde, bu yabancılık bütün çıplaklığı ile görünüyor. Tabii Ramazanı belli bir süre aç kalmak gibi çok sıradan ve basit bir kavramsallaştırmaya mahkûm etmezseniz.
Çevremiz ve ailemizle olan ilişkilerimizde nasıl bir farklılaşma getiriyor? Evlere kapandığımız şu süreçte çevremizle yaşayamadığımız Ramazan güzellikleriyle ilgili ne gibi önerileriniz olur?
Şu sıralarda salgın hastalık dönemini yaşıyoruz, bir süreden beri düşlediğimiz ama bir türlü becerip gerçekleştiremediğimiz tecrit hadisesi için bir fırsat sunuyor. Evlerimize bir yuva olmak istikametinde muhabbet ve hizmetle donanması için bir imkân veriyor. Bu salgından önce çok hızlı akan dış dünyadan şu veya bu sebeple kopup evlerimize iltica edemiyorduk. Bu gerçeklik maalesef Ramazan geldiğinde de devam etmekteydi. Şimdi ise mecburen evlerdeyiz. Bu bir fırsat, imkân hatta bir lütuf olabilir. Önce kendimizden başlayan bir süreç ile hizmeti ve muhabbeti gerçek kaynağının şuurunda olarak bütün aile fertlerimize intikal ettirebiliriz.
Cesur bir kumandan gibi hissettim
Çocukluğunuzdaki Ramazanlar nasıldı? Bir Ramazan anınızı paylaşır mısınız?
Çocukluğumuzun Ramazanları Osmanlı’nın medeniyet yorumunun uzantıları olarak, en azından bizim muhitlerde, yaşanmış Ramazanlar imiş. Bu gerçekliği uzun yıllar geçtikten sonra, o Ramazanların bir hayal olması neticesinde anlıyorum. Ben bir sonbaharda dünyaya gelmişim. Aylardan Şaban ayı imiş. Hatırladığım ilk Ramazanlar uzun yaz günlerinin ramazanları idi. 40’lı yılların sonu. Ben de oruç tutmak, teravih kılmak ve sahura kalkmak isterdim. Fakat bu üçlüyü hiçbir zaman bana bütünüyle yaptırmadılar. Her defasında biraz daha büyü, o zaman yaparsın diyorlardı. Nihayet 1948 senesinde uzun bir Kadir Gecesi öncesi oruç tuttum. Teravih kılmak için mahalle mescidine gittik. Teravihten sonra Sakal-ı Şerif ziyareti yapıldı. Cumhur olarak Salat-ü Selamların heyecanı ile ben de bu ziyarette bulundum çok şükür. Ve o gece ev halkı ile beraber hiç uyumadan sahur yaptık. Ertesi gün yani Kadir günü oruç tutup tutmadığımı hatırlamıyorum, ama mühim bir savaşı kazanmış cesur ve kendinden emin bir kumandan gibi hissettiğimi hâlâ hatırlarım.